WİNNİCOTT’TA BÜYÜSEL DÜŞÜNCE, OYUN VE GEÇİŞ NESNESİ
Annenin, bebeğine bakarken bebeğinde yarattığı yanılsama ve bu yanılsamanın daha sonra yavaş yavaş bozulması Winnicott’ın üzerinde durduğu önemli gelişimsel süreçlerdendir. Winnicott bu yanılsamayı şöyle anlatır:
“Anne başlangıçta bebeğe neredeyse yüzde yüz uyum göstererek kendi memesinin bebeğin bir parçası olduğu yanılsamasının doğmasına fırsat tanır. Meme, adeta bebeğin büyülü denetimi altındadır. Aynı şey genel olarak bebek bakımı, uyarılma anları arasındaki sakin ve huzurlu zamanlar için de söylenebilir. Tümgüçlülük, bu deneyimin neredeyse vazgeçilmez bir gerçeğidir. Annenin nihai görevi bebeği bu yanılsamadan yavaş yavaş kurtarmaktır, ama başlangıçta ona yanılsama için yeterince fırsat vermeden bunu başarması mümkün değildir.”
Winnicott’ın yanılsama aşamasında tanımladığı; bebeğin aklından geçtiğinde memenin ağzında olması ve bebeğin memeyi bir parçasıymış gibi kabul edecek kadar bu durumun “sevgiyle” yinelenmesidir. Bu aşamada nesne parçası kendilikten ayrışmamıştır ve ayrı olmadığı için henüz büyüsel bir biçimde inkorpore de edilmemiştir. Bu yüzden eğer anne memesini beklenen zamanda getirmezse bebek bir varsanı yaşayacaktır.
Winnicott oynama kapasitesine yönlendiren büyüsel düşünceyi psikotik (varsanı ve sanrı içeren) olandan ayırır. Başta anne, yarattığı tümgüçlülük yanılsaması ile bebeğini varsanıdan kurtarır. Varsanı ile gerçek nesne bebeğin zihninde birleşir. Anne, memeyi gerçek kıldığında varsanısal düşünceden tümgüçlülüğe ve büyüsel düşünceye geçen bebek tamamıyla çaresizlik dolu olan dış dünyayı kontrolü altına almış olur. Büyüsel düşüncenin psikoza kayan ucunda kişi büyüsel gücüne inanmaz onu salt gerçeklik kabul eder. Arzusu, korkusu, varsanısı aklından geçince olacaktır fakat bu oluşun gerçek dünyada karşılığı yoktur. Sanrısal düşüncede yapım ve yıkım bir farkındalık içermeden ardı sıra gelirler, kontrol edilemezler. Büyüsel düşüncede ise yapım ve yıkım düşünce, arzu ve libido ile gerçekleştirilir, bir miktar farkındalık ve kontrol içerir. Tümgüçlü bir irade düşlemlenir ve oynanır. Büyüsel yaratım ve yıkım için yukarıda tanımlanan tümgüçlülük kapasitesinin gelişmesi bir önkoşuldur[1]. Büyüsel düşünce ufak, “büyüsel hareket”ler ile yaşama yansır, çocuk gözünü kapattığında dünya yoktur, açtığında vardır. Winnicott, büyüsel yıkım yerine saldırganlığın ifade edilmesini bir gelişim olarak görür ve nefretin ifadesini medeniyetin bir belirtisi olarak yorumlar.[2] Nefretin ifadesi aracılığıyla anal dönemden ödipal döneme ve sonrasında latansta okula doğru ilerleyince medeniyete ulaşılacaktır.
Anne, bebeğine yönelik libidinal yatırımı aracılığıyla bebekteki parmak emme refleksinde dudak ile parmak arasına girerek bunu bir ilişkiye dönüştürür. Bu gelişim, varsanı ile bebeğinin baş başa kalmasını engelleyerek onu gerçeklikle buluşturan annenin bir diğer önemli etkisidir. Bu defa bebeğini parmağı ile baş başa bırakmamış aç bırakan iç gerçeklik yerine ona doyurucu bir dış gerçeklik sunmuştur. Bu aşamada bebek için yaratma ve tümgüçlülük yoktur çünkü bu bir oluş halidir ve doğası böyledir, alternatifi ya da karşıtı düşünülemez. Bu sırada tümgüçlülük, eylemle ve yapmayla yaratım rolü anneye aittir. Aynı zamanda anne tümgüçlülüğünü bebeğinden alır ve farkında olmadan “oluş” haliyle asıl yaratım halinde olan bebektir. Varsanının ve parmağın yerine memesini koyabilen anne hem bebeğini doyurucu bir gerçekle tanıştırır hem de iç ve dış dünyayı bütünleştirmiş olur.
Bütünleşme ve bir kişi haline gelme sorunu olduğunda ortaya çıkan hayali arkadaşı Winnicott; inkorporasyon, sindirme, içeride tutma ve dışarı atma ile ilgili kaygıları büyüsel olarak çevreden dolaşan bir savunma olarak yorumlar. Hayali arkadaş ile çocuk bir varsanı üretmiş ve kendi parmağını emmek gibi kendi kendisiyle oynamaya başlamıştır. Oyunda, bütünleşme ve iç-dış ayrımı bir düzeye geldiğinde bir savunma olmaktan çıkar.
Winnicott, yanılsama yeterince doyurulduktan sonra annenin yanılsamayı ve tümgüçlülüğü bozduğunu ve bebeğin büyüsel kontrolünün olmadığını anlamaya başladığını belirtir.
“Her şey yolunda giderse bebek hayal kırıklığı deneyiminden kazançlı çıkabilir, çünkü annenin bebeğin ihtiyaçlarına uyum göstermedeki yetersizliği nesneleri gerçek kılar, yani sevildikleri kadar nefret de edilen şeyler haline getirir. Bunun sonucu da şudur: Eğer her şey yolunda giderse bebek, annenin onun ihtiyaçlarına uyum göstermesinin fazla uzun sürmesinden, doğal bir biçimde azalmasına izin verilmemesinden rahatsız olabilir, çünkü eksiksiz uyum gösterme büyüye benzer ve kusursuz davranan nesne de bir varsanı olur çıkar. Ama başlangıçta uyumun neredeyse eksiksiz olması gerekir, aksi halde bebeğin dış gerçeklikle ilişki kurma yeteneğini geliştirmesi, hatta bir dış gerçeklik kavramı oluşturabilmesi mümkün değildir.”
Büyüsel kontrolün bir anda gittiğini düşünemeyiz. Winnicott, uçmak isteyen ve düşlerinde uçan çocuğun uçamadığını gerçek yaşamda anladığını anlatır. Uçamayan çocuğun uçmakla ilgili ne kadar çok oyunu ve düşlemi olduğunu hepimiz biliriz. Bu düşlemler, yanılsama yaratabilen anne ile özdeşleşen çocuğun kendi yanılsamalarını yaratabildiğini gösterir.
Winnicott, anne ile bebeğin buluşmasına oyun alanı der. Oyundaki heyecanın dürtülerden değil içsel gerçeklik ile cansız nesnelerin kontrol edilmesi arasındaki etkileşimden türediğini altını çizerek vurgular. Anne-bebek yakınlığındaki güvenden büyünün doğduğunu öne sürer. Bu güven, annenin karşıt tepkileri ile değil, ya sevgisi ya sevgi ile nefreti ya da nesne ilişkisi kurması ile oluşacaktır. İçsel gerçekliğin dışa yansıtılabilmesinin ve bunun kontrol edilebilmesinin yarattığı heyecan oyunu canlandırmaktadır. Anne yerine oyun arkadaşı, anne memesi yerine oyuncaklar geçer.
“Oyun, sözcüğün hiçbir kullanımıyla içeride sayılamaz … Ama dışarıda da değildir, yani bireyin … dışsal bir şey olarak görmeye karar verdiği, büyüsel denetimin dışında olan reddedilen dünyanın, ben olmayanın bir parçası değildir. İnsanın dışarıda olanları denetleyebilmesi için düşünmek ya da istemekle kalmayıp bir şeyler yapması gerekir ve bir şeyler yapmak zaman alır. Oyun oynamak yapmaktır.”
Winnicott, oyunun yapma ve eylem özellikleri kadar oyunun yeri ve zamanı olmasına da vurgu yapar. Yine de yapma özelliği çok daha belirleyicidir çünkü çocuk için yer ve zaman kavramları başlarda çok geneldir. Winnicott, oyunun ara alandaki konumunu belirtirken geçiş nesnesi ile benzer bir tanım yapar:
“Bebeğin sahip olduğu ilk şey, önceleri kendine dönük erotik olgularla ve yumruk ve başparmak emmeyle, sonraları ise ilk yumuşak oyuncak hayvan ya da bebekle ve sert oyuncaklarla ilişkilidir. Hem dışsal nesneyle (annenin memesi) hem de içsel nesnelerle (büyüsel yoldan içselleştirilmiş meme) ilişkilidir, ama her ikisinden de ayrıdır.”
Geçiş nesnesi dışsal meme gibi doyurmaz, içsel meme gibi soyut değildir. Geçiş nesnesi, içsel nesne gibi bebeğin büyüsel denetiminde değildir, ama gerçek anne gibi denetlenemez de değildir. Winnicott, geçiş nesnesinin memenin yerine geçtiğini belirtmiştir. Geçiş nesnesi kullanıldığı sıralarda gerçekliği değerlendirme yetisi tam gelişmemiştir, yani iç-dış ayrımı tam yoktur. Bebeğin büyüsel tümgüçlü denetimden nesne kullanımı ile denetime geçişi geçiş nesnesi ile olur. Geçiş nesnesi anal erotik örgütlenmede dışkının yerine geçebilir.
[1] Ferenczi’nin büyüsel tümgüçlülük sanrısı aşaması
[2] “The Roots of Aggression”