FREUD’UN KAYGI KONFERANSI (XXV, 1917) ÜZERİNE
FREUD’UN KAYGI KONFERANSI ÜZERİNE
(1917, PSİKANALİZE GİRİŞ KONFERANSLARI - XXV[1])
Freud ilk kaygı formülasyonunda libidonun boşaltılamamasının kaygıyı yarattığını düşünmüştür. Cinsellikle ilgili tasarımlar baskılanmış ve bedensel belirtilere dönüşmüştür. 1926’daki Ketlenmeler, Belirtiler ve Kaygı makalesinden sonra kaygıyı, benliğin bir uyarısı olarak görmüştür. İçgüdüsel uyarılmanın yarattığı kaygı anne tarafından doyuruldukça bebek anneyi doyum aracı olarak görür. Anneden ayrılmak tehlikeli hale gelince bu bir uyaran kaygıya dönüşür. Bu konferansta hala “libidonun boşaltılamaması kaygı yaratır” formülasyonu korunurken yavaş yavaş formülasyonu değiştirecek veriler de kendisini göstermeye başlamıştır.
1917’deki Psikanalize Giriş Konferansları’ndaki “Kaygı” konuşmasında nevrotik ve gerçekçi kaygı arasındaki farkları inceler:
"Nevrotik kaygıdan farklı olarak bu tür bir kaygıyı "gerçekçi" kaygı olarak tanımlamamın nedenini hemen anlayacaksınız. Gerçekçi kaygı çok ussal ve anlaşılır bir şey olarak dikkatimizi çeker. Bunun, bir dış tehlikenin -yani beklenen ve önceden görülen bir yaralanmanın- algılanışına yönelik bir tepki olduğunu söyleyebiliriz. Kaçma refleksiyle ilişkilidir ve kendini koruma dürtüsünün[2] bir dışavurumu olarak görülebilir. Kaygının hangi durumlarda -yani ne tür nesneler ve ortamlar karşısında- ortaya çıkacağı elbette büyük ölçüde kişinin bilgi düzeyine ve dış dünya karşısındaki güç duygusuna bağlı olacaktır."
Kaygı, saldırma ve korunma eylemini belirler. Yukarıdaki paragrafta geçen “kendiliği koruma dürtüsü”nü Freud, “Dürtüler ve Akıbetleri” makalesinde benlik dürtüleri tanımında, kendiliği koruma ve bastırma işlevi olarak açıklamıştır. “Haz İlkesinin Ötesinde” makalesinde kendiliği koruma dürtüsünü irdelemiştir. Sonuçta bunun narsisistik bir libido yatırımı olduğuna karar vermiştir. Daha sonra dualizmini benlik ve cinsellik dürtüleri (altbenlik) olarak değil, yaşam ve ölüm dürtüleri olarak revize eder. Freud, kendiliğin tanımlanmasından yıllar önce kendiliği koruma dürtüsü ile benliğin kendiliğe nasıl bir libidinal yatırım yaptığını ve aslında kendiliği koruduğunu açıklamıştır. Kendini korumadaki narsisistik yatırım, birincil narsisizm düzeyindedir. Başlangıçta benlik, kendilik ve nesne henüz ayrışmamıştır. Hartmann’ın 1950’deki[3] “libidinal yatırım benliğe değil kendiliğe yapılır” tanımı narsisizmin dinamiğini açıklığa kavuşturmuştur.
Bu konuşmasında Freud, cinsellik dürtüsü ile narsisistik libidoyu şöyle ayrıştırır:
"Eros olarak cinsellik dürtüsü her şeyin koruyucusudur ve libidonun deposundan çıkan benliğin narsisistik libidosu ile bedendeki hücreler birbirine tutunur."
Bebek için her şeyin koruyucusu Eros, annedir. Freud, içsel enerjinin narsisistik libido olarak benliği bütünleşik bir biçimde tuttuğunu belirtir. Elbette bebeğin libido deposunu dolduran ona sevgiyle bakım veren ve besleyen de annesidir. Diğer yandan narsisistik libidoyu hücresel düzeye indirmiş, bir yaşam ve bir araya gelme enerjisi olarak tanımlamıştır. Cinsellik dürtüsü biyo-genetik kökene indirgenmiştir.
KENDİNİ KORUMA VE KAYGI
Hayvanlarda, korkutan durum ile davranış arasında bilinç sığdır. İnsandaki bilinç ve bilinçdışı ruhsallık, korkutan durum ile davranışın arasına girer. Bu açıdan kendiliği koruma dürtüsü hem altbenliğe hem benliğe aittir diyebiliriz. Başlangıçta daha içgüdüsel olan kendiliği koruma dürtüsü zamanla benliğin bir işlevi haline gelir. Kendiliği koruma, benliğin işlevlerinden biridir. Bebek ve yavru hayvanlar kendini korumayı annesinden öğrenirler. Bebek bu sırada saldırganlığını kendi yararına kullanmaya başlar. Kendine zarar vereceğini algıladığı durumlarda uyaran kaygısı ile benlik önceden harekete geçerek kendiliği korur. Kendine zarar veren, depresif, obsesif, histerik ya da sınırda hastalarımızda, benliğin kendiliği koruma işlevinin sekteye uğradığını ve kendine zarar verici davranış örüntülerinden çıkamadıklarını sık sık görürüz. Bu durumlarda benlik, saldırganlığı kendiliğe yöneltir ya da saldırganlığı ayrıştıramaz. Psikopatolojide aşırı kaygının, benliğin sakinleşmesini ve gerçekçi bir uyaran kaygısı oluşturmasını engellediğini de görürüz. Aşırı kaygının zihni ve benliği bloke ettiğini kaygı bozukluklarından biliriz ki Freud da şöyle demiştir:
"Gerçekten de, aşırı kaygının kesinlikle yararsız olduğunu, kaçmak da dahil her türlü eylemi felç ettiğini kolayca görebilirsiniz."
DOĞUM, DOYUM, KAYGI
Freud bu konuşmada Otto Rank’ın ortaya attığı doğum travmasına değinir:
"Doğum eyleminde hoş olmayan duyguların, boşalma dürtülerinin ve bedensel duyumların bir birleşiminin ortaya çıktığına ve bunun da ölümcül tehlikenin sonuçlarının bir prototipine dönüşerek o günden sonra kaygı durumu olarak tekrarlandığına inanıyoruz."
Doğum eylemi, anımsanamaz ancak düşlemlenebilir. Ama şunu söyleyebiliriz ki yenidoğan için annesinden ayrılma ve bakım alamama ölümcüldür. Bebeğin bu bağımlılığı devam ederken yıllar içinde azalır. Bu nedenle oral dönemde bakım alma ile yaşamda kalma ve bakım alamama ile ölme arasındaki ince çizgideki bebeğin ilkel varoluşsal kaygısı her aç kaldığında yinelenecektir. Yani bebeğini doyuramayan bir anne onu var olma ve olmama kaygısının içinde bırakacaktır.
Doğum, ruhsal olarak anneden ayrılma değildir. Bu yüzden buna ruhsal bir ayrılık kaygısı diyemeyiz. Ancak içgüdüsel, doğuştan gelen bir kaygı olabilir. Bebeğin benliği ve bilinci geliştikçe, anal dönemle birlikte bir ayrılık kaygısı ortaya çıkmaya başlayacaktır. Diğer yandan doğum ve doğumla birlikte yaşananlar tüm başlangıçların prototipidir. Bu açıdan okula başlama, yeni bir gruba girme, yeni bir ilişkiye başlama, yaşamdaki dönemsel değişiklikler (ergenlikten gençliğe ve orta yaşlılığa geçiş, emekli olma, yeni bir pozisyona başlama, göç vb.) doğum gibi algılanır.
ÖLÜM, KALIM, KAYGI
Hayvanlarda temel kaygı yaşamda kalma kaygısıdır. Savaş ya da kaç tepkileri hayvanın yaşamda kalma çabasıdır, bir av-avcı ilişkisini betimler. Bir miktar algılama ve yorumlama yetisi olan tüm hayvanlar, bildikleri öldürücü durumlarda kaygı duyarlar. Genetik kodlarında bu bilgileri taşırlar. Kaygı, hayvanlarda en ilkel biçimdedir, ölüm ve yaşamda kalım ile ilişkilidir.
Freud’un doğum sırasında kakasını yapan bebek için verdiği örnek, ilk kaygıların doğmanın ve başlamanın stresi ile ilgili olduğunu, riskli olduğunu kanıtlar.
NEVROTİK KAYGI
"Nevrotik kaygıya dönecek olursak, nevrotiklerdeki kaygı ne tür yeni biçimleri ve ortamları dile getirir?"
sorusuna verdiği yanıtlarda bir nesne tasarımına henüz bağlanamamış ya da bağı kopmuş yaygın ve sürekli bir kaygı tanımı görürüz. Böyle bir kopukluk, benliğin kaygıyı egemenliği altına almasını engelleyerek benlik işlevlerinin gelişmesini ya da kullanılmasını ketler. Benlik, bir nesneye ya da duruma bağlayamadığı kaygıyı kontrol edemez, sebep sonuç ilişkileri yaratamaz.
KORKULARI ÜÇE AYIRARAK SINIFLANDIRIR
1. Grupta gerçek korkular vardır.
2. Grupta gerçek olan ama düşük ihtimalli durumlardan korkma gibi benlik hassasiyetini ya da zayıflığını gösteren durumlar bulunur. Bunlarda meselenin yoğunluk olduğunu vurgulamıştır. Bu grupta Freud’un söz ettiği korku, Winnicott'ın tanımladığı çöküş korkusuna benzer ve nitekim bir köprü örneğini de vermiştir. Bu grupta benlik, kendiliği koruyacak ve bütünleştirecek işlevleri tam geliştirememiştir. Kendilik ile ilgili sorunlar olabilir.
3. Gruptaki fobiler ile histerideki fobileri aynı grupta sayar. Bunlarda benlik 2. Gruba göre daha gelişmiştir. Savunma mekanizmaları devreye girebilmiştir. Kaygı disosiye edilmiş, bastırma, yansıtma ve yer değiştirmeye maruz kalmış ama beklenmedik bir durumda ortaya çıkmıştır. Tanımlanan fobi türlerinin kişisel anlamı farklılıklar içerir. Freud, tüm fobileri “kaygı histerisi” kategorisinde toplar.
NEVROTİK KAYGIYLA İLGİLİ KLİNİK GÖZLEMLERİNİ ÜÇE AYIRIR
1. Önce kişilerin tam bir doyum yaşayamamalarını, engellenmelerini ele almıştır. Libidinal yatırım bir doyumla sonuçlanamıyordur. Yani bir dürtü aç kalırsa kaygı yaratır sonucuna varmıştır. Freud burada varsayımı için fiziksel kanıtlar sunar. Doyum vermeyen bir nesne ile bağımlılık ilişkisinin olması annenin doyuramadığı, bir ilişkiye ve düşleme evrilemeyen, yüceltilemeyen dürtüsel durumları düşündürür. Bastırmanın ve savunmaların yeterince kullanılamadığı durumlardan söz edilmektedir. Önerilen tedavi, davranışsal yaklaşımla cinsel rejim uygulamak olmuştur.
Ergenlik; dürtülerin coştuğu, menopoz ise hormonal dalgalanmaların ve doğurganlık kaybının yaşandığı bir süreçtir. İkisinde de hormonal durum dürtüleri ve duyguları yoğunlaştırır:
"Bütün bunlardan edinilen izlenim iki yönlüdür: birincisi, söz konusu olan şey normal kullanımından alıkonan libidonun birikmesi ve ikincisi burada tamamen bedensel süreçler alanında olmamızdır. Kaygının libidodan nasıl kaynaklandığı ilk bakışta gözlenemez; biz sadece libidonun olmadığını ve onun yerine kaygı gözlendiğini fark ederiz."
2. "Kaygının (veya kaygı eşliğindeki semptomların) kaynaklandığı ortam analiz edilirse, kural olarak, ruhsal olayların seyrinin nasıl kesildiğini ve yerini nasıl kaygının aldığını keşfedebiliriz." der
Freud, psikonevrozlardan histeride bu tür kaygıyı gözlemlemiştir. Bastırma ve yer değiştirmeyi açıklar. Dürtüye bağlanan bir düşünsel içerik vardır. Benlik bunu yapma işlevine sahiptir. Ve:
"Dolayısıyla kaygı, herhangi bir dürtüye bağlanan düşünsel içeriğin bastırmaya tabi olması halinde her duygusal dürtünün yerine kullanılabilen ve evrensel geçerliliği bulunan bir para birimidir." der
3. Bir de kaygı gözlenmeyen ama bilinçdışında yoğun kaygı olan durumları tanımlamıştır. Takıntılı nevrozu olan hastanın zorlantısı engellenirse ortaya çıkan kaygı, belirtide kaygıdan kaçınma ile kaygının izole edildiğini gösterir. İzolasyonu tanımlamıştır.
Bu gözlemlerden sonra benliğin içsel tehlikelere nasıl dışsal tehlikeler gibi tepki verdiğini açıklar:
"Eğer böyleyse, nevrotik kaygıda egonun, libido istekleri karşısında benzer bir kaçma girişiminde bulunduğunu, bu iç tehlikeyi de dış tehlike gibi değerlendirdiğini varsaymak inandırıcı gözükür."
SONRASINDA ÇOCUKLARA YÖNELİR
Çocuklarda gerçek ve nevrotik kaygıyı ayırt etmenin zorluğunu vurgular. Bununla beraber çocuklar bilgisizlikleri ve çaresizlikleri yüzünden her şeyden korkabilirler. Burada nevroza yatkınlık yaratan bir kaygı vardır:
"Öte yandan bütün çocukların aynı ölçüde kaygılı olmadığı ve her türlü nesneye ve ortama karşı özel bir ürkeklik sergileyen çocukların daha sonra nevrotik olduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz."
Sözleriyle Freud, kaygının düzeyini yorumlamıştır. Çocukluktaki yaygın ve uzun süreli kaygının nevroza neden olabileceğini belirtmiştir. Böyle bir durumda benlik ve kendilik gelişiminin aksadığını ve erişkinlikte sorunlar yarattığını gözlemliyoruz. Ergenlerde libido artışından korkmayı aslında her şeyden korkuyor olmalarına bağlamıştır. Gerçekçi kaygı incelenirken libidonun etkisi inkar edilirse kaygı kaynağının yanlışlıkla -Adler’in aşağılık hissetmede yaptığı gibi- çaresizlik ve zayıflık olarak görülebileceğini belirtir.
Aşağılık hissetme meselesine fazla girmez. Aşağılık hisseden bir çocuğu düşünürsek annesinin ona yaptığı libidinal yatırımının sorunlu olduğunu tahmin edebiliriz. Bu sorun kaygı yaratan bir hal almamış çocuğun kendisini aşağılık hissetmesine neden olmuştur. Libidinal yatırımını kendi dışındaki bir nesneye yapamayan ve saldırgan bir anne (narsisistik, depresif, histerik... olabilir) çocuğun kendisini sevilmeyen, beğenilmeyen, küçümsenen, aşağılık bir nesne olarak görmesine neden olabilir. Kafka, bu hali Dönüşüm adlı yapıtında gözler önüne serer (KAFKA’NIN “DÖNÜŞÜM”Ü: PREÖDİPALİN DİLE GELİŞİ başlıklı yazıya burayı tıklayarak ulabilirsiniz).
YABANCI VE TANIDIK
Freud, aşağılık hissetmeyi incelerken çocukların yabancılardan korkmasına gelir. Yabancılardan korkmayı, anne yüzüne yatırılan libidonun karşılık bulamamasına bağlar. Yani mesele yine anneden ayrılma ile ilgilidir.
"Çocuk yabancı bir yüzden korkar çünkü bilinen, sevilen bir yüz –nihai anlamda annesinin yüzünü- görmeye uyarlanmıştır. Kaygıya dönüşen onun düşkırıklığı ve özlemidir, aslında kullanılamayan, o anda askıya alınamayan ve kaygı olarak boşalan libidosudur."
Burada Freud, çocuğun bekleyememesi ve anne imgesini zihninde tutamamasına değinir. Annesini belleğinde uzun süre taşıyamadığı için annenin yüzünü görmesi gerekmektedir. Bu yüzden mesele libidonun açıkta kalmasının yanında libidinal yatırımın sürdürülememesidir.
Freud sonra çocuğun karanlıktan ve yalnızlıktan korkmasına değinir. İkisinde de anneden ayrılma ile ortaya çıkan anneye duyulan özlemin kaygıyla bağlantısını kurar. Çocuklarda gerçekçi korku azdır. Belki tek gerçekçi korku annenin yok olmasıdır. Çocuğun tehlikeye düşmesi engellendiği için korkularını eğitimle edinebileceğini vurgular.
AŞIRI LİBİDİNAL İHTİYAÇ, DOYUM VE BASTIRILANIN DÖNÜŞÜ
Uyarı almadığı şeyleri kendi başına bulan çocuğun ya libidinal ihtiyacının çok olduğunu ya da libidinal doyumla erken yaşta bozulabileceği belirtir. Bu çocukları nevroza yatkın görür çünkü bunlar libidodaki birikmeye katlanma kapasitesi geliştiremezler.
Fobilerde çocukluk korkularındaki gibi bir düzenek işler. Kullanılamayan libido gerçekçi bir kaygıya bağlanır. Bir açıdan fobilerde de libido koruyucu ve güçlü bir zihinsel tasarıma yatırılamamaktadır. Kaygı histerisindeki kaygıların kökeni bir çocukluk korkusuna kadar izlenebilir.
"Erişkinlerde libidonun kaygıya dönüşmesi için libidonun özlem biçiminde geçici olarak kullanılamaz duruma gelmesi yeterli değildir. Erişkinler, bu libidoyu askıya almayı veya başka türlü kullanmayı uzun zaman önce öğrenmiştir. Ama eğer libido bastırmaya tabi tutulan bir ruhsal dürtüye aitse, çocukluktakine benzer bilinçli ile bilinçsiz arasında henüz bir ayrımın yapılmadığı koşullar yeniden sağlanmış olur; ve çocukluk fobisine gerileme vasıtasıyla libidonun rahatça kaygıya dönüşmesine giden yol açılmış olur."
Freud böylelikle çocukluğa ait ve bastırılmış bir dürtü ile erişkinin güncel libidinal yatırımı arasında bağlantı kurmasının nasıl kaygı yarattığını açıklar. Libidinal yatırım, bastırılmış olan ile buluşmuştur.
DUYGULANIM, BASTIRMA VE DESTEKÇİLERİ
Düşünce, bilinçte ya da bilinçdışında olsun farklılaşmaya uğrasa da takip edilebilir. Ama Freud duygulanımı bir boşalım olarak görmüştür ve bilinçdışı kaynağında günlük bir duyguya karşılık gelen şeyin ne olduğunun söylenemeyeceğini belirtmiştir.
"Bastırmaya tabi libidonun ilk aşamadaki değişiminin, kaygıya dönüşüm olduğunu –buna kaygı şeklinde boşalma [deşarj] demek daha doğru olacaktır- söylemiştim. Bu değişmenin tek veya tanımlı değişme olmadığını da eklemem gerek. Nevrozlarda, bu kaygı üretimini bağlamaya çalışan ve bunu çeşitli yollardan başaran süreçler devrededir."
Örneğin fobide bastırma ve yer değiştirme devrededir. İçsel bir korku dışsal bir korkuyla yer değiştirmiştir. Buradaki sorunun altını çizerken savunmaları bir kale olarak betimler. Fobilerdeki bir diğer sorun da savunmalara, kale duvarına libidinal yatırımın çok yapılmasıdır. Bu libidinal enerjinin benliği güçlendirmede kullanılmasını engeller ve kaleyi içsel tehlikelere karşı savunmasız bırakır.
"Bastırma, benliğin tehlike olarak hissettiği libidodan kaçma girişimine karşılık gelir."
Tespiti çifte değerliliği çok güzel anlatır. Libidinal yatırım tehlike haline gelince bastırma devreye girecektir. Burada sevginin yarattığı kaygıya yaklaşmıştır. Ödipal dönemde çocuğun karşı cinsten ebeveynine libidinal yatırımı tehlike yarattığında bastırma ortaya çıkacaktır.
"Libido tehlikesinin dışa yansıtılması hiçbir zaman tam başarı sağlamaz."
Uyarısı yansıtma savunma mekanizmasının benliği nasıl zayıflattığını ve çözümsüz bıraktığını gösterir.
Bir diğer sorun bastırmayı sürdürmek için karşıt-yatırım yapmanın gerekliliğidir. Yani bastırmayı güçlendirmek için ek yatırım gereklidir ve bu bir enerji harcar. Bu enerji: yer değiştirme, izolasyon, yapma bozma, düşünselleşirme ya da karşıt tepki oluşturma gibi bastırmayı destekleyen savunmalarda kullanılır. Sorun kale duvarlarını oluşturan bastırmayı güçlendirirken duvarın önüne bir de hendek kazmak için libidinal yatırım yapılmasıdır.
Son sözlerinde; kaygının, nevrozlardaki merkezi rolünü ve libidodaki değişimlere bağlı olduğunu vurgular. Gerçekçi kaygının aslında benliğin kendiliği koruyucu dürtülerini gösterdiğini ama bunu konuyla bağlantılandıramadığını belirtir.
KAYGI İLE İLGİLİ BU METİNDE BULUNMAYAN DURUMLAR
Bu konferansta üstbenlik ile ilgili bir yorum göremeyiz. Üstbenlik henüz formüle edilmemiştir. Kaygının, üstbenlik kaynaklı kendini yargılama, eleştirme gibi durumları değerlendirilememiştir. Benlik Psikolojisi gelişince bu durumlar iyice açıklığa kavuşmuştur.
Bir diğer eksik de ilkel savunma mekanizmalar henüz bulunmadığı ve anlaşılmadığı için sınır durumların yarattığı kaygılar bilinmemektedir. Kendilik ve Nesne İlişkileri kuramları ile ilkel savunma mekanizmalarının yarattığı kaygı ve kısır döngüler tanımlanmıştır.
Winnicott çöküş korkusu tanımı ile preödipal dönemde henüz kaygılar söze dökülemeden yaşanmış olabilecek durumların nasıl kaygı yarattığını açıklamıştır. Bu durumların analiz sırasında nasıl yeniden canlandığını ve tedavi edildiğini göstermiştir. Kendilik ile ilgili çöküş, dağılma, yabancılaşma gibi kaygıları tanımlamıştır.
[1] Freud, S. (1917). Introductory Lectures on Psycho-Analysis. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XVI (1916-1917): Introductory Lectures on PsychoAnalysis (Part III), 241-463
[2] Self preservative instinct
[3] Hartmann, H. (1950). Comments on the Psychoanalytic Theory of the Ego1. Psychoanal. St. Child, 5:74-96