• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

"NESNE" CANLI MI, CANSIZ MI?

Canlı-cansız nesne ayrımı ile canlı-cansız etkileşimin dinamikleri, ruhsal gelişimde farklı yönleri ile etki gösteren ve süregiden süreçlerdir. Psikanalistlerin ruhsal dünyadaki insan tasarımlarına “nesne” adını vermesi bunun önemli bir kanıtıdır. Bir diğer önemli kanıt, Klein’ın oyuncak “nesne”lerini çocuk psikanalizinde kullanmasıyla gün yüzüne çıkmıştır. Oyuncak “nesne”ler çocuk için sözcüklerin ve sözcüklerden önce serbest çağrışımın ve düşlemin taşıyıcısıdırlar.

Hareketlilik, değişim ve canlılık arasında yakın bir bağ vardır. Bebek canlı (parmağı ya da annenin memesi) ve cansız (biberonu) nesneyi 3-4 aylıktan itibaren ayırmaya başlar. Searles, psikotik hastaların analizinden şöyle bir sonuca varmıştır: önce bebek kendisini canlı ve cansız dünya ile “bir” kabul eder, sonra “canlılığını” algılar, ardından da tüm nesnelerin insanlaştırıldığı bir “animistik dönem” gelir. Winnicott bu canlılığa, annenin düzenli bakımı, kucaklaması ve sevgisi ile kavuşulduğunu vurgulamıştır.

Piaget, çocuğun her hareketli nesnenin canlı olduğunu düşündüğünü belirtir. Önce çocuk şöyle der “Ben yürürsem bulutlar hareket eder.” (5 yaşa kadar, büyüsel tümgüçlü düşünce ego merkezlidir. Kendilik, insan ve nesne ayrışmamıştır), sonra “İnsanlar ya da tanrı baba bulutları hareket ettiriyor.” der (6 yaş, animistik düşünce, kendilik diğer insanlardan ayrılmış ama nesne hala insanın kontrolünde), son aşamada “Bulutlar kendisi hareket ediyor.” (7-8 yaş, kendilik, insanlık ve nesne ayrışmış, nesnenin insanlıkla bağı kopartılmış [dış nesnenin depersonalizasyonu]) diyebilir. Piaget harekete bağlı animistik düşünceyi ise dört aşamaya ayırır: (1) canlılık harekettir (2) hareket etme canlılık belirtisidir (3) canlılık kendiliğinden hareket edebilmektir (4) yalnızca hayvanlar ve bitkiler canlıdır.

Ruhsal gelişimde cansızlara ve hayvanlara insansı özellikler atfedilmesi azalarak biter. Anal dönem hayvanlara insan (Ninja kaplumbağa, Kungfu panda), insanlara hayvan (örümcek adam, Wolverine) özellikleri atfedilir. Bu sürecin beraberinde iç ve dış dünya ayrımı gelişir. Nesnelere nesnel bakış açısı güçlenir. Winnicott geçiş nesnesinin anne olmama özelliğine, gerçekliğine vurgu yapmıştır.

Canlı-cansız ayrımı somut düşünce de yoktur. Canlı-cansız nesne eşdeğer kabul edilir. Somut düşünme biçiminde özellikler ve eylemler, maddeye ya da bedene sıkıca bağlıdır. Aynı zamanda özellikler ve eylemler yalnızca tanımlandıkları biçimi ifade ederler, tek anlamları vardır. Örneğin “yumuşaklık anneme özgüdür o zaman yumuşak olan her şey annemdir” düşüncesinde yumuşaklık ve anne birbirine sıkıca bağlıdır ve tek bir durumdur. Somut düşünme biçiminde insan çevresindeki canlı-cansız tüm nesnelere bağımlıdır. Somut düşüncede bağımlılık devam eder. Soyut düşünce geliştikçe bağımsızlaşılır, düşünme biçimi çeşitlenir, yaratıcılık artar. “anne”nin yerine yumuşak bir nesneyi koymak somut düşünceden köken alan bir geçiş alanı yaratır. Anne ile ilişkideki temel güvenin somutluğu yani somut biçimde varlığı ile güven veren bir bakım soyut düşüncenin sonsuz çeşitliliğine karşı güçlü bir temel oluşturur. Soyut düşünce, somut düşüncedeki nesnelerin işlenmesini sağlar. Somut düşünce düşlerde etkindir. Örneğin rüyada bir bıçak görülebilir. Daha sonra soyut düşüncede bıçak üzerine konuşulabilirse yorumlama sayesinde “bıçak” nesnesi birçok anıya ve düşünceye bağlanabilir.

Bebeğin ilk cansız nesnesi olan süt oral dönemin ana-nesnesidir. İnsan yemeği canlıları cansızlaştırarak yer. Annesi ile ilişkisinde duygusal açıdan doyamayanların doyurmayan çözümü ve savunması bulimik hastalarda yemek, anoreksik hastalarda sürekli yemekleri düşünmek haline gelir. Oral dönemde cansız bir nesne olan sütün içe alımına doyum duygusu bağlanır. Duygusal açıdan doyuramayan annenin bedensel olarak içe alımı ile iç dünyada “aç bırakan annenin” içe alınmış tasarımı somut olarak kalır.

Bunun erişkinlikte yüceltilmiş hali mutfak ve sofra kültürünü oluşturur. Anal dönemde bebek kendisinden çıkan kaka ile uğraşır. Bedeninden çıkan cansız nesneyi bırakıp onu yaşam alanının dışına atmalıdır. Saç, ter, tırnak, kıl, çiş bedenden çıkan diğer cansız nesnelerdir. Çocuk annesinin saçı ile oynayabilir. Bunlar tutulabilir ya da biriktirilebilir de. Simgesel anlamlar taşırlar, büyücülükte kullanılırlar. Deri hem canlı hem cansızdır. Bick, annenin bakımına ve çocuğuna yaptığı yatırıma dayalı olarak ruhsal derinin gelişimini açıklamıştır.

Büyüsel düşüncede cansız nesneler tehlikelere karşı koruma, ruhsal sınırın varlığını hissettirme, narsisistik gücü pekiştirme rolünü taşırlar. Büyüsel düşüncenin düşlemsel dünyasında somut nesne, psikolojik gerileme ile gevşeyen kendilik ve nesne ilişkilerinin kaybolmamasına karşı bir sigorta olur. Cansız nesne, büyüsel düşüncenin paranoid belirsizliğine karşın belirgin ve elle tutulur bir güvencedir.

Canlı ve cansız nesne ayrımı psikozda, otistik nesnelerde ve animistik düşüncede bozulur. Sapkınlık, bağımlılık, yas, takıntı, fobi ve göç nesnelerle ilişkinin patolojikleşebildiği durumlardır.

Psikotik bir hasta cansız bir eşya gibi hareketsiz durabilir. Bazı beden parçalarını eşya ya da makine olarak algılayabilir.

Sadomazoşistik eyleme dökmelerde eşyalar kastre etmek ve acı çektirmek için kullanılır. Sadomazoşistik eyleme dökmede sadist kişi mazoşistik kişiyi eşya gibi kullanırken acı çektiğini görmek ona canlılık verir.

Fetişizmde fetişistik nesne kastre edilmiş annenin penisinin eşdeğeridir. Böylelikle annenin kastrasyonu inkar edilir, kastrasyon üzerinde büyüsel bir tümgüçlülük elde edilir, yakınlaşma kontrol altına alınır, düşmanlık halindeki saldırganlık dürtüsü eyleme dökülerek boşaltılır. Sapkınlıklarda eşyalar düşlemi eyleme dökmede ve gerçeği inkar etmede kullanılır.

Bağımlılılarda cansız nesneler yatıştırıcı ya da uyarıcı olarak kullanılırlar. Bağımlı olunan nesne ve eşyalar yakınlarda tutulmalıdır. Böylelikle sakinleşme garantisi aranır.

Yas ve göçte ayrılınan kişi ve yer ile ilişkili bağlantı nesneleri seçilir. Bunlar hem kutsallaşıp hem de tabulaşabilirler. Nesnelerin saklanması ile bir müze alanı yaratılabilir.

Takıntılı kişiler canlı (eş, anne-baba, çocuk, vb.) ve cansız (para, ev eşyaları, her türlü eşya, vb.) nesneleri saklamak, biriktirmek, temizlemek ile uğraşmayı severler. Bu uğraşı ile sağladıkları rutinler dürtü ve duygularından uzaklaşmalarını ve bunları yalıtarak canlı ve cansız nesnelere yansıtmalarını sağlar. Canlı ve cansız nesneleri üzerinden kontrol duygularını doyururlar. Ayrılık sorunları eşyalara da yansır ve eşyalarını atamaz, paralarını harcayamazlar.

Fobik kişilerde fobik nesne (eşya, hayvan, insan) çeşitli dinamiklerle ortaya çıkan kaygının yer değiştirme ile yansıtıldığı nesne olur. Korkunun nesnesi, yeri ve kapsayıcısı olan nesneden kaçınma yaşanılan korku ile karşılaşmaya karşı bir savunmadır. Küçük Hans olgusunda Freud, at korkusunun dinamiklerini ortaya çıkarmıştır.