• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

MAHLER'İN AYRILMA BİREYLEŞME KURAMI - IŞIL VAHİP

MAHLER'İN AYRILMA BİREYLEŞME KURAMI - IŞIL VAHİP

İnsan gelişimi ve normalden sapmaların anlaşılmasına psikanaliz çeşitli katkılarda bulunmuştur. Çocuk analizinin gelişmesiyle birlikte, bakış açısı derinleşip genişlemiş, katkılar giderek artmıştır. Yaşamın ilk çağlarındaki erken ruhsal gelişime ilişkin bilgiler başlıca iki kaynaktan gelmektedir. Bunlardan biri bebek ve çocuklardaki gizli ruhsal süreçlerin analitik olarak araştırılmasıdır. Diğeri ise görünen tepki ve davranış biçimlerinin gözlenmesidir. Anna Freud'a (1950) göre, bunca çaba patolojinin kaynağını bulmak içindir ve çalışmalar ilerledikçe, başlangıçta fallik-ödipal döneme atfedilen patolojik süreçlerin izini ısrarla süren araştırmacılar daha da gerilere, ruhsal hatta fizik yaşamın başlangıcına kadar gitmişlerdir.

İşte bu "iz sürücü"lerden biri de Margaret S. Mahler'dir. Çocukluk psikozlarını psikanalitik çerçevede kuramsallaştıran bu çocuk analisti, aynı zamanda normal çocuk gelişimi alanına da önemli katkılarda bulunmuştur. Akhtar'a (1988) göre, kendilik duygusunun (sense of self) ortaya çıkmasında Mahler'in bedenin rolünü fark etmesi, kızlarla oğlanların davranışlarındaki doğuştan gelen farklılıkları vurgulaması, davranış denkleminin dürtü ve nesne yanlarını birleştirmeye çalışması, egonun özerk işlevlerinin rolünü göz önünde bulundurması ve birincil nesnenin değişen işlevini vurgulaması, küçümsenemez katkılardır. Goldstein'a (1988) göre, Mahler'in gelişim modeli, Kernberg'in nesne ilişkileri modelini kavramada son derece yararlıdır. (Burayı tıklarsanız KENDİLİK HİSSİNİN GELİŞİMİ başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz.)

Mahler, şizofreniye benzer infantil psikoz sendromlarının ya otistik ya da simbiyotik kökenli olduğu şeklindeki kuramını 1940'lı yıllarda geliştirmeye başladı. 1955'de ise Gosliner ile birlikte, insandaki simbiyotik kökenin evrenselliği hipotezini ortaya attı. Bu hipotez birbiri ardına yapılan birçok çalışmanın başlangıcı oldu. Önceleri simbiyotik psikotik çocuklar ve annelerinin incelenmesiyle sınırlı olan araştırmalar giderek gereksinimler doğrultusunda genişledi ve hipotezin evrenselliğini doğrulamak üzere normal bebekler ve annelerini kapsayan karşılaştırmalı çalışmalar birbirini izledi. Yöntem geliştikçe ve daha sistemli psikanalitik yönelimli gözlemler elde edildikçe Mahler, Furer, Pine, Bergman ve başka birçok araştırmacının ortak çabaları sonucu, ek bir hipotez daha onaya çıktı. Böylece normal ya da normale yakın ayrılma-bireyleşme sürecinin dört dönemi açıklandı (Mahler ve ark. 1975).

Mahler’in kuramı, yenidoğanların ve küçük bebeklerin dış dünyaya göre "ayarlanmadan" doğduklarına dikkati çekerek, insan yavrusunun biyolojik doğumu ile psikolojik doğumunun birbiriyle çakışmadığını ileri sürmektedir (Mahler 1974). Psikolojik doğumu, ayrı bir birey durumuna gelmek, ilkel de olsa ilk basamak düzeyinde kendi kimliğini kazanmak olarak tanımlayan Mahler, küçük bebek ile psikotik çocuğu birbirine benzetir. Mahler'e göre ikisinin de psikolojik doğumları gerçekleşmemiştir. Küçük bebek için bu henüz gerçekleşmemiştir, psikotik için ise gerçekleşmesi sekteye uğramış, başarılamamıştır (Mahler 1968).

Mahler ve arkadaşları normal gelişimin basamaklarını şöyle sıralamışlardır:

I. Normal otistik dönem (yaşamın 1. ayı)

II. Simbiyotik dönem (2-5. aylar)

III. Ayrılma-bireyleşme dönemi

        A. Ayrımlaşma altdönemi (5-9. aylar)

        B. Alıştırma altdönemi (9-15. aylar)

             a) Erken alıştırma altdönemi

             b) Esas alıştırma altdönemi

        C. Yeniden yaklaşma altdönemi (15-24. aylar)

             a) Yeniden yaklaşmanın başlangıcı

             b) Yeniden yaklaşma krizi

             c) Krizin bireysel çözümleri

        D. Bireyliğin sağlamlaşması ve duygusal nesne sürekliliğinin başlangıcı (24-36. aylar ve ötesi)

 

I. NORMAL OTİSTİK DÖNEM

Yaşamın ilk bir ayıdır. Bu dönemin temel işlevi, doğum sonrası koşullarda organizmanın homeostatik dengesini sağlamaktır. Kendi bedeni dışında bir şey algılama yeteneğine pek fazla sahip olmayan yenidoğan, genellikle kendi iç uyaranlarının dünyasında yaşıyor ve tamamen içgüdüsel bir temelde işliyor gibi görünmektedir. Onu dış uyaranlara karşı koruyan hipotetik bir "uyaran bariyeri"nden söz edilebilir. Ağlama gibi affektif ve motor boşalım örüntüleri, annenin gereksinimleri karşılamasını sağlayan sinyaller olarak işlev görürler. Ancak gereksinimlerin doyumu bebeğin "koşulsuz", omnipotan, otistik yörüngesinden gelmektedir (Mahler ve ark. 1975). Bu dönemde annenin bakım ve ilgisi yenidoğanı iç ve dış uyaranların seli altında kalmaktan korur. Aksi takdirde, yaşamın daha sonraki dönemlerinde görülen panik tepkilerine eşdeğer ve bütün organizmayı saran tedirginlik durumları oluşabilir. Yaşamın bu döneminde, annenin bir dış ego olarak işlev gördüğü söylenebilir. Anne bir yandan yenidoğanı iç uyaranlarının seli altında kalmaktan ve örselenmekten korurken, bir yandan da bedensel algıların yavaş yavaş dışarıya yönelmesine yardımcı olur. Böylece çocuğun dış dünyayı giderek daha çok fark etmesi sağlanır (Mahler ve McDevitt 1989). Mahler bu süreci, "libidinal kateksisin ilk kayması" (the first shift of libidinal cathexis) olarak adlandırır ve simbiyotik döneme geçişi belirleyen bu değişimi, bir bakıma "kabuğun kırılması" olarak niteler (Mahler 1968). Her ne kadar otistik dönem, dış uyaranlara ilgi yatırımının göreceli yokluğu ile dikkati çekmekte ise de bu, dış uyaranlara hiç yanıt verilmemesi anlamına gelmez. Zaten normal otistik dönem ile daha sonraki dönemler arasındaki geçişi sağlayan da, bu bir belirip bir kaybolan yanıt vermelerdir (Mahler ve ark. 1975).

II. NORMAL SİMBİYOTİK DÖNEM

Bu dönem ikinci aydan beşinci aya kadar sürer. "Ben" ile "ben-olmayan" henüz ayrımlaşmamıştır. "İçerisi" ile "dışarısı"nın farklı olduğu yalnızca sezilmeye başlanmıştır. Simbiyotik dönemin başında, annenin çabası ve bebeğin kendi gerilim azaltıcı gayretleri homeostazisi sağlama ve sürdürme yönündedir. Zamanla çocuk "haz verici" ve "iyi" olanla, "acı verici" ve "kötü" olanı ayırt etmeye başlar. Bu ayrımlaşma, daha sonraki bölünme (splitting) düzeneğinin temelini oluşturacaktır (Mahler ve McDevirt 1989). (Burayı tıklarsanız BÖLME SAVUNMA MEKANİZMASI hakkındaki yazıyı okuyabilirsiniz.)

Doyum ve haz verici yaşantının beden dışından geldiğinin fark edilmesiyle birlikte, otistik dönemden simbiyotik döneme geçiş başlar. Egonun ve aynı zamanda simbiyotik nesne algısının başlaması ile birlikte, doyumun engellenebilmesi yeteneği de belirmeye başlar. Bu gelişme, bellekle oluşan izler sayesinde ortaya çıkmaktadır. Doyumun verdiği haz ile anne algısı birliktedir. Bunun hatırlanması doyumun ertelenebilmesinde belirleyici rolü oynar.

Olgunlaşma süreci ve annenin bakımı sayesinde, bir yandan bedenin periferine ilişkin duyuların farkına varma çoğalırken, bir yandan da dış dünyanın farkına varma giderek artar. Homeostatik dengenin anneye bağlı olduğunu yavaş yavaş ayırt edebilen bebek, rahatlama ve doyumun dışarıdan geldiğini algılar. Simbiyotik dönemin doruğunda (beşinci ay dolaylarında) ortaya çıkan özgül gülümseme yanıtının da gösterdiği gibi, bebek simbiyotik eşine diğer insanlardan ayrı bir yanıt vermektedir. Bu dönemde bebeğin dikkati zaman zaman dış dünyaya yönelir, fakat daha çok anne ve anne ile ilgili şeyler etrafında yoğunlaşır.

Normal simbiyotik dönemin en önemli özelliği, filogenetik olarak, insan yavrusunun anne ile "ikili birlik" (dual unity) içinde duygusal bir bağ oluşturabilme yetisidir (Mahler ve McDevitt 1989). Daha sonraki tüm insan ilişkilerine zemin hazırlayan da bu yetidir. Doyurucu bir simbiyotik dönem, daha sonra gelen ayrılma-bireyleşme döneminde anneden başarıyla ayrılabilmenin ön koşuludur. Yeterli düzeydeki bir simbiyoz, bireyleşme adımlarının atılması ve dengeli bir "kimlik duygusu"nun kazanılması için son derece önemlidir (Mahler ve McDevitt 1989).

III. AYRILMA-BİREYLEŞME DÖNEMİ 

A. Ayrımlaşma (differentiation) Altdönemi

Beşinci ve dokuzuncu aylar arasındaki dönemdir. Bebekte bir uyanıklık, süreklilik ve amaca yönelme gözlenir. Bu görüntü, çocuğun "kabuğunu kırması"nın davranışsal belirtisidir. Bebek uyanıkken daha açık bir bilince ve dış dünyaya daha sürekli bir yatırıma sahiptir. Bu fenomenin en önemli davranışsal görünümlerinden biri, yakın ve uzak çevrenin algı yolu ile taranmasıdır. Annenin saçını, kulaklarını, burnunu çekme, kucaktayken arkaya doğru gerilip anneye bakma, ayrıca annenin ötesinde de çevreyi izleme sık görülen davranışlardır. Çevreyi tarama davranışı bebeğin kendi bedeniyle annenin bedenin ayırmasına yardımcı olur. Altıncı ve yedinci aylarda annenin yüzünün ve gözlük, kolye gibi üzerinde bulunan cansız nesnelerin elle dokunma ve bakma yoluyla araştırılması doruk noktasına ulaşır, ce-e oyunları başlar. Ayrımlaşma altdöneminin yedinci ve sekizinci aylar gibi ilerleyen aylarında kendisini anneden uzağa itme, ayaklarının dibinde oynamak üzere annenin kucağından kalkarak yere inme gibi davranışlarla fizik ayrılma denemelerinin başladığı görülür. Artık bebek tam bir bağımlılık içinde değildir. Kendi bedenini kullanarak aktif olarak haz alır, ayrıca haz ve uyarılma için aktif olarak dış dünyaya yönelir (Mahler ve McDevitt 1989).

Bebek, annesinin yüzünü fark edecek ve tanıyacak kadar bireyleştiğinde, diğer insanların yüzlerini de görsel ve dokunsal olarak araştırmaya başlar, yabancılara tepki gösterir. Yabancının yüzünü hem annesinin yüzüyle, hem de kendi içindeki anneye ait imge ile karşılaştırır. Bu karşılaştırma ve anneye bakarak kontrol etme, ayrılma-bireyleşme bakımından bu dönemdeki normal bilişsel ve duygusal gelişimin en önemli örüntüsü gibi görünmektedir. Simbiyotik dönemde anne ile iyi, sağlam bir ilişkisi olan bebekler çoğunlukla yabancıları incelemekten hoşlanırlar. Acı verici ve yetersiz bir simbiyotik dönem geçirmiş çocuklar ise yabancılardan rahatsız olurlar. Ancak aşırı müdahaleci annelerin bebekleri yabancıları tercih de edebilirler (Mahler ve McDevitt 1989).

Özetleyecek olursak; ayrılma-bireyleşmenin bu ilk döneminde, bebekler, bedensel anlamda ilk kez ana kucağından uzaklaşmak üzere adım atarlar. Ancak bir yandan da mümkün olduğunca annenin dizinin dibinde olmaya özen gösterirler.

B. Alıştırma Altdönemi 

Dokuzuncu ve onbeşinci aylar arasıdır. Erken alıştırma altdönemi ve esas alıştırma altdönemi olmak üzere ikiye ayrılır. Erken alıştırma altdöneminde çocukta emekleme, taytay durma, tırmanma, tutunarak yürümeye çalışma gibi anneden fiziksel olarak uzaklaşabilme yeteneğinin ilk belirtileri gözlenir. Esas alıştırma altdöneminde ise, iki ayak üzerinde serbestçe yürüme başlamıştır. Ayrılma ve bireyliğinin farkına varma yönünde ilk adımların atılması için birbiriyle ilişkili en az üç gelişme gereklidir:

1- Beden ayrımlaşması, özellikle sınır duygusunun oluşumu

2- Anne ile özel bağın kurulması

3- Anne ile yakınlık içinde özerk ego aygıtının olgunlaşması ve işlemesi (özerk ego aygıtı; bellek, algı gibi, çatışmaların dışında kalıp gelişen ego işlevlerini içerir) (Burayı tıklarsanız BENLİK İŞLEVLERİ hakkındaki yazıyı okuyabilirsiniz.)

Erken alıştırma altdöneminde, bebeğin anneye olan ilgisi çevredeki cansız nesnelere doğru yayılır. Bebek önceleri annenin verdiği nesnelerle ilgilenir, sonra yavaş yavaş uzanabildiği herşeye ilgi göstermeye başlar. Önüne çıkan herşeye karşı bitmez tükenmez bir araştırma ve inceleme başlamıştır. Annenin nerede olduğuna aldırış etmeden, emekleyerek onu bırakıp dış dünyaya doğru uzaklaşmaktadır. Sanki annenin kendisine ait bir parça olmadığının tam olarak farkında değildir. Düştüğünde ya da canı yandığında, annenin onu korumak üzere, kendiliğinden orada bulunmadığını fark ederek şaşkınlıkla etrafına bakar. Erken alıştırma altdöneminde gelişen hareket yetisi çocuğun dünyasını genişletir. Görülecek, işitilecek, dokunulacak bir sürü şey vardır. Kimlik oluşumu yönünden özel önem taşıyan nokta, bu aktivitelerin uyarıcı etkisiyle beden sınırlarının gelişmesi ve beden parçalarının ve beden kendiliğinin (body self") daha çok farkına varılmasıdır. Çocuğun ilgisi kendi yeteneklerine, yapabildiklerine ve gittikçe genişleyen, büyüyen dünyasına yöneliktir. Narsisizm doruk noktasındadır (Mahler ve McDevitt 1989).

Bu altdönemde, çocuk tüm bedenini kullanmaktan duyduğu aktif hazzı dışa vurur. Baktıkça, dokundukça, kullandıkça, elleriyle oynadıkça, el ve ayak parmaklarını emdikçe; bedeninin, beden sınırlarının ve beden işlevlerinin giderek daha çok farkına varır. Yavaş yavaş bu farkına varma ile bedeninin içindeki duyuların algısı birbirleriyle bütünleştirilir. Bu bütünleştirme, özellikle çocuk anne ve babanın isimlerini, kendi ismini ve göz, kulak, ağız gibi beden kısımlarının isimlerini öğrendiğinde gerçekleşir. Çocuktaki coşku yalnızca ego aygıtının kullanılmasına bağlı değildir. Aynı zamanda, anne ile kaynaşma ya da anne tarafından yutulma eğiliminden de kurtulmuştur. Çocuk alıştırma yaparken, sevgi nesnelerini taklit eder ve onlarla özdeşleşir. Bu özdeşimler çocuğun gelişmekte olan kimliğini ve bireyliğini şekillendirir. Yavaş yavaş kendi duygularıyla, yeni yeni farkına varmaya başladığı başkalarının duygularını eşleştirir ve diğer insanları kendi zevkini paylaşmaya, ona katılmaya davet eder (Mahler ve McDevitt 1989).

Alıştırma altdöneminin doğası yalnızca iç etkenlere değil, annenin tutumuna da bağlıdır. Bazı anneler alıştırma yapmayı, bağımsızlığı ve özerk olmayı teşvik eder. Bazıları ise engeller. Bunlar yakın simbiyotik ilişkiyi sürdürmeyi yeğlerler ya da çocuğu kapasitesinin üstünde olanı yapmaya zorlarlar. Eğer koşullar elverişli ise, yeni duyusal yaşantılar tadına doyulmaz deneyimler haline gelir ve çocuğun ilerlemesini sağlarlar.

 C. Yeniden Yaklaşma Altdönemi

Onbeşinci ve yirmidördüncü aylar arasıdır. Mahler ve arkadaşları (1975) elde ettikleri verilerden yola çıkarak bu altdönemi üç bölümde incelemeyi uygun görmüşlerdir:

1- Yeniden yaklaşmanın başlangıcı

2- Yeniden yaklaşma krizi

3- Krizin bireysel çözümleri (bunların sonucunda çocuğun kendisine özgü örüntüleri ve kişilik özellikleri oluşur ve çocuk dördüncü altdöneme bunlarla girer).

Onbeşinci ay dolaylarında çocuğun anneye yaklaşımı artık, "nasıl olsa var" şeklinde olmaktan çıkmıştır. İki ayak üstünde serbest hareket edebilmesi ve sembollerle düşünebilmenin başlaması nedeniyle çocuk kendi ayrılığını iyice fark etmektedir. Aynı zamanda devamlı genişleyen ve karmaşıklaşan iç ve dış gerçeklerle başa çıkmak zorundadır. Göreceli olarak annenin varlığını unutmuşçasına davranmanın yerini aktif yaklaşma davranışı alır. Yeni kazandığı becerileri ve deneyimlerini anneyle paylaşma isteği, sevgi gereksinimi ve annenin nerede olduğu ile sürekli ilgilenme belirgindir. Hareketlilik ve çevreyi araştırma ile uğraş ve bunun getirdiği coşku azalmıştır. Çocuk daha önce az çok kayıtsız kaldığı vurup çarpmalara, düşmelere duyarlı hale gelmiştir, hatta arada bir ayrılığının birdenbire farkına vurması bile moralinin bozulması için yeterlidir. Bu sırada en çok zevk aldığı şey sosyal etkileşimlerdir (McDevin ve Mahler 1989).

Bu altdönemde çocuk cinsel farklılıkları da görmeye başlar. Gerek kızlarda, gerek oğlanlarda cinsel farklılığın keşti çocuğun kendi bedeninin farkına varmasını arttırır. Çocuk giderek bedenini kendi malı olarak görmeye başlar. Giydirilirken ya da bezi bağlanırken edilgin durumda kalmayı reddeder, hatta kendisini hazır hissetmedikçe birinin sarılmasına, öpmesine bile karşı koyar (Mahler ve ark. 1975).

Öte yandan, ayrılığın ve sınırlılıkların farkına varılmasıyla, hem kendine olan sevginin, özgüvenin azalması tehdidi, hem de kendi büyüsel, omnipotan güçlerine inancın çökmesi tehdidi belirir. Çocuk yavaş yavaş annesinin isteklerinin her zaman kendisininkilerle uyuşmadığını, sık sık annesi ile çelişkiye düştüğünü fark eder. Bir yandan yeni gelişen özerkliğini genişletmek istemektedir. Ama öte yandan anneden ayrı olma duygusu acı verici olduğu için buna karşı koymak ister. Böylece, bu durumu çözmek için tüm düzenekleri işletir. Annenin yanında kalma isteği ile ondan uzaklaşma zorlantısı ve anneyi memnun etme arzusu ile ona yönelmiş öfke arasında kalır. Bu öfke, bir yandan anal dönemin özellikleri olan kıskançlık ve sahip olma isteği, bir yandan da özellikle kızlarda anatomik, cinsel farklılıklara tepki nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Zaman zaman anneye karşı belirgin ambivalans (çiftedeğerlilik) ve hostilite (düşmancıllık) gözlenir. Bu durum çocuğun anneye bir yapışan, bir kaçıp giden tutumuyla belirli bir krize yol açar (McDevitt ve Mahler 1989). Aşırıya kaçtığında bu davranışlar birer tehlike işaretidir. (Buraya tıklarsanız Winnicott'ın "BEN OLMA" halinin gelişimi ile ilgili katkılarını okuyabilirsiniz.)

Erken gelişim dönemlerinde göze çarpan üç ana korku, bu altdönemde bir araya toplanmıştır:

1.       Nesnenin kaybedilmesi korkusu,

2.       Nesnenin sevgisinin kaybedilmesi korkusu ve

3.       Kastrasyon anksiyetesi.

Bu dönemde annenin geri çekilmemesi ya da çocuğun ambivalansına sert tepki göstermemesi, duygusal olarak ulaşılabilir ve davranışlarında tutarlı olması, aynı zamanda çocuğu bağımsızlık yönünde hafifçe zorlaması özellikle önemlidir. Böylece çocuğun kendine olan aşın sevgisi ve büyüsel güçlerine olan gerçek dışı inancının yerini, yeni gelişen bireysel özerkliğine olan inancı alır. Annenin de yardımıyla çocuğun düşünce süreci ve gerçeği değerlendirme yetisi yavaş yavaş gelişir, duygusal olarak nesne sürekliliğinin sağlanması yoluna girilmiş olur. Bunların gerçekleşebilmesi için yeniden yaklaşma krizinin çözülmüş olması gereklidir. Mahler ve arkadaşları (1975), yeniden yaklaşma krizinin özel önemi olduğunu belirtirler. Bu krizin çözülmesi ya da çözülememesi yaşamın daha sonraki dönemleri için birçok bakımdan belirleyici olmaktadır. Bunlardan birisi nesne sürekliliği konusudur. Nesne sürekliliğinin kazanılması için önemli birkaç koşul vardır:

1- Annenin tasarımına (representation) birincil olarak olumlu bir bağlanmanın yanı sıra yeniden yaklaşma krizine özgü çatışmaların azalması.

2- Anne tasarımının "iyi" ve "kötü" yönlerinin tek bir simge halinde birleşmesi; böylece ambivalansın ve regresyona eğilimin azalması.

3- Anne imajının intrapsişik olarak çocuk için ulaşılabilir hale gelmesi.

Bu ulaşılabilirlik; duygusal beslenme, rahatlık ve sevgi gereksiniminin karşılanması için doğrudan annenin ulaşılabilirliğine eşdeğer bir önem taşır. Yani artık annenin kendisi libidinal olarak ulaşılabilir durumda olmasa da, çocuk intrapsişik olarak anne imajına ulaşabilmekte ve bu gereksinimlerini karşılayabilmektedir. Annenin sevgisine ilişkin anılar çocuğa yardım etmektedir. Düş kırıklığı ve öfke yumuşamış ve daha iyi tolere edilir hale gelmiştir. Bu duygular artık annenin sevgi davranışlarına ilişkin anılarla giderilebilmektedir.

Yeniden yaklaşma altdöneminde annenin duygusal ulaşılabilirliği kadar önemli bir başka etken de baba ile ilişkidir. Bu dönemde çocuğun daha geniş özerklik kazanma arzusu içinde olduğundan söz etmişim. Bu arzu anne ve diğerlerine karşı negativist tutum ile anlatım bulur. Aynı arzu anne-çocuk dünyasının genişlemesine katkıda bulunur. Birincil olarak bu dünya babayı da içerir. Baba çok erken dönemlerden beri bir sevgi nesnesi olarak, anneden tamamen farklı bir kategoride yer almaktadır. Her ne kadar simbiyotik birimin tamamen dışında olmasa da. hiçbir zaman tam bir parçası değildir. Buna ek olarak, bebek çok erken dönemlerde bile babanın anne ile özel ilişkisini algılar. Bu algı ayrılma-bireyleşme dönemi ve daha geç preödipal dönem için önemlidir (Mahler ve ark. 1975). Ayrıca çocuk için baba daha çok dış gerçekler ve başarılı özerk işlev görme ile ilişkilidir. Oysa anne bir kısıtlama ve engelleme ya da bir rahatlatma kaynağı olarak işlev görmektedir. Bu da çocuğun girişim duygusunun gelişmesi için bir tehdit demektir. Çocuğun ambivalansı ve regresif eğilimleri özellikle anne ile ilişkilidir. Baba ise güçlü, anneden ayrı, yardım eden bir yandaş gibi algılanır. Baba-anne çocuk ilişkisindeki ambivalansı yumuşar ve özerk gelişimi teşvik ederek çocuğun regresif eğilimlerine karşı savaşmasını sağlar. Ayrıca önemli bir kişi olarak özdeşim için kendini sunar. McDevitt ve Mahler'e (1989) göre, anne ile olan ambivalan bağın çözülmesi ve birey olmanın başarılması için. baba ile doyurucu bir ilişki çok büyük önem taşır. (Burayı tıklarsanız RUHSALLIĞIN GELİŞİMİNDE "BABA"NIN ROLÜ ile ilgili yazıyı okuyabilirsiniz.)

Bu dönemde çocuğun karşısına çıkabilecek bazı olası engeller vardır. Bunlar:

1- Sevgi nesnesinin düş kırıklığına uğratıcı ve ulaşılmaz ya da aşırı derecede tutarsız ve müdahaleci olması

2- Omnipotans duygusunu birden söndürecek şekilde çok ani ve acı verici şekilde yaşanan çaresizlik

3- Aşın derecede, birikici ya da ani örselenme

4- Kastrasyon tepkisinin narsisistik yarasını olağandışı boyutlarda yaşama

Bu gibi durumlarda yeniden yaklaşma krizi, yoğun ambivalansa ve nesne dünyasının "iyi" ve "kötü" olarak bölünmesine yol açabilir. Ayrıca yeniden yaklaşma altdönemi bir saplanma noktası haline gelirse ileride gelişmesi beklenen Oedipus karmaşasına ve çözümüne engel olabilir (McDevitt ve Mahler 19S9). Yeniden yaklaşma krizinin çözülmesi, gerçekçi özsaygının (self esteem) ve kendilik sürekliliğinin (self-constancy) onaya çıkması ve gelişmesi bakımından da önemlidir. Koşullar elverişli değilse, çocuk yaşayabilen ayrı bir varlık olarak kimliğinin ne olduğu konusunda belirsizliğe düşebilir. Böyle bir belirsizlik, genellikle kendilik tasarımının (self representaiion) yetersizliğine, özellikle kendilik sınırlarının ayrımlaşmasındaki yetersizliğe bağlıdır. Sonuç olarak, anne ile birleşme ve anne tarafından yutulma tehdidi üçüncü yılın ötesinde hala devam edebilir (Mahler ve ark. 1975). Yeniden yaklaşma krizinin çözülememesi özsaygıda da azalmaya yol açar. Saldırganlık öyle bir biçimde başıboş kalmıştır ki "iyi" nesne ile birlikle, "iyi" kendilik tasarımını da silip süpürür (Mahler 1971). Sağlam ikincil narsisizm ve kendilik sürekliliği yönündeki düzgün gelişme zedelenir. Üçüncü altdönemin sonunda, çocuk ilk basamak kimlik oluşumunu tamamlamıştır. Yani ayrı ve yaşayan bir varlık olarak kendisinin farkındadır. Aynı zamanda ikinci basamak kimlik oluşumu da başlar: bir kız ya da oğlan çocuğu olarak cinsel kimliği belirir. Ancak bu oluşum fallik-ödipal döneme kadar tamamlanmaz.

Yeniden yaklaşma krizinin çözülmesiyle, bölünme düzeneğinin yerini bastırma alır. Böylece ilk kez intrapsişik çatışmalar ve geçici nevrotik semptom oluşumuyla karşılaşırız (McDevill ve Mahler. 1989). Eğer yemden yaklaşma döneminin en önemli sorunlarından olan ambivalans ve "bölünme" çözülemezse kendilikteki ve nesnelerle ilgili süreklilik duygusu ve psişik yapının gelişimi bozulur, ödipal çatışmaların çözümü güçleşir. Böylece latent dönem ve ergenlikte ya narsisistik yönde nevrotik semptomlar gelişir ya da borderline belirtiler ortaya çıkar (Mahler ve ark. 1975). Yeniden yaklaşma ait döneminin sonunda id ve ego da artık ayrımlaşmıştır. Ego birçok işlev üstlenmiştir. Niyetlenme, dünü boşalımını erteleyebilme ve hastalanmanın erken formları belirir. Ayrıca regresyona karşı bir direnme ve engellenmelere, anksiyeteye ve ambivalansa karşı dayanabilmenin başlangıcını da görmek mümkündür.

Bu altdönemin sonunda kısım kısım algılanagelen nesne, "iyi" ve "kötü" yönleri ile tek bir nesne halinde bütünleşir. Ayrıca beden kısımları ile kendiliğin "iyi" ve "kötü" yönleri de bütün bir kendilik şeklinde birleşir. Daha sonra, dördüncü altdönemde, kendiliğin ve nesnenin daha yüksek bir psikobiyolojik ve sosyal gelişim basamağında bütünleşmesi beklenir. Bu bütünleşme daha önceki kendilik ile nesnenin simbiyozundan çok daha farklıdır. Burada kendilik daha büyük bir bütünün, aile ve toplumun bir parçası gibi hissedilir. Kendilik ve nesne sürekliliği ile birlikte, bu daha üst düzeydeki bütünleşme, çocuğu yeniden yaklaşma krizine özgü çaresizlik ve yalnızlık tehditlerinden kurtarır. Kural olarak çocuk artık regresif simbiyotik yutulma tehlikesine karşı savaşmak zorunda değildir. İçsel ve dışsal olarak sevgi nesneleriyle yakın bir ilişki kurmuş, aynı zamanda özerklik kazanmış ve birey olmaya başlamıştır. (Burayı tıklayarak Kernberg'in Nesne İlişkileri Kuramı ile ilgili formülasyonunu okuyabilirsiniz.)

Yeniden yaklaşma krizinin klinik sonucu birkaç etkene bağlıdır:  

1- Libidinal nesne sürekliliğinin gelişmesi

2- Daha sonraki düş kırıklıklarının niceliği ve niteliği (zorlar ve örselenmeler)

3- Olası ağır örselenmeler

4- Kastrasyon anksiyetesinin derecesi

5- Oedipus karmaşasının sonlanışı

6- Ergenliğin gelişimsel krizleri

D. Bireyliğin Sağlamlaşması ve Duygusal Nesne Sürekliliğinin Başlangıcı

Yirmidördüncü ve otuzaltıncı aylar arası ve ötesinde yer alan bu altdönemin ayrılma-bireyleşme açısından iki ana hedefi vardır:

1- Bazı yönlerden yaşam boyu sürecek özellikleri bulunan belli bir birey olma niteliğinin kazanılması

2- Belirli bir dereceye kadar nesne sürekliliğinin kazanılması (Mahler ve ark. 1975).

Bu altdönemdeki çocuk (iz yönünden ele alındığında oldukça ileri bir ego yapılanması gösterir. Ayrıca anne-baba isteklerinin içselleştirilmesine ilişkin kesin işaretler vardır. Bunlar süperego öncüllerinin oluşumunu gösterir. Libidinal nesne sürekliliğinin gelişmesi oldukça karmaşık bir süreçtir. Ama gene de, çoğunlukla üç yaşındaki normal bir çocukta nesne sürekliliği yeteri kadar sağlanmıştır ve A. Freud'a göre üç yaş çocuğu ana okuluna gitmeye hazırdır (Mahler ve ark. 1975). Ayrılma-bireyleşme sürecinin bu dördüncü altdönemi ilk üç altdönemden farklıdır. Çünkü sonu açıktır, yani belli bir noktada sonlanmaz. Bu dönemde sözel iletişim, hayal kurma, gerçeği değerlendirme gibi karmaşık bilişsel işlevler ortaya çıkar. Büyüklerin isteklerine etkin olarak karşı koyma, özerklik isteği (birçok zaman hala gerçekçi olmayan biçimde) sürmektedir. Yineleyici hafif ya da ılımlı karşı koyuculuk (negativizm) bu dönemin özelliklerindendir ve kimlik duygusunun gelişmesi için gerekli gibi görünmektedir. Ayrıca daha önce de belirttiğim gibi çocuk temel olarak anal ve erken fallik dönemden geçmektedir. Önceden yaşanmış ve yaşanmakta oları olaylar üç yaş çocuğunun birey olma şeklini ve derecesini belirler. Tuvalet eğitimi ile ilgili sorunlar ve anatomik cinsel farklılığın anlaşılması bazı güçlükler yaratabilir. Anatomik cinsel farklılık küçük kızın narsisizmi için bir darbe, küçük oğlanın beden bütünleşmesi için ise bir tehlikedir (Mahler ve ark. 1975).

Üçüncü yıla kadar, her çocuğun yaşamında, annesinin değişik derecelerde empatik kişiliğine, ve annelik kapasitesine bağlı olarak, şimdiye kadarki yaşantılarının sonucunda oluşmuş belli bir ruhsal yapılanma meydana gelmiştir. Bu, babayı ve tüm aileyi de içerir. Çocuğun tepkileri rastlantısal ama bazen zorunlu olaylardan (hastalıklar, cerrahi girişimler, kazalar, anneden ya da babadan ayrılma) yani yaşanılan etkenlerden büyük ölçüde etkilenir. Bu tür rastlantısal olaylar, bir bakıma çocuğun kaderini çizer. Bu çizgide sonsuz çeşitlilik, ve tekrarlarla kendini gösteren yaşam temaları ve yaşamı boyunca yüklendiği görevleri bulunur (Mahler ve ark. 1975).

Türk Psikiyatri Dergisi'inde yayınlanmıştır. [Sayı 4 (1) 1993, s. 60-66]