WINNICOTT'IN GELİŞİM KURAMINA BİR BAKIŞ
YILDIRIM REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ
15.03.2013
Bu fırsatı verdiği için Yıldırım Rehberlik ve Araştırma Merkezi'ne ve bu toplantıyı organize eden Naime Hanıma teşekkür ederim. Bu benim için birkaç açıdan güzel bir fırsat oldu. İlki sizlerle tanışmak açısından güzel oldu. İkincisi size psikanalitik kuramın bir parçasını tanıtma olanağı doğurmasından. Üçüncüsü de bu yazıyı hazırlarken yaşadığım öğrenme süreci açısından. Benim için bunlar çok değerli, çünkü psikanalizin anlaşılmasının ve uygulanmasının terapist rolü olanlar için ve insanımız için çok yararlı olacağına inanıyorum ve bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum.
KURAM
Sizlerle karşılaşmam, çocuklar ve ergenlerle çalıştığınız için çok iyi oldu. Çocuklar ve ergenlerle çalışmak bir terapist için çok geliştirici bir olanaktır, özellikle de bu terapist analitik bir yaklaşımı benimsiyorsa. Çocuklar, bastırmayı yeni kullanmaya başladıklarından, birçok bilinçdışı malzemeye ulaşım kolaydır. Çocuklarda bilinçdışı oluşuyordur ama yorumları yetileri tam gelişmemiştir. Yorumlama ve bütünleştirme işlevi daha çok terapiste kalır. Ergenlerde yorumlama işlevi gelişmiş olsa da bütünleştirme sürecinin içinde olduklarından ve dürtülerin baskısı yoğun olduğundan yine terapistin bütünleştirme işlevine ihtiyaç duyarlar.
Bu işlevleri yerine getirebilmek için güçlü bir kuramsal bilgiye ihtiyaç vardır. Kuramsal bilgi terapiste yaşadıklarını yorumlama ve bütünleştirme kolaylığı sağlarken anlayışını güçlendirir ve derinleştirir. Aslında hepimizin kendine ait bir çocuk gelişimi kuramı zaten vardır.
PSİKANALİZ NEDİR?
Psikanalizin diğer terapi yöntemlerinden farklılıkları vardır. Bu farklardan bir tanesi, konuşmaya ve söze verdiği önemdir. Hastadan, konuşması istenir. Konuşması ve aklından geçenleri dile getirmesi ana kuraldır.
Analitik çerçeve içinde yoğun bir ilişki kurulunca ve insan, aklından geçenleri anlattıkça terapide bir ilişki canlanır. Kişi analistine bir şeyler aktarmaya başlar ve bir aktarım doğar. Bu ilişki içinde canlanan geçmiş ilişkilerin ve fantezinin çözümlenmesi ve yorumlanması ile kişi farklılaşır. Kişinin seansta tekrar tekrar anlattığı konularda tekrar eden bir tema canlanır ve analist bu temanın bir parçası olur. Ama hem bir parçası olur hem de olmaz. Yani annesi olmaz annesi gibi olur, babası olmaz babası gibi olur. Bu “onun gibi olma” hali içinde bir terapötik çalışma yapılır.
Bu çalışmada bilinçdışının nasıl işlediği üzerinde duruldukça insan kendini tanır. Kendisini tanıma ile ilgili bir yol öğrenir. Geçmişte yaşananlar yalnızca anlatılanlar üzerinden değil, anlatılanların biçimi ve dizilişi üzerinden tanınır. Bir yandan da aktarımın gelişmesi ile seansta canlanan ilişki aracılığıyla kişinin bilincinde olmadığı ama yaşayarak yinelediği durumlar açıklığa kavuşur, araştırılır. Bu yolla kişi, ona travmatik gelen anılara ve yaşantılara geriler. Anlaşılmaya çalışan, iyileştirilmek ve değiştirilmek istenen travmatik gelen durumlar ve ilişkilerdir. Her insanda travmalarının içinden çıkma arzusu vardır. Analist, kişiyi yaşamındaki diğer kişilerden farklı bir kulakla dinleyerek değişmesinde kişiye refakat eder.
Hem aktarımın derinlemesine çalışılması ile hem de bunun içselleştirilmesi ile bir özdeşim süreci işleme konulur. Yaşamımızdaki travmalar, özdeşim süreçlerini bozabilirler. Babasını çocukluk yaşlarında kaybetmiş ya da ondan uzak kalmış bir erkeğin babası ile özdeşimi bozulacaktır. Bu kayıp örseleyici ve yası tutulamayan bir kayıp olursa babanın yerine geçecekler hatta geri gelen baba bile özdeşimin kaldığı yerden devam etmesini sağlayamayabilir.
WİNNİCOTT
Burada, özellikle Winnicott’tan bahsetmek ve sizlere onu tanıtmak istiyorum. Winnicott, çocuğun, annesi ve çevresi ile ilişkisi konusunda önemli katkılar yapmış bir analisttir. Türkçeye çevrilmiş fazla eseri yoktur ama yalnızca “Oyun ve Gerçeklik” bile size çok şey öğretecektir.
Doğumdan başlar isek, bebeğin gereksinimlerinin karşılanması bebek için bir güven ortamı sağlar. Bu güven ortamı içinde ve sayesinde bebek, ortamı yarattığını zanneder. Bu varsanı önce güven verir ve fanteziyi yaratma olanağı sağlar. Bebek acıktığında meme ağzında olabiliyorsa kendi egemenliğindeki bir meme vardır. Bu meme geciktiğinde ya da egemenliğinden çıktığında onu yaratabilir. Bir süreliğine. Tutarlı bir ortamda büyüyen çocuk için bu katlanma süresi gittikçe uzar.
YETERİNCE İYİ BİR ANNE VE ÇEVRE BULAMAMAK
“Yeterince iyi anne” kavramı Winnicott’ın ortaya attığı bir kavramdır. Yeterince iyi anne hem mükemmel değildir ve bazı eksiklikleri ve yetersizlikleri ile bebeğin gelişmesine izin verir hem de tamamıyla yetersiz değildir ve yoksunlukların travmatik hale gelmesini engeller. Yeterince iyi olan bir annenin en iyi olduğu zaman gebelik ve doğum sonrasıdır. Gebelikle başlayan regresyon ve çocuksulaşma, doğumdan sonra bebeği kucaklama olanağı sağlar. Bebekle el ele dolaşamazsınız onu kucaklamanız gerekir.
Yeterince iyi anne, doğuma yaklaştıkça regrese olur ve bebeğini regresyonunun içinde bebeğinin düzeyine iyice yaklaşarak onu kucağına alır. Annenin regrese olma ve empati kurma yeteneği, bebeğin gelişimi için vazgeçilmezdir. Annenin bebeğin düzeyine gerileyebilmesi ve ihtiyaçlarını anlayıp tahmin edebilmesi bebeği büyütür ve yaşamda tutar. Annenin sezgileri bebek için yaşamsaldır.
Anne, gebelikte bebeğine nasıl bakacağının tasasını yaşarken, yeterince iyi bir baba, anneye ve eve nasıl bakacağının tasasını yaşar.
ANNENİN ANNESİ VE KOCASI İLE İLGİLİ SORUNLARI
Diğer yandan annenin regresyonu annenin annesi ile ilişkisini canlandırır. Sahnede, anneanne, anne ve bebek vardır. Anneleri ile travmatik yaşantıları olan anneler, bebekleri ile ilişki kurmakta zorlanırlar. Bu zorlanma, bebek –anne ilişkisinde çok önemli olan sakin ve huzurlu yaşantıların varlığını engelleyebilir. Bebek, çatışmasız ve sakin bir gelişimden mahrum kalabilir. Örneğin annesini yakın bir zamanda kaybetmiş ve ardından gebe kalmış bir anne, anne olduğunda diğer tüm anneler gibi annesini sık sık anımsayacaktır. Ama yasını tutamamıştır ve annesini her anımsayışı hüzün taşımaktadır. Bebeği bu hüznün içinde büyür. Bu anne, bebeğinden uzaklaşma durumlarında aşırı tepkilidir. Gebeliği zor geçer, doğumdan sonra bebeğine yeterince iyi bakamayacağı ve ona bir zarar vereceğinden kaygılanır. Sütten kesmek, işine yeniden başlamak onu çok kaygılandırır.
BAĞLAM
Winnicott, “Bebek diye bir şey yoktur.” der. Bebek yoktur, bebek ve annesi, bebek ve ailesi vardır. Annenin zihnindeki annesi gibi, annenin zihninde kocası da vardır. Bebek bir bağlam içine doğar. Anne ve geçmiş kuşakları, anne-baba ve şimdiki kuşaklar gibi. Bu bağlamın gerçek yaşamdaki yeterliliği ve tutarlılığının yanında bu bağlamın annenin zihnindeki yeterliliği ve tutarlılığı da önemlidir. Eğer annenin zihnindeki nesne tasarımları ayrımlaşabilmişse, bebek için sağlıklı ve travmatik olmayan bir çevre ve bağlam oluşturabilmesi kolaylaşacaktır.
GEÇİŞ NESNESİ
Çocuk büyüdükçe, anne bazı gereksinimleri karşılamakta zorlandıkça, geciktikçe bebekteki tümgüçlülüğün yerini nesnelerin kullanımı alır. Winnicott bu nesnelere geçiş nesneleri demiştir. Geçiş nesnesi, çocuğun tümgüçlülüğünü sürdürmesini sağlar, annesinin yerine geçer, emilen parmak, yalancı emzik, hep taşınan bir oyuncak gibi. Bebek geçiş nesnesini seçerek onu kendisi yaratmıştır ama nesne aynı zamanda da gerçek dünyada var olan bir nesnedir. Bu nesneyi kullanması gibi çocuk aynı zamanda simgeleri ve kelimeleri de kullanmaya başlar. Böylelikle annesi olmadan kendisini sakinleştirmeyi öğrenir. Çocuğun bu ilişkisine müdahale, travmatik ve ketleyici olacak sembolleri kullanımı bozulacaktır.
KONUŞMAK VE ÇARESİZLİK
Bebek, kaygılarını ve “travmalarını” nasıl aşabileceğini anneden öğrenir. Önce anne, bebeği sakinleştirir, sonra bebek kendini sakinleştirmenin yollarını geliştirmeye başlar. Annelik; yoksunluklar, ihtiyaçlar ve arzular, bebek için travmatik olmadan ve gelişimi bozmadan önce doyurulmak üzerine kurulur. Bu ilişki, özellikle çocuğun henüz konuşmayı öğrenmediği, dili kullanamadığı dönemde çok önemlidir. Çocuk ne kadar küçükse yaşamak için bir diğerinin varlığına o kadar çok bağımlıdır. Bu bağımlılığın doyurulmaması ve daha sonra bağımlılığın azaltılamaması gelecek için kalıcı hasarlara neden olabilir. Çünkü çocuk ne kadar küçükse yaşayacağı korku o kadar büyük, katlanılamaz ve dile getirilemez olacaktır.
Yaşananları dile getirme travmatik olma etkilerini azaltır. Travmanın yarattığı çaresizlik, kontrolü kaybetme ve güvensizlik ortamını değiştirir.
ANNENİN PSİKOLOJİK SORUNLARI
Çocuğun ebeveyne bağımlılığı, içinde travmatik olabilecek ögeler taşır.
Bunlardan bir tanesi ebeveynin yaşadığı ruhsal sorunlardır. Ebeveynin psikolojik sorunları yoğunsa ve bunların farkında değilse, çocuğu ile ilişkisinin nasıl olumsuz yönde etkilendiğini fark edemiyorsa çocuğu travmalar bekliyordur. Çocuk, yeterince iyi bir ailede yoksunluklarının yarattığı kaygıların nasıl doyurulduğunu ve sakinleştiğini tekrar tekrar yaşayarak öğrenecektir. Ama ebeveyn kaygılıysa, çocuğunun kaygılarını azaltamayacaktır. Çocuk zamanla, kaygıların yatıştırılamaz olduğuna dair bir izlenim edinebilir. Ya da tüm yeteneklerini ebeveyninin kaygılarını azaltmak için kullanabilir. Ama hem bu durum onu aşan bir durum olacağından hem de kendisinin değil de bir diğerinin kaygılarını azaltmak için çabaladığından sakinleşmesi sahte bir sakinleşme olacaktır.
Eğer ebeveynini üzüntüleri varsa çocuğun üzüntülerini azaltması zorlaşacaktır. Çocuk yine yetilerini ebeveynini neşelendirmek için kullanmaya çalışabilir. Ama neşelenme ve mutlu olma bir diğeri üzerinden gerçekleşeceğinden bu mutluluk tatmin edici ve güçlendirici değil, buruk bir mutluluk olabilir. Bazen bunu çok şakalar yapan ama mutsuz olduğu sezilen kişilerde fark ederiz.
Diğerinin, özellikle annenin, sıkıntısını, üzüntüsünü, öfkesini azaltmaya çabalamak sahte bir kendilik oluşmasına neden olabilir.
Böyle süreçler, annede-ailede taşınamayan, sindirilemeyen sorunlar olması, çocuğun sırtına travmatik bir yük yükler. Çocuklar çevrelerinde gelişen birçok olumsuzluk için kendilerini kolaylıkla suçlarlar.
ÇOCUK MU ERİŞKİN Mİ KARMAŞASI
Ebeveyn-çocuk ilişkisinde travmatik olabilecek bir başka durum da ebeveynin, çocuğunun çocukluğunu unutması, ona bir erişkin gibi davranmasıdır. Bunu cinsellikten ve saldırganlıktan koruyamamakla yapabilir. Ensest yasağı, yani annenle babanla sevişemezsin ve evlenemezsin, hem çocuk hem ebeveyn için geçerlidir. Ensest yasağı aynı zamanda saldırganlığı da bir bağlama oturtur. Aile içinde kimse birbirini öldürmeyecektir. Yani libido da saldırganlık da aile içinde bastırılacak ve bunlarla bağlantılı arzuların doyumu dışarıya, aile dışına yönlendirilecektir. Böylelikle çocuk aile bağlamını içselleştirir ve sevgisini ve saldırganlığını yüceltir.
Ebeveynlerin çocuklarını erişkin gibi görmeleri, çocukların saldırganlıklarına erişkinlermiş gibi yanıt vermeleri çocukları sindirir. Çocuklar ebeveynlerden gelecek bir misillemenin korkusu içinde yaşamaya başlarlar.
Çocuğu erişkin gibi görmek onun sırtına, boyundan büyük beklentiler de yükleyebilir.
ONARAMAMA SORUNU
Bir diğer travma, onarım yollarının tıkanmasıdır. Konuşamamak, gülememek, soytarılık yapamamak, çatışmasız alanlar yaratamamak, barışamamak, anlaşma sağlayacak ara yollar bulamamak ve inatlaşmak gibi birçok durum onarımın yollarını tıkayabilir. Onarımın gerçekleşebilmesi için en önemli önkoşul ebeveynlerin güvenilirlik ve tutarlık içinde varlıklarını sürdürebilmeleridir. Onarım çabasının büyük kısmı ebeveynden gelir. Bu açıdan aktif olmayan bir ebeveyn çocuğunu korku, suçluluk, öfke ve çaresizlik içinde bırakmış olacaktır. Ebeveynlerin misilleme yapmadan aile bağlamını koruyabilmeleri ve kalıcılıklarını sürdürebilmeleri çocuğun onarım potansiyelini güçlendirir, suçluluk duygusunun ağırlığını ve ketleyiciliğini dengeler. Çocuğun kendisinin, gerçek kendisinin gelişmesine olanak verir.
ÖNCE BÜYÜMEK SONRA OLGUNLAŞMAK
Gerçeklik, iç ve dış dünyanın ayrılması, büyümek ve sosyalleşmek, çocuktan beklentilerin artmasına neden olur değişimi güdüler ve travmalar getirir. Haz ve geçeklik, iç ve dış dünya, sevgi ve saldırganlık, haset ve şükran, korku ve güven, iyiler ve kötüler, beden ve zihin, saflık ve cinsellik, erişkinlik ve çocukluk, ben ve grubum, dün ve bugün arasındaki gerilim ruhsallığa baskı yapar, bütünleştirmeler ve çözümler bulmaya zorlar. Çözümler bulunamadığında, engellendiğinde, yadsındığında yaşam akışı ve büyümek travmatikleşecektir.