• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

SALGIN: OBSESİF KOMPULSİF KONUMA SALDIRI

SALGIN: OBSESİF KOMPULSİF KONUMA SALDIRI

Bu sunumda, daha önce Paulo Coelho’nun Simyacı öyküsü aracılığıyla tanımladığım ve paranoid-şizoid ve depresif konumların devamı olduğunu ileri sürdüğüm obsesif kompulsif konumun salgındaki süreci üzerinde duracağım. Freud’un “Anımsama, Yineleme ve Derinlemesine Çalışma” makalesine değindikten sonra Kierkegaard’nun “Tekerrür” adlı kitabı aracılığıyla bu konumda yinelemenin biçimini değerlendireceğim.

Obsesif kompulsif konum olarak tanımladığım durum, paranoid-şizoid ve depresif konum gibi kendine özgü kendilik ve nesne ilişkisi biçimleri olan ve benliğin daha ileri düzeydeki bir örgütlenme biçimidir. Obsesif kompulsif konum yaygın kabul edilmiş bir olgu değil öne sürdüğüm bir olgudur. Bu sunumda önceden birçok yönden tanımlanmış bir yapılanma olan obsesif-kompulsif yapılanmayı bir karakter, patoloji ya da 3 yaşında yaşanmış ve orada kalmış bir dönem olarak değil bir konum olarak görmenizi öneriyorum.

Neden bu konumu tanımlamakta ısrar ettiğim ve önemsediğim sorulursa bunun dört nedeni var:

  1. Birincisi obsesif-kompulsif durumların psikanalitik yazında ihmal edildiğini gördüm. Obsesif-kompulsif durumlarda duyguların yalıtılması yüzünden ilişki kurmak zorlaştığı için pek dokunulmamış bir alan olarak kaldığını düşünüyorum. Aslında klinikte yoğun çalıştığımız bir durum.
  2. İkincisi yaşamın ve medeniyetin içinde ciddi düzeyde ağırlığı olan bir konum olmasıdır. Uygarlıkla ve psikanalizle iç içe olması görülmesini engelliyor olmalıdır.
  3. Üçüncü neden obsesif kompulsif durumlar çok büyük oranda patoloji ya da savunma olarak görülmüş ve normalliğin dışına itilmişlerdir.
  4. Dördüncü neden ise gelişmiş ülkelerin dışında kalanların huzursuz olmasıdır. Obsesif kompulsif konumun baskınlığı gelişmiş ülkelere huzur, sömürdüklerine fakirlik ve kölelik getirmiştir.

Kleiniyen Konumlar

Freud psikoseksüel gelişim dönemlerini tanımlamıştı ve nevrozların bu dönemlere saplandığını tespit etmişti. Örneğin depresif nevroz oral döneme saplanmayla, yamyamsı sadizm ve bedenin içine alma ile ilişkilidir, nesnenin gölgesi benliğin üzerine düşmüştür. Klein ise paranoid-şizoid ve depresif olmak üzere iki konum tanımlamıştır. Klein’ın öne sürdüğü “konum”[1] yaklaşımı klinikte kolay uygulanabilir bir yaklaşımdır ve yararlıdır. Konumlar arası geçişler yaşamın içinde ve psikopatoloji açısından kolay tanımlanır.

Konumların kendine özgü kaygıları, savunmaları, dürtüleri ve nesne ilişkileri vardır. Konumlar arası gidiş gelişler mümkündür ve çocuğun ilk yıllarında tekrar tekrar ortaya çıkarlar. Konum tanımında ilişkilere güçlü bir vurgu yapılmıştır. Klein başta manik ve obsesyonel konum tanımlamalarını kullanmış sonra bunları savunma ve patoloji olarak görmüştür. Klein, yası depresif konumun yinelemesi olarak betimler. Eğer yasta iyi anne tasarımı korunamazsa manik ya da depresif klinik tablo ortaya çıkar. Bir kişi, bir kayıp yaşadığında depresif konuma, bir savaşın ya da çatışmanın içindeyken paranoid konuma, uyurken şizoid konuma, iş yaparken obsesif kompulsif konuma geçebilir.

Klein[2] 1928’de bir olgu üzerinden hırsızlığın nasıl anal sadistik dürtülerin yinelemesi olduğunu ve annenin rahmindekileri çalma arzusundan kaynaklandığını açıklar. Bu olguda kaygı ile tetiklenen zorlantının önceki hırsızlıkların yarattığı hasarı onarma çabası olduğunu belirtir.

Klein[3] 1932’de çocuk oyunlarında ve yüceltmelerde mastürbasyon düşlemlerinin boşalımının etkili olduğunu öne sürer. Oyuna yönelten ve bunu bir yineleme zorlantısına dönüştüren bu düşlemlerdir. Ona göre bu düşlemler ketlenirse oyun ve öğrenme ketlenir.

1940’a gelindiğinde Yas ve Manik Depresif Durumlarla İlişkisi[4] başlıklı makalesinde obsesif düzeneklerin paranoid kaygılara karşı bir savunma ve bu kaygıları dönüştürmenin bir yolu olduklarını belirtir. Manik savunmaları obsesif savunmalara yakın bulur. Obsesif yollarla onarım sağlanamazsa manik savunmalar devreye girerler. Çocuksu depresif konumuyla savaşan yas hastalarının obsesif düzenekler ile düzenlemeleri ve toparlamaları yinelediklerini belirtir. Yineleme zorlantısını suçluluk ve kaygıyı taşıyamayan benliğin yaşadığını, dağılmaktan ve bozulmaktan korktuğunu söyler. Oyundaki yinelemelerin yası ve ayrılığı çalışmak için kullanıldığını vurgular.

“Çalışmak” ve “yinelemek” obsesif kompulsif konumun özelliğidir. Bir zorlantıya dönüşmeyen yinelemeler, benliğin iç ve dış dünyanın egemenliğini ele alma aracıdır. Obsesif araçlar yalnızca onarımı değil bir “inşa”nın yapılabilmesini sağlar. Bu yönleriyle gelişmiş savunmalar ilkel savunmalardan farklı olarak artık benliğin egemenliğine de girmiş olur.

Uygarlık, Salgın ve Obsesif Kompulsif Konum

On beş yıl önce, Türkiye'nin en geri kalmış şehirlerinden birinde, Ağrı’da yaşarken eğitimsizliğin ve yoksulluğun ileri düzeylerini ve yaygınlaşmış halini görmüştüm. Birçok şeyin yanında, bazı insanların çok temel olduğuna inandığım sebep sonuç ilişkilerini bilmemeleri beni etkilemişti. “Temiz olursam hastalanmam. Çalışırsam daha iyi bir yaşamım olur. Okula gidersem iyi bir işim olur.” gibi daha önceleri her insanın bildiğini düşündüğüm temel mantıksal bağlantıları bazı insanlar hiç öğrenmemişlerdi. Bu durumu anne-babanın obsesif kompulsif konuma erişememiş olmasına ve bunu telafi edecek bir eğitim alınamamasına bağlıyorum. Çünkü eğitim almış ve bu konumu deneyimlemiş olanların bariz bir farkı vardı. Bu eksiklik hala Anadolu’nun kalkınmasını, ayağa kalkıp yürümesini engelliyor. Kanunlar ve kurallar adamına göre işletiliyor, kişisizleşemiyorlar. Yıkımdan, sürekli kaybetmekten ve acıyı paylaşmaktan alınan bilinçdışı mazoşistik hazzın içinde depresif konum baskınlığını sürdürüyor.

Obsesif kompulsif konumun eksikliğinin klinikteki yansıması terapistin hastasına düzenli seanslar ve terapötik bir çerçeve sunamaması ve hastanın yinelemelerini anlayıp yorumlayamamasıdır. Bunu yapamayan terapistlerin psikanalitik psikoterapi ile çalışamadığını gözlemledim. Bu durum hasta için de geçerlidir. Histerikleri sınıflayan Zetzel, histeriklerin bir miktar obsesif özellikleri olanlar ile psikanaliz yapılabileceğini belirtmiştir. Yıllar içinde, ilk seansta hastadan gelen “İyileşebilir miyim?” sorusuna yanıtım “Terapinize önem verir ve düzenli bir yineleme ile gelebilirseniz bir şansınız olabilir.” biçiminde değişti.

Güncel yaşamımıza gelirsem, bundan 1 yıl önce her sabah gittiğimiz bir işimiz ve çocuklarımızı eğitim için bıraktığımız okullar vardı. Arabamıza, otobüse, metroya serbestçe biner, diğer insanlarla aramızdaki mesafeyi fazla umursamazdık. Tokalaşmak hatta yeni tanıştığımız insanlarla öpüşmek sorun değildi. Marketten aldığımız paketleri yıkamak aklımızın ucundan geçmez, apartmanın kapısını bizden önce kimlerin tutmuş olabileceğini düşünmezdik. İstediğimiz zaman başka bir şehre hatta ülkeye gidebilir, vizemizin izin verdiği sürece kalabilirdik. Arkadaşlarla buluşmak bir mesele değildi. Buluşma ortamının özelliklerini fazla önemsemezdik. İstediğimiz ve uygun bulduğumuz gibi oluşturduğumuz bir düzenimiz, yinelemelerimiz ve yaşam biçimimiz vardı. Dış dünya şimdikinden çok daha az tehlikeliydi.

Mart 2020’de Covid19 tüm yaşamımıza saldırdı, düzenimizi ve kurduğumuz sistemi bozdu. Bizi daha temiz olmaya, tekrar tekrar ellerimizi yıkamaya, dezenfekte etmeye zorladı. Her dokunma, kirlenme ve bulaşma tehdidi yaratır oldu. Mümkünse kimseye yaklaşmamak arada belli bir mesafeyi korumak zorunluluk haline geldi. Ama bunlar yetmiyordu. Maske takmak, ağızı ve burnu hiç açmamak da gerekiyordu.

Uygarlık, büyük oranda çalışmak, tekrar tekrar çalışmak, düzenli, titiz ve temiz çalışmak ile kuruldu. Yinelenen deneylerle kanıtlanan gerçekler bilimi besledi. Büyüsel ve belirsiz güçler bilim ile egemenlik altına alındı. Bilim teknolojiyi, teknoloji zenginliği getirince çalışmak ve üretmek yaşamın merkezine oturdu, günün en az 8 saatini kapladı. Herkesin düzenli bir işi ve yeterli bir kazancı olması idealdi. Para biriktirilmeli ve bir kapital oluşmalıydı. Tüm bunlar obsesif kompulsif konumun baskınlığı ile yapılabilecek şeylerdir. Böylelikle uygar beyaz ırk yarınlarını garantilerken sadistik yıkıcılığı ve kendinin dışındakileri önemsememe ile daha zayıf olanları kendine köle etmiştir. Karşısındakine zulmetme ve bundan haz alma, onun yıkılmasından kaygı duymama obsesif kompulsif konumun özelliğidir.

Sabah güne hazırlanma ritüelleri, okul ve iş, düzenli bir yaşam ve biriktirilebildikçe güven veren bir gelir, titiz çalışma ve temiz yaşama ülküsü bugün bu konuşmayı dinleyenlerin de özellikleridir. Covid19, yarattığı tehlike ile obsesif kompulsif konumda gelişen uygarlığa saldırmıştır. Düzeni bozmuş, kazancı azaltmış, ekonominin dengelerini sarsmış, dış dünyadaki özgürlüğü yerle bir etmiştir. Okullar alabora olurken erişkinlerin düzeni ve bireysellikleri ellerinden gitmiştir. Bir anda her yer kirlenmiş ve her insan hasta bir bulaştırıcı haline gelmiştir.

Uygarlık obsesif savunmalarını güçlendirerek önlemlerini artırmış ve karşı saldırıya geçecek bir aşının araştırmalarına zaman kaybetmeden başlamıştır. Bir miktar inkar ve tümgüçlülük yanılsaması kendisini gösterse de hasta olan liderler ve ölümlerin artması gerçekliği bir tokat gibi insanın yüzüne vurmuştur. Salgına karşı savaş; maske, mesafe, temizlik sloganında da özetlendiği gibi obsesif kompulsif savunma mekanizmalarını harekete geçirmiştir. Bu savunmalar dışarıdan gelen saldırganlığa, yaşam adına yapılmış karşı çıkışlardır ve çok değerlidirler.

Yaşamda kalma savaşında temizlik, görülmeyen bir bulaşma etkenine karşı tekrar tekrar elleri yıkayarak ve temizlik kurallarına tam bir uyum ile sağlanır. Yineleme, temizlik ve tam uyumun istenmesi anal dönemin yani obsesif konumun özellikleridir. Temastan kaçınma, mesafe koyarak güvence sağlama, yakınlığı düzenleme ve mahremiyeti koruma da bunlar arasındadır. Maskeyle birlikte tam bir yalıtım sağlanmaya çalışılarak dışarıdan korunurken yalıtım savunması sayesinde iç dünya dışarıdan gizlenir. Bu savunmalar bir süre tekrarlandıktan sonra insanın içinde bir yineleme zorlantısı oluşmaktadır. Yeterince yinelendikten ve aradan 9 ay geçtikten sonra eller yıkanmadığında ya da maske takılmadığında bir eksiklik hissedilmekte televizyonda yan yana oturan ya da kafelerde rahatça yiyip içen yabancıların rahatlığı insanı rahatsız etmektedir.

Anımsama, Yineleme ve Derinlemesine Çalışma (1914)

Çocuk büyürken, anne-babası ve varsa kardeşi ile benzer yaşantıları binlerce kez yineler. Bu yinelemelerdeki bilinçli ve bilinçdışı algılamalar ile zihninde bir ebeveyn-çocuk ilişkisi alanı kaydedilir ve uzun süreli bellekteki yerini alır. Obsesif kompulsif konumda çocuğun belleği daha güçlü hale gelmiştir. Çocuk anal dönemde ayağa kalkınca yalnızca hareket kabiliyeti kazanmaz artık istediği zaman tekrar tekrar bakabileceği hem uzayda hem bellekte bir arkası vardır.

Anal dönemde yinelemeler çocuğun iradesi altına girmeye ve kendini geliştirmek için kullanılmaya başlar. Aynı zamanda bu yinelemeler annesi ile ilişkisinin bir parçası olurlar ve anne çocuğunu ileriye götürecek yinelemeler konusunda destekler. Emeklemesi, yürümesi, konuşması için çocuğu ile bu davranışları binlerce kez yinelerken bundan haz alır ve çocuğunun başarısı anneye mutluluk verir. Bu sırada anne mazoşistik -yani zorlanmalarından haz alan- çocuk sadistik -yani zorlamaktan haz alan- rolüne girer. Bu roller sık sık tersine döner. Yinelemelerle bu ilişki biçimi içselleştirilir: üstbenlik-benlik ve benlik-altbenlik ilişkisine dönüşür. Anne-babanın tasarımları birer kişi olmaktan çıkıp ruhsal yapı haline gelmeye başlarlar.

Çocuk, gelecekteki otoriteler ile kurduğu özdeşimi ve ilişkiyi anne-babasıyla kurduğu ilişki kalıbına göre yineler. Bu yüzden bu ilişki kalıbından kurtulunamaz ancak anlaşılarak kontrol altına alınabilir ve dönüştürülebilir. Bu ilişki, anne-baba ile kurulmuş olan ilişkiye çok benzerse aynı ilişki kalıbının yinelemesi eyleme geçme olur ve çeşitli sorunlar yaratabilir. Ya da anne-baba ile ilk kurulan ilişki çok sorunlu ise kişi sorunlu ilişkileri yinelediği için sorunlar yaşayabilir.

Çocuk, erişkin olup analize başvurduğunda aktarım anne-baba ve çocuk ilişkisine en yakın haliyle çocukluğu yineletir. Freud bu yinelemede anımsama ve eyleme geçme arasındaki etkileşimleri fark etmiştir. “Anımsama, Yineleme ve Derinlemesine Çalışma”[5] makalesinde hastanın anımsamak yerine yinelemelere başvurduğunu belirtir ve şöyle der:

Hasta unuttuğu ve bastırdığı hiçbir şeyi anımsayamamakta fakat eyleme dökmektedir. Bunu bir anı olarak değil bir eylem olarak oluşturur. Elbette ki bunu farkında olmaksızın yinelemektedir. Örneğin hasta, ebeveynlerinin otoritesine karşı eleştirici ve meydan okuyucu olduğunu anımsadığını söylemez bunun yerine doktora karşı bu şekilde davranır.

Yani aynı ilişki yinelenirken geçmişle bağı anımsanmıyordur. Bilinçli anımsama yoktur, bir refleks gibi otomatik gelişen bir süreç vardır. Hatta anımsamaktan kaçınılır, çünkü analist ile ebeveyn arasındaki bağıntılarda rahatsız edici ögeler ortaya çıkacaktır. Böylelikle rahatsız edici ögeler sürekli bir bastırmaya maruz kalabilirken, bilinen ve uzun süreli belleğe kaydedilmiş ilişki biçimi yinelenmeye devam eder. Bu yineleme içinde bir özdeşleştirme de barındırır.

Freud, eyleme dökmenin analiz sırasında kendini gösteren bir anımsama yolu olduğunu belirtir. Aktarımı da bir yineleme olarak kabul eder. Hasta, analiste aktarımını eyleme dökmeye kalkışırsa geçmişinin aynısını yinelemeye çalışacaktır. Bu yüzden eyleme dökme aynı zamanda anımsananları söze dökmeye karşı bir dirençtir. Burada yinelemeleri gören ve yorumlayan analist obsesif kompulsif konumdaki çalışması ile hastanın kopyalama gibi üretken olmayan yinelemelerini dönüştürür. Bunları söze dökerek simgeleştirir ve hastanın içgörüsünü derinleştirir.

Freud[6], "yineleme zorlantısının"[7] ardından ortaya çıkan ve daha sonra "altbenlik direnci"[8] olarak anılan özel bir direnç türünün derinlemesine çalışılması gerektiğini belirtir. Dürtüler, alışılmış boşalım yapılarına bağlı kalma eğilimindedirler ve bu, değişime karşı direncin başlıca kaynağıdır. Freud'a göre "derinlemesine çalışma", bu direncin üstesinden gelmek için, hem analist hem de hasta tarafından yapılması gereken çalışmadır. Derinlemesine çalışma olmadan ulaşılan düşünsel içgörü, tedavi için yeterli değildir. Çünkü bu durumda önceki işleyiş biçimlerinin, kendilerini alışılmış şekillerde yineleme eğilimi varlığını sürdürecektir.

Greenson’a[9] göre;

"Ancak içgörüye uzanan bir analitik çalışma uygun olarak kabul edilebilir. İçgörüden, davranış, alışkanlık ve yapı değişikliğine giden bir analitik çalışma, derinlemesine çalışmanın görevidir.

Yani analitik çalışma yinelenenler üzerinden geçmişin ve bugünün anlaşılmasıdır. Yinelemelerin tekrar tekrar çalışılması ile içgörü ve değişim meydana gelir. Değişim bir fark ediş ile değil, yinelenen fark edişler ile ortaya çıkmaktadır.

Sandler’e göre:

Hastanın malzemesinde tekrar tekrar ortaya çıktıkça, aynı konuyu defalarca yeniden ele alırken, bilinçdışı dürtülerin, çatışmaların, düşlemlerin ve savunmaların dallanmalarının izini sürerken, analizan için "ağır görev" ve analist için bir "sabır sınavı"[10] analizin özüymüş gibi gözükmektedir.

Yineleme İradesi

Genellikle hasta başvururken bazı yinelemelerinden rahatsız olmuştur. Belirtisi, kaygısı, rahatsız edici bir düşü yineleniyordur. Ya da eşinin, anne-babasının, kardeşinin yinelemeleri onu rahatsız ediyordur. Terapist ise ona yeni bir yineleme sunar. Ritmik yinelemelerle seansına gelip kendisini anlatacak ve terapi ilişkisinde ortaya çıkacak olan yinelemeler üzerinde çalışılacaktır.

İnsan; iyileşmek, ilerlemek, bozduğunu onarmak ya da yeni bir inşa yapmak istediği alanda, haz aldığı ya da sorun yaşadığı bir konuda yinelemeler yapar. Bunu kendi iradesi ile yapması insanı hayvanlardan ayıran önemli bir farktır. Hayvanlar, tekrar edici davranışlarını yalnızca genetik kodlarından gelen zorlantılara göre yaparlar. İnsan ise genetik zorlantılarını yücelttiği dürtüleri ile farklı biçimlere sokabilir. Örneğin kendi cinsel arzusunu bastırıp koyuna yer değiştirerek koyunlarının üreyip çoğalmasını sağlayabilir ya da oğluna yönelik saldırganlığını bastırıp bir koyuna yer değiştirerek koyunu kurban edip yiyebilir. Ve bunları kendisinin ve toplumunun yararına tekrar tekrar yapabilir, geleneğe dönüştürebilir. Koyun ise yalnızca hormonları onu harekete geçirince üreyip çoğalır, karnı acıkınca ot yer. Yinelemeleri yalnızca içgüdülerini doyurur. Yinelemelerini bastırarak farklı alanlara kaydıramaz ve içgüdülerini dürtülere dönüştüremez.

Yineleme bir inanış yaratır. Rutin yineleme yaşamda geleceğe yönelik bir öngörü yapabilmemizi sağlar. Önceki yaşamımızda güneş her sabah doğmuşsa yarın sabah da doğacaktır. Obsesif kompulsif konumda çocuk kendisinin ve ailesinin yinelemeleri üzerinden küçük ölçekte bu inanışlarını ve öngörülerini geliştirir. Elbette en önemli inanış annenin geri geleceği ve tüm yaramazlıkları affedeceği inanışıdır. Diğer yandan baba ise daha uzun sürelerle gidip gelen bir kişi olarak inandırıcılığını pekiştirir. Baba, düzeni, yaşamı ve geleceği tekrar tekrar koruyandır. Bu inanışların yarattığı yanılsama bir güven ortamı yaratır.

Sabah, öğle ve akşam ailecek yemek yemek, düzenli aralıklarla banyo yapmak, belli vakitlerde uyuyup uyanmak ve çalışmanın bir programı olması çocuğa yarın ne yaşanacağı konusunda bir öngörü vermekle kalmaz, ailece bir birliktelik yaşandığını hissettirerek kimlik gelişimini başlatır. Daha sonra buna kendine özgü törenleri, kuralları olan cinsel, dini, ulusal ve toplumsal kimlikler eklenecektir. Böylelikle yinelenen ideal davranışlar kimlik çatısı altında toplanır. Kişi ne yapacağını bilemediği ve duygularının çok yoğunlaştığı doğum, düğün, ölüm gibi durumlarda kimliğinin yineleyen davranışlarını yani geleneklerini kullanarak kendisini dağılmaktan korur. Aynı zamanda böylelikle bu zorlu geçiş dönemlerinde kontrolün kendinde olduğu hissini sürdürebilir.

Yineleme, kopyalama mı, yaratma mı?

Loewald[11] yinelemeyi ikiye ayırır: edilgen yineleme olarak kopyalama ve etkin yineleme olarak yeniden yaratma. Kopyalama yinelemesinde eskinin aynısı oluşturulur. Yeniden yaratma ise bozma, eskiye egemen olma, bunu çözümleme ve yeniden oluşturmayı içerir. Bunlar birbirlerini tamamlarlar. Kopyalamalar değersiz değildir, zamanla yeniden yaratımlara dönüşebilirler.

Obsesif kompulsif konumda yinelemenin yerini Kierkegaard’nun mükemmel yapıtı “Tekerrür” üzerinden ele alacağım. Yineleme bu konumun ana temasıdır. Bu konumda yineleme bir patoloji değildir, doğaldır. Yinelemeler ile edilgen rolden etkin role geçmenin yolları aranır. Yinelenenler zorlantılar ile ilişkilidir ama bu zorlantılar bir içsel baskı niteliğindedir. Patolojik zorlantıdaki gibi saçma olduğu bilindiği halde yapılan eylemler değillerdir. İçeriden gelen ve insanı yönlendiren yineleyen bir düşünce, istek, dürtü ya da bedensel bir gereksinimin eyleme geçirilmesidir. İnsanoğlu zorlantılarını düzenli hale getirmeye ve ehlileştirmeye çalışır. Zorlantının tipik örneği çocuğun çişinin ya da kakasının gelmesidir. Çocuk artık edilgen olarak yinelenen beslenme, temizlenme ve bakımdan etkin bir yineleyici olmaya geçer. Zorlantı içten gelirken otorite buna bir takıntı ekler: zamanında yaptın mı, yeterince temizlendin mi? Çocuk bunların arasında bir uzlaşma yaratmaya çalışır. Benlik hem fiziksel olarak etkin bir yapı hem de söze dökebilen bir öyküleyici haline gelmeye başlar. Bu, paranoid-şizoid ve depresif konumlardakinden farklı bir benlik örgütlenmesidir. Örgütlenme, kategorize etme gücü ve kalıcı bir yapı kazanmaya başlama obsesif kompulsif konumun özelliğidir.

“Tekerrür” ve Psikanaliz

Yapıtını “deneysel psikolojiye tehlikeli bir teşebbüs” açıklamasıyla sunan Kierkegaard’nun Tekerrür’ünde üç ana karakter vardır. Constantin Constantinus ve arkadaşı ile hakkında çok şey söylenen ama sesini duyamadığımız sevgili. Kierkegaard 1843’te sanki psikanalizdeki yineleme zorlantısının dinamiklerini irdelemiştir. Yinelemenin önemini anlamış ve yaşamındaki rolünü araştırmıştır. Bunu derinlemesine ve bazı yerlerde sezgisel olarak, bilinçdışını baskılamadan yaptığı bellidir. Bu hali yapıta zenginlik katmıştır. Bu çalışma öyle niteliklidir ki içinde psikanalizin birçok ögesi gizlidir. Kitabın arka kapağındaki alıntı şöyledir:

“Umut, kişinin elinden kayıp giden güzel bir bakiredir. Anımsama, kişinin şimdi tatmin olmayacağı güzel ama yaşlı kadındır. Yineleme, hiçbir zaman kendisinden bıkılmayan sevilen eştir. Çünkü kişi yalnızca yeni bir şeyden bıkar. Yinelemenin diyalektiği kolaydır, çünkü yinelenen var olur aksi takdirde yinelenemezdi. Yinelenen var olur ama var olması, yinelemeyi yeni bir şeye dönüştürür. Eğer tanrının kendisi yinelemeyi istemiş olmasaydı dünya var olmazdı.”

Sadece bu alıntıyı ele alsak: bakire çocukluktaki cinselliği ve karşı cinsten ebeveyne duyulan aşkı; güzel ama yaşlı kadın annenin şimdiki halini;  sevilen eş aktarım aşkının yinelemesini; bıkılan yeni şey yeni ortaya çıkan belirtiyi; yinelenen var olur sözü çocukluk nevrozunun yeniden canlanmasını, yineleme yineleneni yeni bir şeye dönüştürür sözü derinlemesine çalışmanın ve yorumun olanaklılığını; tanrının kendisinin yinelemeyi istemesi analistin kendisini ve divanını yinelemeyi var etmek için hazırlamasını anımsatır.

Yineleyebilmenin Getirdiği Huzur ve Gözlemleme

Kierkegaard, yinelemeyi anlamaktan, yinelemeye inanmaktan ve yinelemeyi arzu etmekten söz eder. Bu hal, obsesif kompulsif konumda kazanılır. Yinelemeyi isteyen, sevebilen ve zamanla içine sindirip kabullenen samimiyete kavuşacaktır. Çünkü yinelemeleri törensel bir hal alır ve yaşayışına bir huzur ve dinginlik gelir. Aynı oyunu tekrar tekrar oynayan çocuğun huzuru gözle görülür. Yinelemelerin bir düzene girmesi ile yaşama yeni şeylerin katılabileceği bir zemin oluşturulur. Yineleme, yaşamın gerçeğidir de. Obsesif kompulsif konumda yinelemeler çocuğu gerçeğe hazırlar, gerçeği taklit etmesini sağlar. Günler, aylar, doğum, ölüm ve sevgi tekrarlar. Yinelemenin huzuruna kavuşabilmiş insanlar Covid19’la yinelemelerine darbe aldılar. Ama Covid19’dan en iyi korunanlar bulaşma riskine karşı yeni yinelemeler geliştirebilenler oldu.

Kierkegaard “Tekerrür”de bir aşk öyküsü anlatır. Kierkegaard bir arkadaşının aşkını, aşkın ona verdiği coşkuyu ve geçirdiği halleri ile ilgili gözlemlerini söze döker. Aşkta; anne-baba çiftini anımsama, karşı cinsten ebeveyne duyulan aşkı yineleme ve çocuksu cinsellikte yaşanamamış olan cinselliği ve hemcinsi ekarte etmeyi bu sefer yaşama umudu vardır. Anneye duyulan çocukluk aşkı, sevgilide çok benzer bir hal alırsa ensestiyöz kaygılar ve suçluluk yaratır. Bu nedenle aynısının yinelenmesi istenmez. Erotik aşk ise, hayvansal ve bedensel bağların zorla yineletmesi olduğundan türe özgü bir yinelemedir. Aşkın gücü yinelemeye cesaret, güç ve enerji verir. En sıradan yinelemeleri keyifli kılar, bunlara bir niyet kazandırır.

Obsesif kompulsif konumdaki çocuğun annesine aşkı, henüz ödipal aşk başlamadan anal dönemdeki ikili ilişkinin içindedir ve çok güçlüdür. Diğer yandan bu konumdaki çocuk anne-baba çiftinin gözetleyicisidir de.

Sado-Mazoşistik İlişkinin Yinelenmesi: Zulme Yatırılan Libido

Âşık arkadaşı, sevgilisini yalnızca şiirleri için bir esin kaynağı olarak kullanır. Âşık şair, sevgilisine duyduğu aşkın yarattığı bağımlılıktan korkmuş ve onu seviyormuş gibi yapmaya başlamıştır. Edilgen konum etkin bir yaratıcılıkla çözümlenmeye çalışılmıştır. Obsesif kompulsif konumdaki çocuk, şiir söylercesine konuşmaya başlayarak ve dili tekrarlayarak edilgenliğini aşmaya çabalar.

Kierkegaard[12] kadındaki erkeksiliği aşağılar. Kadınsı olanı kendini feda etmeyle ve sadakat ile bağlantılandırır. Kadınsıdan önce annesel olanı bununla bağlantılandırabiliriz. Annesel olan bir kendini adama ve feda etme içerir. Bu yönüyle mazoşistik bir konuma yerleşir. Acı ve sıkıntı veren tekrarlara katlanma gücü buradan, annesel olandan gelir. Eğer kadında bu olmasaydı anne olamaz ve tür devam edemezdi. Hayvan ne yaşayacaklarını bilmediği için yalnızca acıdan ve yaralanmadan kaçarak yaşamda kalır. Gelecekte olanları düşünmeden tamamen bedensel bir anne olma süreci yaşar. Ama insan ve özellikle de kadın bilerek gebeliğin, doğumun ve bebek bakımının zorluklarına girer. Bunu bir haz ve övünme kaynağı olarak yaşar. Kadın, anneliği seçtiğinde kendisine bir sadizm uygularken benliği sadist, kendiliği mazoşist olur. Obsesif kompulsif konumda çocuk bunu annesinden alarak içselleştirir. Edilgenliğin acısını oyuna çevirirken etkinleşir, sadist konuma yerleşir. Oyuncaklar sadizmin nesneleri haline gelerek eskirler.

Salgında insan, korunabilmek için kendine sadistçe davranmak zorundadır. Maske takmalı, elini istemese de yıkamalı, sevdiklerine dokunmaktan kendini mahrum etmelidir. Kişinin kendine yönelik sadizmini ayarlayabilmesi kendini geliştirebilmesi ve geleceğini garanti altına alması için önkoşuldur.

Kierkegaard, kadının yanlışı yinelemeye duyduğu tutkuyu anlayamaz. Kadınların baba gibi şefkatli erkekler yerine heyecanlı ve tutarsız erkeklere yönelmesini eleştirir. Elbette ensestiyöz kaygıların etkileri Kierkegaard’nun zamanında henüz bulunmamıştır.[13]  

Sadistik saldırısı ölümcül olan ve çaresizlik hissettiren yinelemeler umuda saldırır. Covid19’un yineleyebilen bir hastalık olması ya da kanserin yinelemesi insanı üzer. İnsan doğum gibi yinelenemeyecek şeyleri kaybetmek istemez. Kişi, kendisini tamamen edilgen kılan güçlerden hoşlanmaz. Covid19 yinelemeleri ev içi ile sınırlayarak monoton ve sıkıcı bir rutin haline getirdi. Dışarıya kapalı bir yinelemenin nasıl depresif bir hal yarattığını birçok insan yaşayarak fark etti. Evdeki sınırlılık ve monotonluk bir süre sonra isteksizlik ve mutsuzluk yarattı.[14]

Edilgen Gözlemlemeye Karşı Etkin Kurgulama ile Yineleme

Kierkegaard sonra arkadaşını melankoliden kurtarmak için sahte bir aşk oyunu kurgular. Âşık arkadaşı için bir sahte sevgili ayarlayarak gerçek sevgilisi ile ilişkisini yönlendirmek ister. Bu, Freud’un edilgen gözlemlemeye karşı etkin yineleme olarak saptadığı duruma uygundur. Kierkegaard, başta bu aşkın edilgen bir gözlemcisi olmanın zorluklarına değinir. Sonra etkin bir kurgulayan olarak ilişkinin iplerini eline almak ister. Bu durum obsesif kompulsif konumdaki çocuğun yaşadığıdır. Çocuk edilgenliğini hisseder ve buna egemen olmak için etkin bir role girer ve dünyayı kontrolü altına almaya çalışır. Kierkegaard’nun bu âşıkları ayırma kurgusu çocuksudur ve yer değiştirmenin bazı dinamiklerine de değinir.

Salgın, insanları etkinliklerini sınırlayarak edilgen bir gözlemciliğe geriletti ve oraya hapsetti. Netflix, televizyon ve diziler tekrar tekrar izlenerek tüketildi. Müzeler, tiyatrolar her türlü gözlemleme ve gözetlemeyi mümkün kılan cep telefonu ve bilgisayarlardan gözetlendi. Öğrenciler etkin konumlarını tamamen kaybettiler. Dersler ve öğretmenler zoomdan gözlemlenir oldu.

Aslında gözlemleyici benliğin gelişmesi obsesif kompulsif konumdaki bir ilerlemedir. Böylelikle benlik ve kendilik ayrışır. Gözlemleme ile kişi kendisi üzerinde düşünebilme yetisi geliştirmeye başlar. Kendi üzerine konuşabilme, kendi kendine oynayabilme ve bunları gözlemleme, kişinin yinelediklerini yorumlayabilme olanağı verir. Bu, benliği güçlendirir. Kendini gözlemleme deneyim ile birlikte gittiğinde zenginleştiricidir. Kendini gözlemleme ve içindekileri söze dökme psikanaliz ile zirveye ulaşmıştır. Bunların bir ilişki içinde yorumlanması benliği gerçekçi, çalışabilir, yaratıcı ve sevebilir kılar.

Yeniden ve Birlikte Sahneleme

Salgından önce insan, bir grupla birlikte tiyatro ve sinemada etkin bir izleyici olabiliyor, grubun içinde psikolojik olarak gerileyebiliyordu. Salgında tiyatro ve sinema neredeyse tamamen kapandı, kültür yaşamı ağır bir darbe aldı.

Kierkegaard, tiyatro ve güldürüye değinmeyi ihmal etmez. Berlin’in tiyatrolarını anlatır. Tiyatro, yinelemenin kültüre dönüşmesinin en tipik örneğidir. Tiyatro, yinelemelerle trajediyi egemenliğimiz altına aldığımız yerdir. Trajediyi tüm egemenliğimizle, paramızın gücü ile aldığımız koltuk bileti ile izleyerek, oyuncularla özdeşleşerek, geçmişteki trajedilerimizi anımsayarak, duygularımızı boşaltarak ve tüm bunlardan haz alarak yaşadığımız yer tiyatrodur. Tiyatro oyuncusu rolünü defalarca yineleyerek ve böylece gerçekliğe yaklaştırarak insanı oyununa hayran bırakır. Tiyatro gibi bir kurgu yansıtmalı özdeşime olanak verir. Kierkegaard, burada yalnızca izleyen ve henüz tam kendisi olamamış, hayal gücü olgunlaşmamış seyirciyi küçümser. Düzenli tekrarı bozan bir haydut rolünün bile doğal olması gerektiğini anlatır. Aslında kendisi olamamış bir kişi için bile, eğer yalnızca bir kopyalama olmaktan çıkabilirse geliştirici olabilir tiyatro. Hayal gücüne bir yer açabilir ve konuşulup derinlemesine çalışılabilirse kurgu ve yineleme bir kendilik oluşumuna izin verebilir. Kişi, kendisi olabilmek için kurgudan yeterince beslenmiş, sadece seyirci olmayı değil kurgunun öznesi olmayı tatmış olmalıdır. Bu, çocuklukta oynamaya olanak vermek ve çocuğun kendi kurgularında özne olmasını sağlamaktır. Terapide ise hastanın her anlattığını ciddiye almak ve ilişkiyi tekrar tekrar yorumlamaktır.

Bu eylemsel yineleme ile düşünsel yinelemenin kesiştiği yerde gülme vardır. Kierkegaard’nun değindiği kaba güldürü eylemsel tekrara, taklide ve sado-mazoşistik ilişkiye bir haz yükler. Sado-mazoşistik ilişkiyi bir anda tersine çevirir. Obsesif kompulsif konumdaki benliğin edilgenliği etkinliğe çevirişi bu sefer yalnızca düşünce ve söz ile yapılabilir. Fıkralara, komik anılara, günlük yaşamın saçmalıklarına tekrar tekrar gülünür.

Bu durum obsesif kompulsif konumdaki farklı, hatta zıt rollere girme ve farklı rolleri bir kimlikte bütünleştirmeye başlamanın çok hoş bir örneğidir. Kişi kendini yinelemelerinden tanır ve farklı bir yineleme ile yeni bir rol yaratabilir. Çocuk kendisi olur, anne-babasının rolüne girebilir. Sınırda hastalar bunu yapamazlar, rollerindeki tekrarlar hızlıdır ve yinelemelerini yorumlayıp sabit bir kendilik oluşturamazlar.

Bu konumda kendilik ve nesne ayrıştığı için çatışma ikisinin arasında yaşanmaya başlar. Ruhsal yapı örgütlendikçe anne-baba içselleştirilerek üstbenlik haline gelir. Bu sırada iç dünyasına anne-babası ile çatışmasını da almış olur. Mahler[15], 18. aydan sonra çatışmanın içselleştirildiğini gözlemlemiştir. Çatışma ve getirdiği suçluluk, içinde yinelenen bir yanlış, bir kurala uymama, zarar verme ve direnme barındırır. Klein’da suçluluk, depresif konumda sevilen anneye zarar verildiğinin hissedilmesi ile ortaya çıkar. Suçluluk, onarım yapma çabasını tetikler. Paranoid-şizoid konumdaki zulmedici suçluluk, çocuğun saldırganlığına karşılık yıkıcı bir misilleme gelmesinden korkmasıdır. Obsesif kompulsif konumda suçluluğun bir ideal ile ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Mükemmel bir temizlik ve düzen idealine ulaşamama suçluluk hissettirir. Yinelemeler, ideal olana ulaşmak adına yapılır. Daha temiz, daha düzgün ve daha güzel olmak amaçlanır.[16]

Gezme Özgürlüğü

Obsesif kompulsif konumdaki çocuk gezme özgürlüğüne kavuşur. Merakının ve isteklerinin peşinde evin her köşesine girer. Tekerrür’de Constantin bir Berlin yolculuğu yapar. Berlin’e gelince haz alabileceği bir ev kiralar. Güzel manzaralı evde yeniden kalacaktır. Önceki güzelliği yeniden yaşamak ister. Buna gücü de vardır. Tam bir turist gibi değildir. Yalnızca turistlerin tekrar tekrar gittiği, bilindik turistik yerlere gitmez. Yeni bir şehir, turist için yeni ve güzel iken şehrin yerlisi için bildik hatta gidilmeye bile layık görülmeyen bir yer olabilir. Obsesif kompulsif konumdaki çocuk yaşamın turisti iken şehrin yerlisi olmaya başlamıştır. Evin her noktasına ulaşır, her çekmecenin içini karıştırır.[17]

Salgın gezme özgürlüğümüzü elimizden alarak hareket alanımızı sınırlandırdı. Şu sıralarda sokağa çıkma yasağı başlamak üzere. Ama tüm obsesifliğimizle Covid19’un saldırısına başkaldıracak yolları arıyoruz ve buluyoruz. Çünkü şimdi ve her zaman yaşamın yanındayız. Yaşam gücünü olabildiğince etkin bir biçimde elimizde tutmaya, korumaya çabalıyor, düşmana saldırıyoruz.

 


[1] Elizabeth Bott Spillius, Jane Milton, Penelope Garvey, Cyril Couve and Deborah Steiner, (2011) The New Dictionary of Kleinian Thought

[2] Klein, M. (1928). Note on the Preceding Communication. Int. J. Psycho-Anal., 9:255-258

[3] Klein, M. (1932). The Psycho-Analysis of Children. Int. Psycho-Anal. Lib., 22:1-379. London: The Hogarth Press.

[4] Klein, M. (1940). Mourning and its Relation to Manic-Depressive States1. Int. J. Psycho-Anal., 21:125-153

[5] Freud, S. (1914g). Remembering, repeating and working-through (Further recommendations on the technique of psycho-analysis, II.) Standard Edition, 12. London: Hogarth Press.

[6] Joseph Sandler, Christopher Dare, Alex Holder, Türkçesi: Taner Özek, Ali Algın Köşkdere, Serhat Yücel, Hasta ve Analist, Bağlam Yayınları, 2015.

[7] Freud, S. (1920), Beyond the Pleasure Principle. Standard Edition, 18. London: Hogarth Press.

[8] Freud, S. (1926d). Inhibitions, Symptoms and Anxiety. Standard Edition, 20. London: Hogarth Press.

[9] Greenson, R. R. (1965b). The problem of working through. In: M . Schur (Ed.), Drives, Affects, Behavior. New York: International Universities Press.

[10] Freud, S. (1914g). Remembering, repeating and working-through (Further recommendations on the technique of psycho-analysis, II.) Standard Edition, 12. London: Hogarth Press.

[11] Loewald, H.W. (1971). Some Consideration.s on Repetition and Repetition Compulsion. Int. J. Psycho-Anal.,
52:59-66

[12] Narsisistik Yineleme Kierkegard, genç arkadaşının aşık olunca aldığı hali anlatırken eşcinsel bir konuma geçer. Onu hayranlıkla anlatır. Eşcinsel aşk da bir yinelemedir. İçinde doğum, üreme ve yaratıcılık olmayan bir yineleme. Kişi kendisinin aynısı olanı sever, narsisitik bir yönü vardır. Cinsiyet farkının henüz pek farkında olmayan Obsesif Kompulsif Konumdaki çocuk ise annesi ile narsisistik bir aşk içindedir, o annesi, annesi odur. Diğer yandan negatif ödipusa yaklaşılırken hemcins ebeveyne duyulan sevgi güçlenir. Bunun ardından heteroseksüel konuma kayar ve

[13] İnsan anne-babasına benzeyenden kaçmak ister, aynı aşkı yinelemekten korkar, iğrenir. Kadının kendisinin, düzensiz yinelemeleri olan bir yineleme olduğunu gözden kaçırır. Kadınlar ergenlik ve menapoz arasında adet döngülerinin yarısında farklı yarısında farklı hormonların etkilerindedirler. Diğer yandan obsesif kompulsif konum kadınlar için biyolojik bir temele sahiptir çünkü kadınların adetleri vardır.

[14] Diğer yandan anımsamak, kaybetmiş olmak demektir. Anımsamanın çocukta gelişmesi ile depresif konuma geçilir. Çocuk, çocuk ve küçük olduğunu bu konuda tamamen edilgen olduğunu kabullenince depresif konum aşılır. Bunu kabullenememesi onu hasede ve paranoid-şizoid konuma hapseder.

[15] Mahler, M.S. (1975). On the Current Status of the Infantile Neurosis. J. Amer. Psychoanal. Assn., 23:327-333

[16] Özgünlük ve Yineleme Yineleme, içinde sıkılma ve özgün olmama riski taşır. Yinelemeyi basit bir kopyalamadan çıkartan irade ve niyetin yönlendirmesinde olmasıdır. Hayvanların tekrarlarında eksik olan irade, amaç ve niyettir. Bir köpek her sabah aynı rotayı mutluluk ve merakla yürüyebilir. İnsan ise tekrarın verdiği sıkıntı ile yeni amaçlara yönelebilir. Ya da amacını spor yapmak olarak belirleyerek bir koşu bandında bir saat koşabilir. Diğer yandan insanın yinelemelerinde basit kopyalamalar da önemli bir yer tutar. Tuvalet temizliği, yeme adabı, görgü kuralları böyle basit kopyalamalardır. Çocuk bunlara yeni biçimler ya da yöntemler katmamalı “tam olarak” annesinin istediği gibi yapmalıdır. El yıkama 20 saniye ve bol sabunla olmalı, maske burnu ve ağzı tam olarak kapatmalıdır.

[17] Kierkegaard güzel manzaralı evine ulaşırken 36 saat süren ve hiç hareket edemediği bir yolculuğa maruz kalmanın edilgenliğini anlatır. Bu edilgenlik bacaklarını hissetmemesine neden olmuştur. Güzele ulaşmak için bu durumun sıkıntısını bilse de kendisini buna sadistçe maruz bırakmıştır. Gebeliğin sonunda güzel bir doğuma ulaşmak gibi.