SİMYACI’DA KONUMLAR ARASI İLİŞKİLER
Yıllar içinde psikanalistler, psikopatolojilerin bazı savunma düzeneklerinden oluşan gruplar etrafında toplandığını saptamıştır. Psikiyatrik hastalıklar bu savunma düzeneklerinin gruplarını tanımlarlar. Örneğin obsesif nevrozda; yapma-bozma, karşıt tepki oluşturma, akılcılaştırma, yalıtma gibi savunmalar daha sık kullanırlar. Hastalandıklarında bunlara bölme, inkar ve eyleme dökme sıklıkla eşlik etmeye başlamış, psikolojik açıdan gerilemeleri artmış demektir. Bir diğer durum savunma düzeneklerinden birinin yoğunlukla ve yıkıcı bir biçimde kullanılmaya başlanmasıdır. Örneğin konversiyon bozukluğunda hasta her kaygıyı sembolik anlamı olan bedensel bir belirtiye dönüştürür.
Psikanalistler bazı kişilik tipleri olduğunu da fark etmişlerdir. Bunları oral, anal karakter ya da depresif, obsesif, histerik olarak tanımlamışlardır. Psikoseksüel gelişim dönemleri üzerinden yapılan kişilik tanımlamaları zamanla bırakılmıştır. Hatta günümüzde psikoseksüel gelişim dönemleri üzerinden yapılan analizler azdır. Halbuki bu bakış açısı çok yararlı ve pratiktir. Klein bu duruma getirdiği yaklaşım ile önemli bir tıkanmayı gidermiş, psikanalitik açıdan gelişimi, başı ve sonu keskin olan aşamalar olarak değil konumlar olarak tanımlamıştır. Paranoid-şizoid ve depresif olarak iki konum belirlemiştir. Daha sonra Ogden bunlara otistik-bitişik konumu eklemiştir. Bu konumlar gelişimsel açıdan aşamaları temsil etseler de erişkin yaşamında ve ruhsallığında gidip gelinen konumlar olarak varlıklarını sürdürürler.
Konum, psikolojik gelişimin bir aşamasıdır. Bir konumdan diğerine geçiş bir gelişim göstergesidir. Psikopatolojilerde konumun özellikleri kişilikte baskınlaşır, bir saplanma olur, yıkıcılık artar. Sağlıklı erişkinler konumlar arasında geçişler yapabilirler. Bir kişi iş yaparken obsesif kompulsif konuma, bir kayıp yaşadığında depresif konuma, bir savaşın ya da çatışmanın içindeyken paranoid şizoid konuma geçebilir.
Bu sunumda önceden birçok yönden tanımlanmış bir yapılanma olan obsesif-kompulsif durumdan söz edeceğim. Ama bu yapılanmayı bir karakter, patoloji ya da 3 yaşında yaşanmış ve orada kalmış bir dönem olarak değil bir konum olarak görüyorum. Dört nedenden ötürü bu konuyu önemsiyorum. Birincisi obsesif-kompulsif durumların ihmal edildiğini gördüm. Histerikler nasıl duygusal ifadelerini yoğun biçimde kullandıklarında hafife alınıyorsa obsesif-kompulsif durumlar da duyguların yalıtılması yüzünden onlarla ilişki kurmak zorlaştığı için pek dokunulmamış bir alan olarak kalmışlardır. İkincisi yaşamın ve medeniyetin içinde ciddi düzeyde ağırlığı olan bir konumdur. Obsesif-kompulsif konumda yapılan çalışmalar sayesinde bugün bir medeniyet vardır. Yaşamla ve psikanalizle iç içe olması da görülmesini engellemiş olmalıdır. Üçüncü neden uygarlığın huzursuz olmasıdır. Obsesif kompulsif konumun baskınlığı huzur getirmemiştir. Dördüncü neden ise obsesif kompulsif durumlar çok büyük oranda patoloji ya da savunma olarak görülmüş ve normalliğin dışına itilmişlerdir.
Paulo Coelho'nun Simyacı öyküsü, 70 milyona ulaşan kopya sayısı ve 80 dile çevirisi ile içimizdeki sağlıklı obsesif-kompulsif konumun varlığının kanıtıdır. Önce size paranoid-şizoid ve depresif konumları özetledikten sonra Simyacı aracılığıyla obsesif-kompulsif konumu tanımlayacağım. Bu sırada obsesif-kompulsif konum ile paranoid şizoid ve depresif konumlar arasındaki ilişkiye odaklanacağım.
Paranoid-şizoid konum bebeğin ilk 4 ayında görülür ve nesne parçası ile ilişkiler egemendir. Bebek annesini “meme” olarak algılar. Anne, doyurduğunda melektir ve çok iyidir. Doyum hızlıca gelmiş, sınırsızmış ve sürekliymiş gibi algılanır. Anne doyuramadığında ise zalim ve çok kötüdür. Doyum hiç gelmeyecek, doyumsuzluk sonsuza kadar sürecekmiş gibi algılanır. İçe ve dışa yansıtma döngüsü hızlıdır. Dışa yansıtmanın baskınlığı saldırılma ve zulüm görme kaygılarını şiddetlendirir. Zulüm görme kaygıları zihni, parçalara ayrılma tehdidiyle karşı karşıya bırakır. Saldırganlık ve sevme dürtüleri güçlüdür ve iç içedir. Benlik zayıftır, bütünleştirme ve kaygıya tahammül etme gücü yetersizdir. Benlik; inkar, bölme, idealleştirme, geri çekilme ve tümgüçlü kontrol düzeneklerini kullanır. Yansıtmalı özdeşim ile kötücül parçaların nesneye yansıtılması benliği güçsüzleştirir. Zulüm görme korkuları artınca nesne tümgüçlü bir biçimde kontrol edilmeye çalışılır. Ölüm dürtüsü, parçalara ayrılma, bütünlüğü kaybetme birer sorundur. Annenin varlığı ve bakımı ilk iyi nesnenin içe yansıtılmasını ve içeride var olmasını sağlar. Bu iyi nesnenin en önemli işlevleri bütünleştirici, kucaklayıcı ve kapsayıcı olmasıdır. Buradaki birincil özdeşim, benliğin ve kendiliğin merkezi olacaktır.
Paranoid-şizoid konumda kendilik, depresif konumda nesne/anne tasarımı saldırganlıktan korunmaya çalışılır. Obsesif-kompulsif konumda ise kendilik ve nesne arasında gelişen ayrışma ve kaybetme kaygısı ve sado-mazoşistik ilişki üzerinde çalışılır.
Depresif konumda bebek yaşamının 6.-8. aylarından itibaren annesini daha bütüncül olarak algılamaya ve içe yansıtmaya başlar. Hala ikili ilişkiler düzeyindedir ama yaşamın sınırlılıklarını algılar. Saldırganlık ve sevgi sadistik bir örgütlenme düzeyine gelmiştir. Annesine yönelik saldırganlık hisleri yüzünden bebek suçluluk ve üzüntü hissetmeye başlamıştır. Çifte değerlilik ortaya çıkmaktadır. Suçluluk hissi onarma arzusunu doğurur. İyi parçalar bir arada tutulmaya çalışılırken kötü parçalar atılmaya çalışılır. Böylelikle iyiliğin gücü kötülüğün yıkıcılığından korunur. Bebek, annesinin tümüyle iyi olmadığını anladığında “tümüyle iyi anne tasarımı”nı kaybeder. Tümüyle iyi anne artık yalnızca içsel bir nesne olmuştur. Annesi, hem onu kızdıran ve bekleten hem de mutlu eden ve doyurandır. Depresif konumda içe yansıtma baskındır, tümgüçlülük hissi bozulmaya başlamıştır.
Bundan yaklaşık 2 ay önce bir pazar günü 1965 yılındaki obsesif nevroz konulu Uluslararası Psikanaliz Kongresi'nin konuşmalarını okuyup özetini çıkarmıştım. Obsesif-kompulsif bir konumda gerçekleştirdiğim güzel bir çalışmaydı. Sakin bir gündü ve çalışmayı keyifle bitirmiştim. Çalışmayı toparlamanın verdiği huzur vardı içimde. Tabi o sırada 2 hafta sonra bilgisayarımın tüm yaptıklarımı bozacağını bilmiyordum. O pazartesi bilgisayarım açılmadığında fazla endişelenmedim. Çünkü obsesif-kompulsif konumun biriktirici yanından hareketle 3 ay önce içindekileri yedeklemiş, kaybetmeye karşı savunmamı eyleme dökmüştüm. Ne yazık ki konuşma ile ilgili hazırlıklarımın çoğu yok olmuştu. Konuşmamda söz edeceğim konuların büyük bir kısmını zihnimde tutmuş ve düzenlemiştim aslında. Sonra kader karşıma Simyacı'yı çıkardı. O sıralarda obsesif-kompulsif konumu bir vaka üzerinden nasıl anlatabileceğimi düşünürken Simyacı’yı okumaya başladım. Simyacı’yı okumak yıllardır içimde tuttuğum bir istekti ve okumaya başlayınca obsesif-kompulsif konumda yazılmış bir kitap olduğunu hemen anladım. Kitapta Paulo Coelho, yapabileceğimden çok çok daha iyi bir biçimde anlatmak istediklerimi öyküleştirmişti.
Öykü, iki alıntı ile başlar. İlki İncil’dendir. “İyi olan”a hizmet eden Marta ve “iyi olan”ı seçen Meryem’in öyküsüdür. İki kalp buluşmuştur. İkincisi Simyacı’nın, Narkisos'un öyküsünü ve Oscar Wilde'ın müthiş yorumunu okuyuşudur. Narkisos kendi güzelliğine bakarken göle düşüp boğulur. Narkisos’a yönelen bir orman perileri bir de göl vardır. Orman perileri Narkisos’unpeşinde koşmuş, göl ise yüz yüze bakışmıştır. Öldükten sonra göl, eğilip kendi yansımasına baktığında Narkisos’un yakışıklılığını göremediği için üzülmüştür. Narkisos göle bakarken kendi güzelliğini, göl Narkisos’un gözünde kendi güzelliğin görmüştür. Birbirlerine bakmışlar ama birbirlerini görememişlerdir. Öykü, bir tarafta hazineyi bulmak diğer tarafta kurulamamış ve aslında kaybedilmiş bir ilişki olasılığı ile, ilişkisizliğin ve hazineyi göremeyişin neden olduğu yok oluş ile başlar. Paranoid, şizoid ya da depresif değil, narsisistiktir.
Kahramanımız Santiago, içinde bir gezme zorlantısı hissetmiş, dünyayı merak etmişti. Santiago'nun babası onun bir rahip olmasını hayal etmiş ve rahip okuluna yollamıştı. Bu hayal Santiago'nun kastrasyonu demekti ve onu obsesif-kompulsif konuma saplayabilirdi. Babası sonradan onun arzusunu tanımış ve onun için ayırdığı (bunları yerde bulmuştu babası) altınları kendisine koyunlar alması için vermişti. Santiago bir koyun sürüsü alarak Endülüs’ü gezme ve dışa açılma zorlantısını çobanlık yaparak gerçekleştirmişti. Santiago çıkış olmayan çıkışını, bir sevgili yerine yanına koyunlar alarak gezmekte bulmuştu. Çobanlıkta bir rakibi yoktu ve rahiplikten daha az şizoid bir işti. İçe kapanma, kitaplarını ve koyunlarını okuma ile dışa açılma arasında gidip gelebiliyordu. Çobanlara kız verilmediğini ise sonradan öğrenecekti.
Koyunları öldürebilecek kurtlar ve yılanlar tehlikeliydi ve paranoid korkular yaratacak kadar ölümcül ve sinsiydiler. Koyunlara çobanlık yapmak, paranoid-şizoid konumdaki kişinin parçalarının bütünlüğünü koruması gibidir. Koyunlar her an dağılabilirlerdi. Bir tanesi kaçtığında bir gün boyunca aramıştı. Çoban, tümgüçlü kontrol ile onları bir arada tutmak, sezgileri ile onları anlamak zorundaydı. Koyunları ile arasında bir iletişim vardı. Koyunlar “sadece yemek ve su ile ilgilenen, değişimi ve kötüyü algılayamayan” halleriyle bebeksi parçalarını simgeliyorlardı. İçsel bütünlüğünü koruyan bir kılıf olarak yamçısı da vardı.
Rutin biçimde her sabah uyanıp koyunları otlatması ve değişik yerlere gitmesi yeterince sıkıcı bir tekrar haline gelince tekrarlayan bir rüya görmeye başlamıştı. Firavun inciri ağacının altında gördüğü rüyasında bir çocuk önce koyunlarla oynuyor sonra Santiago’yu Mısır piramitlerinin yanına götürerek burada bir hazine bulacaksın diyordu. Bu rüyasını yorumlayacak insanlar aramış, korkutucu anne temsili Çingene ve tekinsiz baba temsili Yaşlı Kral rüyayı simgesellik olmadan birebir yorumlamışlar ve ona piramitlerin yanında bir hazine bulacağını söylemişlerdi. Bunun yanında simgesel bir amaca, hazineye tutunacak etkiler bırakmışlar, Çingene hazineden pay istemiş, Yaşlı Kral büyüleyici ve bilgece konuşmuştur. Yaşlı Kral delikanlının her şeyini bilir. Kişisel öyküsünü gerçekleştirme yönünde cesaret verir. Olumsuz görünen etkenleri yorumlar. Kişisel arzu ile dünyanın ruhu arasında bir bağ kurar.
Bu sıralarda aklında bir de kız vardır. Kız, delikanlıya hayrandır ve delikanlı onu etkileyecek şeyler anlatır ve biriktirir. Ödipal konum kendini az biraz gösterir, bir sevgili hayali kurabilir.
Santiago koyunlarını satıp kazandığı para ile Avrupa’dan Afrika’ya geçer. İlk günden dilini bilmediği bir ülkede onu piramitlere götürmeyi vadeden dost gibi gözüken düşman genç tüm parasını çalar. Bir anda tüm varlığını kaybetmiş ve paranoid-şizoid konuma gerilemiştir. Varlıksız bir halde pazarın orta yerinde uyur o gece. Kalktığında, sabah annesiyle oynaşıp sonra sütünü emen bir bebek gibi, güvenilir bir gülümsemesi olan tatlıcıya tezgahını kurmada yardım eder, kahvaltısını onun verdiği tatlıyla yapar.
Sonra şehirde gezinmeye başlar ve bir yokuşu tırmandığında kristal eşyalar satan bir dükkanda “yabancı dillerin” konuşulduğunu yazan bir yazı görür. Tüccara:
- İsterseniz bu vazoları temizleyebilirim. Bu durumdayken kimse satın almak istemez bunları, der.
Depresif konuma saplanmış olan tüccar, varlık ile yokluk arasında, hiçbir şey söylemeden delikanlıya bakar.
- Buna karşılık karnımı doyurmam için bana bir şeyler verirsiniz, tamam mı?
diye sorduğunda da bir yanıt vermez. Depresif konumda varlık ve yokluk, açlık ve tokluk belirsizliğe gömülüdür.
Santiago, obsesif-kompulsif konumdaki bir kişinin zorlantılı invazifliği ile kristalleri temizlemeye başlar. Bu sayede hem oral açlığını doyuracak hem de tüccarı depresif konumdan çıkaracak, ikili bir işlev görecektir. Öğle yemeğine gittiklerinde tüccar, obsesif-kompulsif konumu tanıdığını açıklarken iç ve dış dünyanın etkileşimini vurgular:
- Yemek için kristalleri temizlemene gerek yoktu. Kur’an’ın yasası aç insanları doyurmayı emreder. Ama kristaller kirliydi ve benim gibi senin de, kafamızdaki kötü düşünceleri temizlememiz gerekiyordu.
Obsesif-kompulsif konumu bildiği için tüccar simgelerin büyüsel dilinden de anlar, onları anlamlandırabilir.
- Dükkânımda çalışmanı isterim. Sen kristalleri silerken iki müşteri geldi. İyi bir işaret, der.
Santiago, “insanlar durmadan işaretlerden söz ediyorlar ama tam olarak neden söz ettiklerini bilmiyorlar" diye düşünür, erişkinlerin dilinde anlamadığı sözcükler vardır. Kendisi de yıllarca paranoid-şizoid konumda çobanlık yaparken koyunları ile sözcüksüz bir dille konuşmuş ama bunu yapabildiğinin farkına çok sonraları varmıştır.
Santiago tüm gün çalışıp bütün kristallerin tozunu alıp kazandığı parayla hemen piramitlere gitmek isteyince tüccar güler. “Tanca ile piramitler arasında binlerce kilometrelik yol var.” diyerek Santiago’nun hayallerini yıkar. Yaşadığı hayal kırıklığı ile Santiago büyüsel obsesif-kompulsif konumdan depresif konuma düşer.
“Öyle bir sessizlik oldu ki kent birdenbire uykuya dalmış izlenimi uyandırdı. Sanki artık pazar, satıcılar, minareden şarkı söyleyenler toz olmuş, güzellikler uçup gitmişti. Umut ve serüven, yaşlı kral ve kişisel hikayeler yoktu artık. Yalnızca küçük aşevinin küçük kapısından geçip giden boş bir bakış ve uçsuz bucaksız ölüm arzusu, aynı anda her şeyin sonsuza dek bittiğini görme dileği vardı.”
Depresif tüccar ona geriye, İspanya’ya gitmesi için yardımcı olacağını, ülkesine dönmesi için gereken parayı verebileceğini söyler. Ama Santiago ileriye gitmek ister ve depresif konumun aşağıya çekmesine karşıt bir yatırımla ayağa kalkar, obsesif-kompulsif konumda çalışacağını ilan eder:
- Sizinle çalışacağım. Birkaç koyun almak için paraya ihtiyacım var, der.
Birinci ayın sonunda Santiago bu işten yeterince tatmin olmamıştır. Depresif tüccar tezgâhın arkasından homurdanır, dır dır eder. Ama adaletsiz değildir iyi bir komisyon verir.[1] Santiago için nesne alıp biriktirmek ve kullanmak, para kazanmak önemlidir. Depresif konumdaki tüccar ise özverilidir.
Santiago daha çok kazanmak ister. Dükkânın önüne bir sergi tablası koyarak az kazanmaya karşı başkaldırır. Depresif tüccar bu başkaldırıyı önce “İnsanlar geçerken tablaya takılır ve kristaller kırılır.” diyerek reddeder. Depresif konumda tehlikeleri dışarda bırakarak kristal gibi kırılgan kendiliği ve nesneyi korumak tek amaçtır. Depresif konumdakiler eve, yatağa, içe kapanırlar. Obsesif-kompulsif konumdaki Santiago ise yaşamın ve ölümün yan yana olduğunu çobanlıkta öğrenmiştir. Her obsesif gibi “ama" der:
- Koyunlarımla kırları dolaşırken yılan sokmalarına kurban gidebilirlerdi. Ama bu tehlike koyunlarla çobanların hayatlarının bir parçasıdır.
Bu yanıtı aldıktan sonra üç kristal vazo daha satan tüccar, kaybetmiş olduğu eski canlı günlere dönmekte olduğunu hisseder. Obsesif-kompulsif konumda yaşam ve ölüm ikiliği artık ruhsallığın içine alınmıştır.
- Yakında koyun almak için gereken parayı toplayacaksın. Neden daha fazlasını istiyorsun? diye sorar Tüccar.
- Çünkü işaretleri izlemek zorundayız, diyerek asıl düşüncesini gizleyerek yanıt verir Santiago.
İçindeki rüyayı yaşama geçirmek için güçlü bir zorlantı duyar. Depresif konumda edilgen bir düşlemleme varken obsesif-kompulsif konumda düşlemi gerçekleştirme arzusu ve gücü vardır.
Santiago’nun sergi tablası fikrini unutturmak için Depresif Tüccar:
- Neden piramitleri görmeye gitmek istiyorsun? diye sorar.
- Çünkü çok sık sözünü ettiler, der Santiago düşünü içinde gizleyerek. Düşünü yabancılara ilk açtığında, piramitlere götürecek tüm parasını çalmışlardı. Saldırgan dış dünyaya karşı içindeki değerli ögeleri korumayı öğrenmekteydi.
- Bir taş yığınından başka bir şey değil onlar. Kendi bahçene kendi piramidini dikebilirsin, diyerek bir kez daha delikanlının hayaline saldırır Tüccar.
- Siz hiç yolculuk düşleri görmemişsiniz, yanıtıyla Tüccara eksikliğinden dem vurarak karşı saldırıda bulunur Santiago.
İki gün sonra Depresif Tüccar sergi tablasına karşı çıktığını çünkü hata yaparsa bedelini ödemekten korktuğunu, zengin biri olmadığını söyler. Santiago, koyunlarına bir an önce kavuşmak istediğini, talihi yanında hissettiğini ve gereken ne varsa yapma konusundaki zorlantısını açıklar. Santiago obsesif-kompulsif konumda ayrılığa karşı mücadelesini verir hem koyunlarına hem de hazine hayaline kavuşmak ister. Aynı zamanda içindeki hayali dışında yaratacak, kişisel öyküsünü gerçekleştirecektir.
Bir sessizlikten sonra Depresif Tüccar Peygamberin Müslümanlara Kur'an'ı verdiğini ve beş kurala uymayı zorunlu kıldığını anlatır hüzünlenerek. Beşinci kural Mekke’ye gitmektir. Kristallerin çok nazik olduğunu ve kimseye emanet edemediğini söylerken aslında bu yolculuğun ona ne kadar sert geldiğini ve "nazik" depresif kendiliğinin dayanamayıp kırılabileceğinden ve nesnelerinin korunamamasından korktuğunu ifade eder. Türlü türlü insanlar Mekke’ye gidiyor ve mutlu dönüyorlardır. Yine de gitmez Depresif Tüccar. Çünkü o, gücünü Mekke hayalinden alır. Depresif konum, yaşama geçirip gerçekleştirmenin değil bir hayali yaşamaktan korkmanın ama aynı zamanda hayale saplanmanın konumudur. Hayal, bir nesne olarak ruhsallığın içinde korunmaya çalışılır. Depresif Tüccar, Mekke’de yapacaklarını binlerce kez hayal etmiştir. Ama hayalini bile kaybetmekten, hayali gerçekleşirse ne yapacağını bilememekten korkar. Bu yüzden hayal kurmakla yetinir.
Sonraki gün Depresif Tüccar sergi tablasına izin verir. Çünkü depresif konumdakilerin düş kurmaktan, obsesif-kompulsif konumdakilerin düşü eyleme dökerek gerçekleştirmekten haz aldıklarını bilir.
İki ay sonra obsesif-kompulsif konumdaki Santiago çalışarak ve tekrar ederek gelişir. Bu öyküde; çobanlık paranoid-şizoid konumdaki, kristal dükkanında çalışma depresif konumdaki, çölden geçme süreci obsesif-kompulsif konumdaki ruhsal işlemleme sürecini simgeler.
Santiago bir yandan geri dönmeyi planlarken içindeki Yaşlı Kral'ın sesi onu isteğinde inatçı olmaya zorlar. Obsesif-kompulsif konumda üstbenlik çekirdekleri -Yaşlı Kral’ın sesi gibi- bir kişi olarak seslerini duyururlar tam içselleştirilmemişlerdir. Santiago Arapçayı ve Araplarla pazarlık etmeyi öğrenmiştir. Erişkinlerin yabancı dili ve alış-verişleri de anal dönemde obsesif-kompulsif konuma ulaşıldığında öğrenilir. Obsesif-kompulsif konum, simgelere anlamlar yüklendiği, yeni dillerin öğrenildiği yerdir. Bir simgeye anlam yüklemek büyüseldir, doğada işaretler aramak animistiktir.
Bir öğleden sonra Santiago, dükkânın önündeki yokuşu tırmanıp gelen bir müşterinin “Keşke bir naneli çay içebilsem şimdi." dediğini duyar. Obsesif-kompulsif konuma uygun bir biçimde Santiago bunu evrenin bir işareti olarak kabul eder. Öğrendiğine göre tüm evren, kendisi gibi bir ve tek şeydir. Parçalar bir bütünün ögeleridir.
Bu işareti “duyduktan” sonra Santiago'nun aklına, müşterilere kristal bardaklarda nane çayı ikram ederek onların aklına girmek ve kristal çay bardağı almaya zorlamak takıntısı yerleşir. İdealleri, isteklerini zorlantılara dönüştürüyordur. Depresif konumdaki Tüccar yine gelişmeye ve değişmeye direnip itiraz ederek ona "Neyin peşindesin?“ diye sorar. Santiago ise obsesif-kompulsif konumuna uygun olarak yanıtlar ”Paranın.” Koyun almak için para bir araçtır ve daha çok kazanması gerekir. Depresif konumdaki Tüccar nasıl değişeceğini bilmediğini, kaybetmiş olmaya ve buna sürekli hüzünlenmeye alıştığını açıklar. Yaşamdan bir şey beklemiyordur ama Santiago onu zorlar. Depresif konuma uygun olarak, zenginliğin getirebileceği olanakları öngörebildiği için eskisinden daha kötü hissetmekten korkar. Depresif konumda; yaşamaktan, kazanmaktan, yemekten ve iyi şeyleri içeri almaktan, var olan iyilik halinin yenilip yok edilmesinden korku duyulur.
Bu sırada Santiago nasıl öğrendiği üzerinde kafa yoruyordur. Çobanlıkta koyunlarının ona bir şey öğretmediğini yani onlarla ilişkisine animistik bir anlam yüklememesi gerektiğini, aslında kendisinin öğrendiğini düşünür. Yansıtmalı özdeşleşme bitmiş, koyunlardan ayrışmıştır. Tam bu sırada Tüccar, her şeyin önceden belirlendiği kaderci bir bakışla "Alın Yazısı" der. Delikanlı anlamaya çalışır ama Tüccar bunu anlaması için Arap olarak doğması gerektiğini söyleyerek onu küçümser ve dışlar. Depresif konumda dış dünyaya ve yabancılara karşı sinsi bir büyüklenmecilik vardır. Diğer yandan depresif konumda benlik için yaşam, edilgen bir alın yazısına uymakken obsesif-kompulsif konumda benlik etkin bir kişisel yaşam öyküsü yazmaya girişir. Öyküde insanlar, alın yazısı-doğanın getirdikleri ve kişisel öyküyü gerçekleştirme arasında alınırlar.
Depresif konumda yaşam ırmağının akışını içine alma ve kabullenme ile dışarıda bırakma ve kabullenmeme sorunu ile çalışılır. Obsesif-kompulsif konumda bu akış ruhsallığın içine alınır, değiştirilir, dönüştürülür. Sonra kişi, bunu dışarı atarak yaşam ırmağının kişinin içinden geçmesi ve kişinin bu akışa kendini bırakması üzerinde alıştırmalar yapar. Bunun somut örneği su içmek, yaşam ırmağıyla susuzluğu gidermek, bu suyu idrara ve hücre sıvısına dönüştürmektir. Bu akış, tuvalete işeyip sifonu çekerek ve suyu hücrede metabolize ederek devam eder (Depresif, suyu içip yok etmekten korkar). Obsesif-kompulsif konumda her şey döngüseldir. Delikanlı; isteğinde inat etmesi, enerjisi ve değişim gücüyle edilgen depresif konumu egemenliği altına alır ve Tüccarın kırılgan kristal kendiliğini para ve daha çok ilişki yaratarak güçlendirir, onu ticaretin akışına sokar. O gelene kadar Tüccar, “kaybettim, kaybederim, kaybedeceğim” endişesiyle yaşamaktadır.
Santiago çok önemli bir şey daha bilir. İnsanları en çok etkileyen şey Ödipal konumda yer alan güzelliktir. Bu tabii ki annenin güzelliğidir. Son zorlantısını yaşama geçirdiğinde Depresif Tüccarın içselleştirdiği zarif, kristal ve kırılgan anneyi alıp içini sütle doldurmuştur. Eskiden tozlu, hüzünlü ve sessiz olan Tüccar şimdi cömert bir anne memesine dönüşmüştür. Yokuşu tırmanan müşterilerin susuzluğunu nane çayı dolu kristal bardaklar sunarak giderir. Müşteriler bu doyurucu güzellikten etkilenir ve para vererek bu deneyimi içlerine almak isterler. Tüccar depresif konumdan obsesif-kompulsif konuma buradan da ödipal konuma geçmiştir. “Bu güzelliği karıma götürmeliyim. Bu güzellikle misafirlerimi etkilemeliyim.” diyen müşterileri duyabilir artık.
Santiago 11 ay 9 gün (yani 9 ay 10 gün) çalıştıktan sonra gitme zamanının geldiğini hisseder. Artık yabancı topraklarda psikolojik açıdan doğabilir. İlk geldiğinde saf bir bebek gibidir ve kandırılmıştır. Depresif Tüccarla uğraşırken kendi kaybını da işlemiş, onun için imansız olan Müslümanları içselleştirmiştir. Yıl boyu acımasızca çalışmıştır. Koyun almayıp kaldığı yerden yolculuğuna devam etmeye karar verir. Tüccardan dua istedi. Tüccar Ödipal konumdan seslenerek onunla gurur duyduğunu söyler. Kazandıkları parayla Santiago'nun koyun almayacağını kendisinin de Mekke'ye gitmeyeceğini bildiğini dile getirir. Santiago şaşırır. Tüccar "Alın Yazısı' diye yanıt verirken, Ödipal konumdan obsesif-kompulsif konuma baktığında bilinçdışının çifte değerliliğini gördüğünü, insanların gösterdikleri isteğin ardında başka bir şey de isteyebildiğinin farkında olduğunu ifade eder. Obsesif-kompulsif konumdaki kişi artık aynı anda birbirine zıt şeyler isteyebilir: aynı anda ileriye ve geriye gitmek gibi.
Yaşlı Kral Santiago'ya bir inanç vermiştir: “Bir şeyi gerçekten istersen bunu gerçekleştirmek için tüm evren işbirliği yapar.” Ama karşıt güçlerden, yolunun uzunluğundan, yoldaki hırsızlardan söz etmemiştir. Artık Santiago, isteğiyle işbirliği yapan ve isteğine karşı çıkan güçleri öğrenmiş "gerçek" dünyayı biraz daha tanımıştır. Ona karşı çıkan ve engel oluşturan güçlerin karşısında ona destek olan Yaşlı Kralın, tatlıcının ve Tüccarın aynı gülümsemeyi taşıdıklarını düşünerek zihninde güçlü, babasal ve iyi otoriteleri bir araya getirir.
Santiago eşyalarını toplarken uzaklıkları hesaplar. Endülüs’e 2 saatlik gemi yolculuğu ile varabilir. Diğer yandan hazineye doğru giden yol 2 saat azalmıştır. Yoluna devam etmeye karar verir ve şansına o gün Mısır'a giden bir kervan yola çıkacaktır. Obsesif-kompulsif konumda kişi ne kadar yakın ve ne kadar uzak olduğunu sürekli hesaplar. Ayrılış ve varış, kaybedecek kadar uzakta olmamalıdır.
Obsesif-kompulsif konumla ilgili bir öyküde bir İngiliz olmazsa eksik kalacağından Santiago kervanda bir İngiliz simyacı ile karşılaşır. Bu simyacı soğuk bir bilim adamıdır. Simyanın kurallarını bilir ve uygular ama gözlemleme ve doğadaki ilişkileri anlama konusunda yeteneksizdir.
Çölde giderlerken geri dönüşsüz bir yoldadırlar ve savaş çıkmıştır. Hemcinsler arasındaki rekabet obsesif konumda sadistik bir savaş gibi algılanır. Bu savaşın ve çölün ortasında tek korunabilecekleri yer vahadır. Vaha aynı zamanda gerçek Simyacı'nın ve sevgilinin evidir. İngiliz simyacı Santiago ile birlikte gerçek Simyacı'yı arar. Karşılaştıklarında gerçek Simyacı İngiliz'e duygusuz bir biçimde “Denemeye devam et.” demiştir. İngiliz simyacı obsesif-kompulsif konumun duygulardan yalıtılmış deneme tekrarlarını temsil eder.
Gerçek Simyacı'yı ararken Santiago vahada hayatının aşkıyla karşılaşır. Sevince nesnelerin daha anlamlı hale geldiğini fark eder. Bir çöl kadını olan sevgilisi Fatma, Santiago dünyayı gezerken onu hep bekleyeceğini, bulutlarda ve sularda onu göreceğini söyler. Narkisos'un ve gölün ilişkisiz narsisistliği değildir bu. Aşkın ikili narsisizmi ortaya çıkmış, birden dünyanın anlamı bu aşkta toplanmıştır. Anal dönemde çocuk ve anne arasındaki ilişki çatışmalı olduğu kadar sevgi doludur. Çocuk, kakasını yaparken, oynarken, dış dünyayı merak ederken bekleyebilen bir anne arzusu taşır. O sırada sevgi, kopmayan bir bağdır ve böylelikle çocuk da beklemeyi öğrenecektir.
Obsesif-kompulsif konumdan ödipal konuma geçiş denemesi yapan Santiago her çocuk gibi hemcins ebeveynlerinden korkar. Santiago önce bu korkusunu göğe yansıtır. Bir atmacanın diğerine saldırdığını görür. Korkusu ile atmacaların birbirlerine saldırısını birleştirir ve vahayı işgal eden silahlı bir birlik imgesi görür. Santiago ve Fatma'nın aşkı, ellerinde kılıçlarla onları kesmeye gelen çöl savaşçılarının tehdidi ile karşı karşıyadır.
Santiago bu varsanısını vahanın liderlerine anlatır. Vahanın lideri bu varsanıya inanacaklarını ama gerçekleşmezse onu öldüreceklerini söyler. Silahlar dağıtılır ve savunma hazırlıkları yapılır. Santiago yabancı hemcinslerinden savunma yardımı alabilmiştir ama hemcinsleri sadistik özelliklerini korumuşlar, onu ölümle cezalandırmakla tehdit etmişlerdir.
Santiago'nun varsanısı gerçekleşir. Vaha savunulur ve ardından gerçek Simyacı, bir şey daha öğrenmesi gerektiğini belirterek Santiago'ya, gideceği yere kadar eşlik edeceğini söyler. Bu sefer Santiago'nun yanında tümgüçlü, büyücü, ona kaybettirmeyen ve kaybettiklerini ona geri veren bir hemcinsi vardır. Hazineye giderken daha tehlikeli bir durumla karşılaşırlar ve çöl savaşçılarına esir düşerler. Bu durum ruhsallığın temel prensibini yansıtır: Yaşamın gücü güçlendikçe ölümün gücü de güçlenir.
Simyacı düşmanlara, Santiago'nun rüzgara hükmedebileceğini söyleyerek onu zor bir işin içine sokar. Bu defa varsanısını gerçekleştirmesi değil doğayı egemenliği altına alması istenir ondan. Obsesif-kompulsif konumda büyüyle ve emirlerle egemenlik altına alınan güneş ve rüzgar değil, içsel enerji ve güçtür. Çocuk öfkesini ve sevgisini egemenliği altına almaya ve ona söz geçirmeye başlar. Bu süreçte hemcinsler ve dış güçler üstbenlik haline geleceklerdir. Vahada çok daha ayrışık ve uzak olan düşman ve dost hemcinsler hazineye giderken daha yakına gelirler. Santiago'nun koruyucu ve iyicil üstbenliği Simyacı, saldırgan ve kötücül üstbenliği çöl savaşçılarıdır. Cinsiyet farkı ve hemcinslerle ilişkiler anal dönemde yapılanmaya başlar. Simyacı, buna uygun olarak daha çok hemcinsler arasında geçen bir öyküdür. Karşı cinsten karakterler azdır. Ödipal konumun ögesi olan karşıt cinse duyulan aşk yeni yeni filizlenmektedir.
Hazinenin yerine ulaştıklarında Simyacı Santiago’dan ayrılır. Santiago hazinenin yerini kazarken saldırıya uğrar. Saldırganlar elindekileri alır, onu döver ve bırakırlar. Hemcinslerinin zulmü devam etmektedir ve kendini savunamamıştır. Ama sadist saldırgan ona bir ipucu vermiştir. Saldırgan da onun gibi rüyalar görmüştür. Onun rüyalarında hazine firavunincirinin dibindedir. Simyacı vatanına döndüğünde firavunincirinin dibinde İspanyol fatihin gömülü hazinesini bulur. Sadistik üstbenlik aynı zamanda bir hazinedir. Sadizmi yumuşatılabilirse zenginlik getirecektir. Asıl zenginlik ise simgeleri anlayabilmektir. Santiago, rüyasındaki piramit imgesinin aslında dibinde uyuduğu firavunincirini simgelediğini uzun ve çileli bir yolculukla öğrenmiştir. Somut imgenin soyut ve sezgisel anlamı çile ve yolculuk ile açığa çıkabilmiştir.
OBSESİF-KOMPULSİF KONUM
Klein'ın “Eğer zulüm görme korkuları çok şiddetliyse ve çocuk bu nedenle paranoid-şizoid konumu derinlemesine çalışamıyorsa, bu durumda depresif konumun derinlemesine çalışılması sekteye uğrar.”[2] açıklamasındaki derinlemesine çalışma obsesif-kompulsif konum sayesinde yapılır. Elbette bu sırada çocuk obsesif-kompulsif konum düzeyinde değildir ve annenin obsesif-kompulsif konumdaki benlik işlevleri, titiz ve düzenli biçimdeki bakımı ve mantığı sayesinde bu konumlar derinlemesine çalışılabilir. Klein, belki kendisi obsesif-kompulsif konum olduğu için bunu görememiştir. Burada annenin obsesif-kompulsif konumu diyerek kastettiğim obsesif nevrozlu bir anne değildir. Sağlıklı ve normal yaşamın içindeki bir obsesif-kompulsif konumdur: Yeterli düzeydeki düşüncelilik, çalışkanlık, titizlik, tutumluluk ve düzenlilik.
Obsesif-kompulsif konumun genel özelliği bilişsel ve motor yetileri gelişen çocuğun artık annesinden ayrışıp özerkleşerek yatırımını dış dünyaya yöneltmesidir. Dilin öğrenilmesiyle simgeler yaşama girer. Bu dil, dış dünya kadar iç dünyanın da dilidir. Kelimeler büyülüdür, çünkü karşıdaki kişiyi harekete geçirir ya da kelimeyi duyan çocukta hisler, imgeler uyanır ya da içsel durumlar kelimeler ile egemenlik altına alınır. Büyülü kelimelerin, büyülü nesnelerin ve animistik düşüncenin yarattığı geçiş alanı gelecekte kültür, gelenek ve din haline geleceklerdir. Bu açıdan simya, büyü ve bilim arasındaki sınırdadır. Zamanla büyüsel olmaktan çıkarak daha gerçekçi hale gelmiş ve kimya olmuştur. Böylelikle istekler, idealler, düşler, büyüler gerçeğe dönüştürülebilmiştir. Obsesif kompulsif konumda iç dünya dışarıda yaratılabilir haldedir. Bu yaratım eylemle olur. Simyacı'nın dediği gibi “İnsan eylemle öğrenir.” Santiago’ya öğrendiklerini yolculuk öğretmiştir.
Anal dönemin bir diğer özelliği özerklikle birlikte gerçek dünyanın kurallarının ortaya çıkmasıdır. Karşısındakinin isteğini duymak, bunu doyururken kendi isteğine kavuşmak ve rahatlamak obsesif-kompulsif konumda gerçekleşebilir. Çocuk annesinin “tuvaletini benim istediğim zamanda, istediğim yere yapacaksın" biçimindeki isteğini duyar ve bu işareti anladığında buna uyarak tuvaletini boşaltır ve sonra temizlenerek rahatlama isteğine ulaşır. Kaka ve çişin gelmesi birer işarettir.
Obsesif-kompulsif konumda acıkma, tuvaletin ya da uykunun gelmesi ve bu sezgiler ile anne-babanın kuralları arasında “uyum içinde yaşama” üzerinde çalışılır. Mükemmel bir uyumla, tam olarak çocuğun ve anne-babanın istediği gibi olunmalıdır. Bunu sağlamak için çok çalışılır. Bu uyumda kontrol devreye girer. Çocuk kendisini kontrol ettiği gibi annesini ve eşyalarını da kontrol etmek ister. Açlık, tuvaletinin gelmesi ya da uyku da onu kontrol etmektedir. Bunlar aynı zamanda birer zorlantıdır. Zorlantılar inatçıdır ve bu inatçılıkları sayesinde gerçeğe dönüşürler. Obsesif-kompulsif konumda boşalımın özel bir önemi vardır. Simyacı, bir akış içinde isteklerin doyurulduğu, ihtiyaçların yarattığı gerginliğin boşaltıldığı bir obsesif-kompulsif konumun öyküsüdür.
Obsesif-kompulsif konum haz ilkesi ile gerçeklik ilkesinin arasındaki uyumun yaratıldığı yerdir. Bu yönüyle geçiş olgusu ile bağlantılıdır. Aynı zamanda geçiş nesnesi ve nesne kullanımı ile ilgili bir konumdur. Büyüsel eşyalar ve para bu dönemde ortaya çıkar. Santiago'nun, evrenin ve doğanın güçlerini kendi egemenliğine almada büyüsel bir yeteneği vardır.
Birbirine zıt ve birbirinden farklı durumlar arasındaki uyum ve ilişkiler kategorisel bir mantığa oturtulmaya çalışılır. Önce iç ve dış dünya, güvende ve tehlikede olma, aktiflik ve pasiflik, dostluk ve düşmanlık, temizlik ve kirlilik, erkeklik ve kadınlık, çocukluk ve erişkinlik gibi zıtlıklar anlaşılır ve kategorize edilir. Obsesif konumun ana ögelerinden ve savunmalarından biri kategorize etmektir. Daha sonra bu kategorilerin ilişkileri, iç içe geçişleri ve bir arada bulunmaları anlaşılmaya çalışılır. Çocuk anal dönemde bunu iyi ve kötü nesneleri ayrıştırarak yapar. Kategorizasyon, mantığı geliştirirken bir ayrışmaya neden olduğundan çocuğu zorlar. Çifte değerlilik bu dönemde ortaya çıkar ve çalışılır. Sevgi ve nefret bir nesnede bir araya gelir. Hem iç hem dış dünyayla ilişkide karşıt yatırımlar yapabilmek ancak bir başkaldırı ile olur. Sevdiğine kızabilmek, güvenli bir vahanın tehlikeli hale gelmesi, korku veren imansızların içinden bir kıza aşık olmak obsesif-kompulsif konumun işlenmesi ile olabilir. Bu konumda başkaldırının sloganları “ama” ile başlar. İsteyen birisi içinde istemiyor, istemeyen birisi içinde istiyor olabilir.
Güçler savaşı bu konumda anlaşılmaya çalışılır ve özne bu savaşta kendini çok güçsüz hisseder. Büyüsel tümgüçlülük bu güçsüzlüğe karşı gelişir. Yukarıda belirttiğim gibi bu güçsüzlük, Yaşlı Kral, Tüccar, Kervan Lideri, Simyacı, Vaha Lideri, savaşçılar ve haydutlar aracılığıyla kurulan özdeşimler sayesinde güce ve gerçekçi bir üstbenliğe dönüşmüştür. Obsesif-kompulsif konumda üstbenlik çekirdekleri henüz kişisizleşmemiş ve tamamen bilinçdışı hale gelmemiştir.
Bu konumda nesne ve kendilik tasarımları bütünleşmiş, iyi ve kötü aynı tasarımda toplanmaya başlamıştır. Nesne, iyi olduğunda içinde kötülüğü, kötü olduğunda içinde iyiliği taşıyabilir hale gelmiştir. İçe ve dışa yansıtma döngüsü, yalıtma ve karşıt tepki kurma ile kontrol altına alınmıştır. Tümgüçlülük depresif konumda sona ermemiştir. Depresif tümgüçlülük edilgenlik ve isteksizlik yoluyla egemenlik kurarken obsesif-kompulsif konumda büyüsel güçler ile etkin bir tümgüçlülük fantezisi sürdürülür. Özdeşimlerle ve nesne ilişkisinin dışına çıkartılarak sadizm kontrol altına alınır. Ana kaygı, sevilen nesneyi kaybetmek ve nesne ile sado-mazoşistik ilişkiden çıkamamaktır. Freud’un torununun Fort-da oyunundaki gibi nesne tutulup bırakılarak oynanır ve ayrılık kaygısı çalışılır. Kaygılar ve düşlemler oyuna, dış dünyaya aktarılarak yüceltilir.
Sonuç olarak obsesif-kompulsif konumun tanımlanması bu konumun psikanalizdeki ve yaşamdaki yerinin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Böylelikle obsesif-kompulsif durumlar patoloji dışında da değerlendirilebilecektir. Obsesif-kompulsif durumların diğer ruhsal işleyişlerle ilişkilerinin daha açık bir biçimde görülebilmesi medeniyetin huzursuzluğunu anlamamızı sağlayabilir.
[1] Obsesif-kompulsif konumda durumlar negatifin negatifiyle tanımlanabilir.
[2] Klein, M. 1946, p. 2)