KAYGI VE DÜRTÜSEL YAŞAM
Cinsel Dürtüler ve Benlik Dürtüleri; Yaşam ve Ölüm Dürtüleri
Psikanalize Yeni Giriş Konferansları, 32. Konferans (1932)
Freud bu konferansında, gözlemlediği ilkel ruhsal malzemeye düzen ve netlik getirmek iseyerek doğru bulduğu soyut düşünceleri öne sürmeyi amaçlar. Yazısına kaygı ile ilgili önceki açıklamalarıyla başlar. Kaygıyı gerçekçi ve nörotik olarak ikiye ayırır. Gerçekçi kaygının prognozunu da ikiye ayırır: (1) geçmişte yaşanmış bir olay bir uyarana dönüşmüştür ve benzer durumlarla karşılaşılınca kaçma ya da savunma tepkisine yol açar, (2) geçmişteki olay sürekli kaygı yaratarak ruhsallığı felç eden ve güncel amaçlara hizmet etmeyen bir hal alır. Nörotik kaygıyı şu durumlarda gözlemlediğini belirtir (1) beklenti kaygısı, (2) fobiler, (3) belirtiler.
Kaygı nevrozlarında başarıya ulaşamayan, boşaltılamamış uyarılmanın önemli bir neden olduğunu bulmuştur. Bunu annesine yaptığı libidinal yatırımı annesi olmadığında yapamayan bebek üzerinden örneklendirir. Bu örnekte hem ayrılık kaygısı hem de yabancı kaygısı üzerinde durmuş olur. Daha sonra değiştirdiği ilk açıklamasında nevrozlarda bastırmanın kaygı yarattığını belirtir. Bir düşünce bastırmaya uğramıştır ve tanınamaz hale gelmiştir ama bu düşünceyle bağlantılı bir duygulanım kaygıya dönüşmektedir. Benlik zayıflığının çocuklarda fobilere yol açtığını, cinsel yaşamdaki somatik sürecin kaygı nevrozuna yol açtığını belirtir.
Bunların ardından verdiği örneklerle agorafobi, obsesif nevroz, fobik bozukluk gibi psikopatolojilerden bahseder. Sinyal kaygısının kendiliği koruma işlevi gördüğünü açıklar. Kaygıyı yapısal kuram açısından tanımlar. Gerçekçi kaygı benliğin dış dünyayla, nörotik kaygı benliğin altbenlikle, ahlaki kaygı benliğin üstbenlikle ilişkisinden kaynaklanır.
Bastırmanın kaygıyı değil kaygının bastırmayı yarattığını kastrasyon kaygısı üzerinden açıklar. Erkek çocuk babasının onu kastre etmesinden korkarak kaygı duyar ve annesine yönelik libidinal yatırımını bastırır. Kastrasyonu, tarih öncesi çağlardaki kıskanç ve vahşi babanın oğullarına karşı uyguladığı bir eylem olarak görür. Çocukluk mastürbasyonlarında çocuğun “pipini keserim” şeklinde uyarılmasının kastrasyon kaygısı yarattığını belirtir.
Totem ve Tabu'da Kastrasyon
Burada kastrasyonun gerçekleşmesi ile kastrasyon kaygısını birbirinden ayırmak gerekir. Uyarı korkutma ve tehditler kastrasyon kaygısı yaratır. Ama Freud'un Totem ve Tabu'da bahsettiği ilkel baba kastrasyonu uygulayan baba olmuştur. Kastrasyonu, oğullarının tüm kadınlarla ilişkisini keserek ve tüm kadınları sahiplenerek uygulamıştır. Yazıda Freud'un Ferenczi'den yaptığı alıntıda “kastrasyonun, erkeğin bir daha annesinin yerine geçen herhangi bir kadınla birleşemeyeceğine” yönelik bir kaygı yarattığı ifade edilir. . Anne-baba kastrasyonu eylem olarak uygulamazlar ya da cinselliği tamamen yok etmezler. Sert üstbenlik yer değiştirmeyi ketlerse simgeleştirmeyi engeller.
Bu bilgileri toparlarsak, meselenin erkeğin ruhsallığında eril ve dişil ögelerin ilişki kurmasının yasaklanması olduğunu görürüz. Eril ve dişil ögelerin birbirinden ayrılması ve tüm erilliğin otoritede toplanması erkek çocuğu babasının önünde pasif bir boyun eğmeye götürerek onunla erkeksi özdeşimini gerçekleştirmesini engeller ve onu dişi mi erkek mi olduğu konusunda kendiliğiyle ilgili olarak şüpheye düşürür.
Kastre eden sert otorite, hem paranoyaya hem de şiddete sürükler. Nitekim Totem ve Tabu'da erkekler çözümü babayı öldürmekte bulmuştur. Bunu şöyle yorumlayabiliriz: Eğer eril ve dişil ögeler birbirinden ayrılırsa yaşam süremez, kendini gerçekleştirme ketlenir. Kastre eden ilkel baba, oğullarının birer erkek olarak varoluşlarını ve dişiliği içlerine alışlarını engellediğinde oğullar varoluşsal bir sorun yaşamış ve çözümü varoluşlarını engelleyen babayı öldürmekte bulmuşlardır. Bu bir yandan babalık ve oğulluk arasında, bir kan davasının, kısırlaştıran bir şiddet döngüsünün oluşmasıdır: kastre eden kastre edilir. Bu durumun sadece ilkel çağlara özgü olduğunu düşünmemeliyiz. Bugün de tüm kadınları tüm erki elinde tutarak kendisinden sonra gelen kuşaklara yaşam şansı tanımayan, onların yaşamda varoluşlarını desteklemeyen babalar şiddeti körüklemektedirler.
Bu dinamik, cinsiyetlerin birbirini aşağılamasına, yalnızca cinsel doyum sağlayan bir nesne olarak görmesine ve insanı sadece bir cinsel organa (penis ya da vajina şeklindeki parça nesneye gerileme) dönüştürmesine neden olur. Cinsiyetler arasında şiddet artar, otoriteye, kadınsıya ve üretene yönelik şiddet yükselir.
Kastrasyonun bir uyarı değil de eylem olması kişiyi somut düşünceye saplar. Söz, eylem yerine geçecek kadar güçlüdür. Böyle bir durum çocuğun düşleminin geliştireceği bir “geçiş alanı” oluşmasını engeller. Söz ve eylemin simgesel denkliği soyut düşüncenin gelişmesini izin vermez.
Bu durumda, baba ve oğul arasındaki kuşak farkı da inkar edilir. Baba, zamanın geçişini ve yaşlandığını inkar etmektedir.
Sonuç olarak eril ve dişil ögelerin ayrılması; kendini gerçekleştirememe, paranoya, şiddet, somut ve büyüsel düşünceye saplanma, yer değiştirmeyi kullanamama, sözün eyleme denk olması, geçiş alanının oluşmaması ve kuşak farkının reddi ruhsal işlemleme süreçlerini yok eder.
Kastrasyon kaygısını eril bir kaygı olarak gören Freud kadınlarda bunun yerine geçenin sevginin kaybından korkma olduğunu belirtir. Gelişimsel bir modeli oturtmaya çalışan Freud çocuğun ilk yıllarındaki ruhsal çaresizliğinin nesnenin ya da nesne sevgisini kaybından kaygı duymaya neden olduğunu ve bunun çocuğun kendisine yetememesi ile ilişkili olduğunu belirtir. Kastre olma kaygısını fallik dönemle ilişkilendirir. Üstbenlik kaygısını da gizlilik dönemiyle bağlantılandırır. Üstbenlik kaygısının ahlaki kaygı biçiminde kalarak hiç bitmediğini ifade eder. Bastırma ile kaygının ilişkisine döner. Dürtüsel yatırım daha önce dış dünyada yaşanmış bir olay yüzünden bastırılır, durdurulur ya da güçsüzleştirilir. Dürtüsel yatırımın eyleme geçirilmesi sorun yaratınca düşünce gelişir. Bir geçiş alanı açılır.
Dürtülerin Ruhsal Yapıdaki Etkileri
Yani kaygı yaratan durumla karşılaşmamak için düşlem kullanılır. Kaygı yaratan dürtüsel yatırım karşısında benlik geri çekilebilir ya da farklı savunmalar kullanabilir. Freud kaygı yaratan dürtüsel yatırımın altbenlikteki dönüşümlerini de araştırır. Benliğin bastırması ile dürtüsel yatırım altbenlikte değişmeden kalabilir. Dürtüsel yatırım altbenlikte tamamen yıkılabilir. Libidinal yatırım gerilemeye uğrayarak bir alt evreye (fallikten analiteye, analiteden oraliteye) inebilir.
Travmatik anlarda uyarım dozunun çok arttığına ve haz ilkesinin sürdürülemeyerek felç olduğuna değinir. Travmatik anlarda libidinal talebin çok yüksek olduğunu belirtir. Haz ilkesi ile kendiliği koruma dürtüsü arasında uzun bir mesafe olduğunu ifade eder. Bu aşamada, kaygıya dönüşenin libidonun kendisi olmadığı sonucuna varmış, bu varsayımını bırakmıştır.
Dürtü kuramını insanın mitolojisi olarak tanımlar.
Kendiliğin ve türün korunması dürtülerini incelerken biyolojiye yakınlaşır.
Benlik dürtülerinde koruma, iddialı olma ve bireyselliği yüceltme vardır. Cinsel dürtülerde ise çocuksu ve sapkın cinsel yaşam yer alır.
Dürtülerin kaynağı, nesnesi ve amacı vardır. Freud dürtünün aktif ya da pasif olmasını dürtünün amacı kapsamında değerlendirir. Dürtünün nesnesinin değişmesinin özel bir biçimini yüceltme olarak tanımlar. Cinsel dürtüler; biçim verilebilir, amaçlarını değiştirme kapasitesine sahip, değişken, dürtüsel doyumu başka biçimlerde yapmayı kabul edebilir ve ertelenebilir niteliktedirler.
Erotojenik Bölgeler
Bedendeki erotojenik bölgeler dürtü bileşenlerinin doyum yerleridir. Oral, anal-sadistik ve fallik dürtü bileşenlerinin bazı parçaları cinsel yaşamda yer bulur. Freud bir kısmının bastırma ya da başka şeyler nedeniyle kullanılmadığını, bir kısmının yer değiştirdiğini ve başka amaçlara yönlendiğini ve hatta başka uyaranları güçlendirdiğini, bazılarının ufak rollerle yaşamlarını sürdürdüğünü ve ön sevişmede başlangıç eylemlerine hizmet ettiğini belirtmiştir.
Freud ödipal dönem için fallik kelimesini ergenlik sonrası cinsellik için genital kelimesini kullanmıştır. Abraham'dan alıntılayarak anal sadistik dönemi ikiye ayırmıştır: ilk dönemde yıkıcılık ve kaybetme, ikinci dönemde tutma ve sahip olma baskındır. Oral dönemi de ikiye ayırmıştır ilk dönemde çifte değerlilik olmadan çocuk inkorporasyon ile annesini içine alır. İkinci dönemde oral sadizm bebeğin annenin memesini ısırması ile ortaya çıkar. Freud, bebeğin burada ilk kez çifte değerlilik gösterdiğini belirtir. Freud, oral ve anal dönemler üzerinden melankoli ve obsesif nevroza olan yatkınlığı belirtir. Yatkınlık, libidinal saplanma ve psikolojik gerileme Freud'un üzerinde durduğu üç önemli kavramdır.
Kaka Kompleksi
Freud kakaya yapılan libidinal yatırım bittikten sonra kakanın yerine geçen hediye gibi nesnelerin ortaya çıktığını vurgular. Zaten kaka da çocuğun anneye verebildiği bir hediye olmuştur. Altın ve paranın kelimelerinin dildeki kullanılışlarında kaka ile ilgili bağlantılar olduğunu ifade eder. Bu bağlantılara Küçük Hans ve Sıçan Adam olgularında değinmiştir. Çocukların bebeklerin kaka gibi doğduğunu düşündüklerinden söz eder. Yani kaka yapma doğumla ilgili bir model olmuştur. Kaka bir penis gibi bağırsakları doldurup mukozayı uyarabilir. Çocuk kadınlarda penis olmadığını anladığında penisin kaka gibi vücuttan atılan bir organ olduğunu düşünebilir. Penis, meme emme bittikten sonra memenin yerine de geçebilir. Lui Andreas Salome'den yaptığı alıntıyla eşcinsellerde vajinanın ve rektumun birbirinin yerine geçtiğini belirtir. Freud tüm bu bağlantıları anlattıktan sonra eğer kişi bunları bilmezse bilinçdışını anlayamayacağını vurgular.
Anal karakterlerdeki düzen, cimrilik ve inatçılık özelliklerine değinir. Bunlar anal erotizmin dönüştürülememiş biçimleridir. Hırslı olmakla üretral erotizm arasındaki bağı açıklar.
Kendilik Kavramı
Benlik dürtüleri ve cinsel dürtüler arasındaki karşıtlık gibi dokunmanın libido kuramının temelinde yattığını belirtir. Yıllar sonra Hartman’ın yapacağı tespitin kökleri bu makalede vardır:
"Nadir olarak bazı olgularda benliğin kendisini bir nesne olarak değerlendirdiğini ve kendisine aşıkmış gibi davrandığını gözlemleriz. (“In rare cases one can observe that the ego has taken itself as an object and is behaving as though it were in love with itself.” s. 102)
Bu tanımlama yapıldığında “kendilik” kavramı tanımlanmış olsa ve Freud "kendisi (itself)" yerine "kendilik (self)" dese narsisistik yatırımı kendilik üzerinden tanımlamış olacaktı. Hartmann[1], nesneye yapılan yatırımın karşılığının (ya da karşısında) benliğe değil kendiliğe yapılan yatırım olduğunu belirtince benlik ile kendilik ayrışmıştır. Nesneden gelen yatırım da kendiliğe mal edilir. Bu ayrıştırma narsisizmin daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Hartmann, “libido benliğe geri çekildi” derken benliğin libidoyu “kendiliğin üzerine çektiğini”, “kendini sevme”nin “kendiliğe yatırım yapma” olduğunu belirtmiştir. Buna narsisizm değil “narsisistik benlik yatırımı” demeyi uygun görmüştür. Hartmann’ın değindiği bir diğer nokta Freud’un benlik dürtüleri olarak tanımladığı “kendiliği” koruma dürtüsüdür[2]. “Bu dürtü, cinsellik ve saldırganlıktan farklı olarak ‘ilgiler’ yaratmaktadır.”, der. Bu dürtü, cinsellik ve saldırganlık dürtülerini çok kıymetli ve biricik olan kendiliği koruma amacıyla egemenliği altına alır diyebilirim. Böylelikle nesneye yönelik dünyada benliğin kendiliği ihmal etmesini veya yıkmasını engeller. Bebek ve çocuk büyürken, cinsellik ve saldırganlıktan korunur ve böylelikle çocuğun kendiliğinin sağlıklı gelişmesi sağlanır. Bu açıdan Freud’un benlik dürtüsü olarak tanımladığı kendiliği koruma dürtüsünün, gerçekliği değerlendirme, savunmaları çalıştırma, ilişkileri düzenleme ile birlikte benliğin dördüncü ana işlevi olarak “kendiliği koruma işlevi”ne dönüştüğünü düşünüyorum. Diğer işlevlerin bozulmasında olduğu gibi, “kendiliği koruma işlevi” bozulduğunda da ruhsal hastalıklar ortaya çıkar ve kendine zarar verici durumlar oluşur.
Sadomazoşizm
Freud, varsayımının cinsel dürtüler yani Eros ve saldırganlık dürtüsü yani yıkıcılık olarak iki temel dürtü olduğunu belirtir. Yıkıcılığı kuramına neden geç kattığı ile ilgili bir özeleştiri yapar. Yıkıcılık cinselliğin içinde de vardır. Cinsel nesneye acı çektirilmesi, aşağılanması ve kötü muameleye tabi tutulmasından haz alma sadizm, bu hazzı alan nesne olma arzusu mazoşizm olarak tanımlanır. Sadizmin erkeksilik ile mazoşizmin kadınsılık ile bağlantılandırıldığını söyler. Ama bu bağlantıda daha fazla ileri gidilemediğini de belirtir. Sadizm ve mazoşizm sevgi ve saldırganlığın nasıl karıştığını gösteren iyi örneklerdir. Freud, mazoşizmi sadizmden önceye koyar çünkü sadizm nesneye, mazoşizm kendiliğe yöneliktir. Kişi kendini yıkmamak için nesneye yönelebilir.
Saldırganlığın engellenmesinin kişide hasara yol açtığını belirtir. Kendimizi, yok etme dürtüsünden korumak için bir başka şeyi ya da başka bir kişiyi yıkmak ya da yok etmek zorundayızdır. Kendi kendini yıkama dürtüsünün güçlü kaynakları vardır.
Günümüzde mazoşizm; haz, doyum veya cinsel uyarım almak için, gerçekte ya da fantezide fiziksel veya zihinsel acı aranmasını ifade eder. Sadizm ise; haz, doyum veya cinsel uyarım almak için, gerçekte ya da fantezide başkalarına fiziksel veya zihinsel açıdan acı vermek olarak kullanılmaktadır.
Freud mazoşizmi üçe ayırmıştı: Erotojenik, ahlaki olan ve kadınsı olan. Erotojenik olanın en temelde yer aldığını ve altbenliğe ait olduğunu belirtmişti. Bu tür mazoşizm cinsiyetten bağımsızdı. Ahlaki olan ise üstbenlikte konumlandırmıştı. Kadınsı mazoşizmi ise sapkınlıkla bağlantılandırmış ve benlikteki çocuksu cinsel gelişim olarak görmüştü. Kadınsı mazoşizm aynı zamanda biseksüelliğin bir ögesiydi.
Berliner, sadomazoşistik kişilerin çocukluklarında tehdit edilerek ve korkutularak büyütüldüğünü saptamıştır. Ailesinde psikolojik ya da fiziksel taciz gören çocuk, anne babası ile ilişki kurmaya ve onları sevmeye devam etmeye çalışır. Cezalandırma bir tür reddetme olduğundan dışlanma hissettiren ağır durumlar çocuk tarafından sindirilemez. Süregiden ilişkide cezalandırıcı ya da istismar edici nesne tasarımı kaçınılmaz olarak içe atılır.
Acı verici deneyim intikam alma isteği uyandırır. İntikamın alınmasının sadistik bir hazzı vardır. İntikam alma arzusu, kendini kurban etme arzusu kadar güçlüdür. Zaten sadistik bir ebeveynden intikam almak isteme bir tür kendini kurban etme olacaktır. İntikam alamama ve öfkeyi ifade edememe kendini cezalandırma ve kurban etme eğilimlerini beslerken dengeyi mazoşizm tarafına kaydırır. Boyun eğme ise suçluluk duygularının getirdiği bir savunmadır. Bilinçdışı suçluluk duyguları kişinin kendisine karşı uyguladığı yıkıcılıkla da ilişkilidir.
Brenner, mazoşistik yapılanmanın psikoseksüel gelişim dönemlerindeki her türlü korkuya karşı bir savunma işlevi görebileceğini belirtmiştir. Bir miktar sadomazoşizmin saldırganlığın libido ile kaynaşıp nötralize edilerek yüceltilmesinde yararı vardır. Saldırganlığa yönelik savunmalar, benlik ve üstbenlik gelişimine katkıda bulunurlar. Bu savunmaların gelişememesi saldırganlığın yaşamda tekrarlanmasına, libidonun egemen olamamasına neden olur.
Oral dönemde ısırma ve içe alma isteği ile sevgi iç içedir. Anal dönemde tuvaleti ve anneyi kontrol etme isteği bazen sevgiyi bazen saldırganlığı gösterir. Ödipal dönemde nesneler daha iyi ayrışınca sevgi ve saldırganlık da nesnelere paylaştırılır. Ensest yasağına boyun eğme üç parçalı ruhsal yapılanmaya ana şeklini verir.
Engellemeler ve kısıtlamalar çocuk tarafından bir saldırganlık ve zalimlik olarak algılanabilir. Travma yaratmayan bu tür saldırganlıklar çocuğun anne-babası ile özdeşim kurmasını sağlar. Saldırganla özdeşim denen bu süreçte anne-baba ile olan çatışma içselleştirilmiş olur. Çocuk saldırganlığı kendisine yönlendirmiştir ve saldırıya uğrayan rolünün edilgenliğini etkinliğe çevirmiştir. Artık anne-baba birer üstbenlik tasarımı olurken çocuğun benliği güçlenir, engellenmeye toleransı artar. Öngörülerde bulunarak ve fanteziler ile cezalandırılmadan isteklerini tatmin etmenin yollarını bulur.
Kleiniyen açıdan bakarsak, Klein çocukta ilk yaşlardan itibaren üstbenlik çekirdeklerinin varlığını göstermiştir. Bu üstbenlik çekirdekleri ya çok iyi ve şefkatli bir melek ya da zulm edici ve kötü bir şeytan olarak iki uçta yer alırlar. Çocuk bu tasarım çekirdeklerini anne-babasına yansıttığında beklediği gibi uç yanıtlar gelirse tasarımlar sert ve tümgüçlü niteliklerini kaybedemezler. Yani çocuk zulm edici üstbenlik çekirdeğini annesine yansıtıp onu bu yönde kışkırttığında anne buna cezalandırıcı bir tavırla karşılık veriyorsa çocuğun fantezisi gerçekleşmiş ve anne kötü olmuş olur. Zulm edici üstbenlik çekirdeği pekişir. Çocuğun korkuları şiddetlenerek saldırganlığı artabilir. Şizoid ve paranoid kişilik yapıları ortaya çıkar.
Sadomazoşizmin şiddetle bastırılmasını vajinismuslu kadınların ve eşlerinin bazılarında görürüz. Sadizmden yoksun olan erkek karısını cinsel ilişki için zorlayamaz ve içine giremez. Karısındaki mazoşizm eksikliğinden yararlanarak zarar verici olmaktan kaçınır. Kadın ise acıya libidinal yatırım yapamadığı için içine girilmesinden çok korkar ve cinsel ilişkiden kaçınır. O da kocasındaki sadizm eksikliğini kullanır, düşlemindeki penisin saldırısıyla kanayarak ve parçalanarak yok olma korkusundan korunur.
Dürtü ve İçgüdü arasındaki farklar nelerdir?
İçgüdüler sadece ruhsal yaşama değil fiziksel yaşama da yön verir. Düzeni, başlangıçtaki haline geri getirdikleri için bir yineleme yaratırlar ve Freud buna yineleme zorlantısı demiştir. Hayvanların yaptığı göçleri örnek göstererek bu açıdan yineleme zorlantısının dürtülerin koruyucu doğasını gösterdiğini belirtir.
Dürtülerimiz neden bizi en temel inorganik düzeye geri götürmek istiyor? Çünkü ancak organik materyalleri inorganik düzeylerine parçalayabildiğimizde enerji ve biyolojik yapıtaşları elde edebiliyoruz. Ve yaşamak için tekrar tekrar yıkmak ve yapmak zorundayız.
İnsan vahşi doğaya karşı zayıftır, büyüyene kadar uzun süre ebeveynine bağımlıdır ve sosyal yaşamın içinde kalmak zorundadır. Bu etkenler insanı öğrenmeye ve duruma uygun davranmaya zorlarlar. Bu zorlama, genetik mirastan gelen gücün öğrenme ile yeni davranışlara ve zihinsel yaratıcılığa evrilmesini sağlar. İçgüdülerin ilkel halleri bastırılır ve dürtü türevleri olarak farklılaşarak ortaya çıkarlar. Kişisel ve toplumsal zihinsel birikim, öğrenme ile kuşaktan kuşağa aktarılır ve kültürel bir birikim oluşur.
İnsan; yemek yiyerek enerji aldığı, uyuyarak dinlendiği sürece eğer fiziksel sağlığı yerinde ise içgüdüleri canlı kalır. Bu yolla, beden kaynaklı bir enerji içgüdüleri besleyip insanı harekete geçirirken aynı zamanda ruhsal enerjiye dönüşür.
Anne-babası ile ilişkisinde bebek, yaşamın başından itibaren içgüdülerini ilkel haliyle doyuramayacağını öğrenir. İlk uyarı süt çocukluğu döneminde gelir. Bebek, anne memesini doyana kadar emebilir ama ısıramaz. Bu engellenmeler, içgüdüleri bilinçdışına bastırırken türevleri ile yaşama yansımalarına ve bu yolla doyurulmalarına neden olur. Engellenmenin ve doyum aramanın yarattığı psişik gerilim boşalım yolları arar. Psişik gerilim, kaçmanın hiçbir zaman olanaklı olmadığı içsel uyaranlardan etkilenir.
Freud’un yazıları Almancadan İngilizceye çevrilirken “trieb” kelimesi “instinct” olarak kullanılınca dürtü ve içgüdü kavramları karışmıştır. Bazı yazarlar çözümü “instinctual drive” olarak kulanmakta bulsa da zaten tüm dürtülerin içgüdüsel bir kökeni vardır. Dürtüleri anlamak için içgüdüler ve içgüdüler ile dürtüler arasındaki bağları bilmek gereklidir.
Tüm canlılar genetik bir bilgi taşıyarak dünyaya gelirler. Bu bilgi canlıya, ana hatları ve ana ihtiyaçları kodlanmış bir yaşama biçimini içerir. Memeliler gibi gelişmiş canlı türlerinde genetik bilgi yalnızca hücrenin yaşamını belirlemez, canlının davranış biçimlerini de belirler. Örneğin bir köpek cinsinin davranışları bile diğer köpek cinsinden biyolojik olarak farklıdır. İçgüdüler, genetik kaynaklıdır, dış uyaranlara ya da içsel gereksinimlere göre programlanmış ya da kalıplaşmış hareket ve davranış yanıtları verilmesini sağlarlar.
İnsana gelirsek, insan vahşi doğaya karşı zayıftır, büyüyene kadar uzun süre ebeveynine bağımlıdır ve sosyal yaşamın içinde kalmak zorundadır. Bu etkenler insanı öğrenmeye ve duruma uygun davranmaya zorlarlar. Bu zorlama, genetik mirastan gelen gücün öğrenme ile yeni davranışlara ve zihinsel yaratıcılığa evrilmesini sağlar. İçgüdülerin ilkel halleri bastırılır ve dürtü türevleri olarak farklılaşarak ortaya çıkarlar. Kişisel ve toplumsal zihinsel birikim, öğrenme ile kuşaktan kuşağa aktarılır ve kültürel bir birikim oluşur.
İnsan; yemek yiyerek enerji aldığı, uyuyarak dinlendiği sürece eğer fiziksel sağlığı yerinde ise içgüdüleri canlı kalır. Bu yolla, beden kaynaklı bir enerji içgüdüleri besleyip insanı harekete geçirirken aynı zamanda ruhsal enerjiye dönüşür.
Dürtüler, içgüdülerden daha üst düzey ve daha işlenmiş olsalar bile yine de büyük oranda altbenlikte, bilinçdışında bulunurlar. Haz ilkesine uyarak doyum aramaya devam ederler. Hem içgüdüler hem de dürtüler dış uyaranlardan etkilenirler, uyarılırlar ya da baskılanırlar.
Ölüm Dürtüsü
Freud kendiliği yıkmayı ölüm dürtüsü olarak tanımlamıştır. Böylelikle dürtüleri ikiye ayırır birinci grup erotik dürtülerdir ve daha çok birleşmeye, bütünleşmeye, daha büyük birlikler halinde yaşamaya yönlendirir. İkinci grup ölüm dürtüleridir. Bunlar da inorganik duruma geri dönmeye yönelik bir yıkım yaparlar.
Dürtüler açısından “cezalandırılmaya duyulan ihtiyacın” gücü zor açıklanabilir bir durum yaratmaktadır. Cezalandırılmaya duyulan ihtiyaç terapötik çabalara karşı güçlü bir direnç de yaratır. Freud bu açıdan her başarısını cezalandıran bir hastayı bir örnek verir. En sonunda hasta girişimde bulunmaktan vazgeçmeyi yeğlemiştir. Freud bunu bilinçdışı suçluluk ile bağlantılandırır. Bilinçdışı suçluluğu, üstbenliğin benliğe yönelik bir saldırısı ya da benlik ve altbenlikteki serbest yıkıcı dürtü olarak değerlendirir.
Bilinçdışı suçluluğu güçlü olan kişilerde olumsuz terapötik yanıt sık görülmektedir. Belirtilerde bir sönümlenme olduğunda ya da terapist terapinin gidişi ile ilgili olumlu şeyler söylediğinde bu hastalar kötüleşirler. Analist olmayan birisi bunu, iyileşme isteğinin olmaması olarak yorumlayabilir. Ama bir analist bunun, bilinçdışı suçlulukla yani hasta olmak istemeyle ve acı çekmeyi arzulamakla bağlantılı olduğunu bilir. Ve bunlar ahlak, eğitim, suç ile ilişkilidir. Saldırganlığın engellenmesinin, toplumun bireyden istediği ilk ve belki de en önemli vazgeçiş olduğunu belirtir.
[1] Hartmann, H. (1950). Comments on the Psychoanalytic Theory of the Ego1. Psychoanal. St. Child, 5:74-96
[2] “self preservative drive” tanımını benliğin kendiliği koruma dürtüsü olarak yorumluyorum.