DEPRESYONUN DİNAMİKLERİ ÜZERİNE BİR GÖZDEN GEÇİRME
Freud hem yasta hem de melankolide kederlenmenin, dünyaya yönelik ilgi kaybının, sevme yetisindeki yitimin, etkinliklerdeki ketlenmenin ortak olduğunu vurgular. Ama depresyonda özbakım ve özilgi[1] de kaybolmuştur ve bu kendisini özeleştirilerle ve kendini kötülemelerle gösterir. “Depresyondaki kişi kendisini önemsiz, egoist, güvenilmez, özgürlüğü olmayan ve tek amacı zayıf doğasını saklamak olan birisi olarak tanımlar. Böylelikle gerçekteki kendini tanımlamaya çok yaklaşmıştır, ama böyle bir gerçeğe yaklaşan insanın neden hastalandığı merak uyandırıcıdır.”
Freud’a göre, depresif kişi dinlendiğinde, söylediklerini, kendisinden çok, o anda yada daha önce sevdiği birisi yada sevmesi gereken birisi için söylüyor gibidir. Yani depresif hastanın özeleştirileri, daha önce sevilmiş birisine karşı düşünülenlerden kişinin kendisine kaymıştır. Yani kocasına karşı “sevilmeyecek birisi olduğunu ve kendisiyle birlikte olmasına gerek olmadığını” söyleyen kadın aslında kocasını, kendisini daha çok sevmediği için suçlamaktadır. Freud depresyonda benliğin ketlenmesinin ve özgüvenin azalmasının tipik olduğunu öne sürer.
Normal yasta kaybedilen kişiden çekilen libido başka kişilere ve alanlara yatırılırken, depresif kişinin benliği kaybı kabul etmemektedir. Benlik öfkeyle yüklenir ve oral sadizm evresine geriler. Burada da, Abraham’ınki gibi, agresyon anahtar roldedir. Benlik bölünür ve bir parçası oral alıcılık dönemine geriler. Kaybedilen nesne benliğin içine alınınca[2] benlikte de bir kayıp yaşanır. Benlik kaybedilen nesne ile özdeşleşir ve benlik ile kaybedilen nesne arasındaki çatışma benliğin içinde devam eder. Kaybedilen nesneye duyulan düşmanlık onunla özdeşleşen benlik kısmına yönlendirilir ve böylelikle bir özgüven kaybı ve cezalandırıcı bir özeleştiri ortaya çıkar. Freud bu durumun herkeste ortaya çıkmadığını, ortaya çıkması için sevilen nesne ile çifte-değerlikli bir ilişkinin olmasının ve narsisistik nesne seçimlerine[3] karşı bir eğilimin olmasının gerektiğini belirtir.
Abraham, depresyondaki bastırılmış düşmanlık duygularına önem vermiştir; “her vakada, hastanın sevme yetisini felç eden bir nefret etme tutumu olduğu görülebilir.” Ona göre depresif kişinin temel tutumu “İnsanları sevemiyorum, onlardan nefret etmek zorundayım.[4]” biçimindedir. Bu tutum bastırılmıştır ve farkındalıktan uzaktır, ama “İnsanlar beni sevmiyor, benden nefret ediyorlar … çünkü benim doğuştan gelen kusurlarım var. Bu yüzden mutsuzum ve çökkünüm.” biçiminde dışarıya yansıtılır. Bir süre sonra bu genelleşir, depresif kişinin düşmanlık duygularındaki köklerinden uzaklaşır ve derin bir aşağılık olma hissi olarak deneyimlenmeye başlar. Burada harcanan libido, diğer işlevler için kullanılamaz hale gelir. Nefret ve intikam dürtüleri yoğun bir suçlulukla bastırılmaya çalışılır. Suçluluk düşünceleriyle bir arzunun doyumu da sağlanır; en kötü suçlu olma ve herkesin bir araya getirebileceğinden daha fazla suçluluğu üzerinde toplama. Bu kişilerde her şeye ve herkese karşı duyulan sadizm bilinçdışına bastırılmıştır. Sadizmin bastırılmasının sonucunda, depresyon, kaygı ve kendini suçlama ortaya çıkar. Bu durum, mazoşistik eğilimlerin güçlenmesine neden olur. Hasta edilgen bir tutum benimser, acı çekmekten ve devamlı kendisini düşünmekten haz almaya başlar.
Fenichel’e göre depresiflerin bağımlı oluşları ve narsisistik tip nesne seçimleri tipiktir. Nesnelerle ilişkileri özdeşim kurma özellikleri nedeniyle karışıktır ve sık sık nesne değiştirme eğilimindedirler, çünkü hiçbir nesne gerekli doyumu sağlayamamaktadır. Eşlerinin duygularını hiç dikkate almaksızın, ondan kendi duygularını anlamasını isterler. Daima başkalarıyla “iyi ilişkiler” kurmak niyetinde oldukları halde, kendi yönlerinden böyle bir anlayış gösterme yeteneğinde değildirler. Bu gereksinim, her zamanki düşmanca tepki gösterme eğilimlerini yadsımalarına neden olur.
Uyuşturucu madde tutkunlarında olduğu gibi, “ilgi tutkunları” da arzuladıkları doyumu sağlayamaz hale gelebilirler ki, bu da onların tutkunluğunu arttırır. Bu belirgin yeteneksizliğin nedeni, bu vakaların oral yönelimleriyle ilgili yaşadıkları aşırı bir çifte-değerliliktir.
Fenichel, depresyonları kolaylaştıran yaşantıların ya bir benlik değeri yitimiyle ya da hastanın kendine güvenini koruyacağını, hatta arttıracağını umduğu desteklerin yitimiyle gerçekleştiğini öne sürer. Bunlar; başarısızlık, prestij yitimi, para yitimi, bir pişmanlık gibi normal bir kimsede de kendine güven yitimini gerektirecek yaşantılar; aşkta hayal kırıklığı veya sevilen eşin ölümü gibi, bazı dış desteklerin yittiği yaşantılar; hastanın yerine getirmek zorunda olduğu ve hastayı objektif ya da subjektif olarak “aşağılıklılık” hissettiren ve narsisistik gereksinimleri konusunda daha bilinçli hale getiren bazı deneyimlerdir.Hatta normal bir kimse için benlik değeri artması anlamını taşıyan bazı yaşantılar bile kişiyi çökkünleştirebilir. Eğer başarı hastayı bir ceza veya misilleme tehdidi olarak ya da ileriki görevler için bir yükümlülük olarak tehdit ediyor ve böylece desteklere olan gereksinmesini arttırıyorsa, çelişik olarak bir depresyonu kolaylaştırabilir.
Aşktaki hayal kırıklıklarına ağır bir depresyonla tepki gösteren hastalar, aşk yaşantısının kendileri için yalnız cinsel bir doyum değil, aynı zamanda narsisistik bir doyum anlamı taşıdığı kimselerdir. Bunlar, aşkla birlikte gerçek varlıklarını da yitirirler. Böyle bir yitimden çok korkarlar ve genellikle çok kıskançtırlar. Kıskançlığın şiddeti, tam tamına aşkın şiddetine karşılık değildir. En kıskanç kimseler, sevme yeteneği olmadığı halde, sevilme duygusuna gereksinmesi olan kişilerdir. Her yitimden sonra, derhal yitik eşin yerini doldurmaya çalışırlar: örneğin içmeye koyulur veya bir başka eş aramaya başlarlar. Bu davranış yansıtma temelinde onların kıskançlığını arttırabilir; bir başka eş bulma arzularını eşlerine yansıtırlar ve eşlerinin yeni bir nesne aradığını düşünürler.
Depresyonun fenemonolojisinde büyük ya da küçük bir özsaygı/benlik değeri yitimi ön plandadır. Eğer özsaygı yitimi, başlıca dış desteklerin yitirilmesine bağlıysa, kişi bunu: “her şeyi yitirdim; dünya şimdi bomboş” olarak; eğer üstbenlikten gelen iç desteklerin yitirilmesine bağlıysa kişi bunu: “Her şeyi yitirdim, çünkü hiçbir şeye layık değilim” şeklinde algılar.
Bunların karakteristik durumu “herkes benden nefret ediyor” olmaktan çok “kendimden nefret ediyorum” dur. Depresif hasta bir dış nesneyi sevemediği gibi, kendisini de sevemez. Dış nesneye olduğu kadar kendisine karşı da çifte-değerliklidir. Fakat çifte-değerliliğin iki öğesinin dağılımı farklıdır. Nesneyle ilişkisinde nefret gizli olduğu halde, sevme dürtüsü (ya da hiç değilse sevilme dürtüsü) daha açıktır. Kendi benliğiyle olan ilişkisinde ise benliğin primer aşırı değerlendirilmesi gizli kaldığı halde, gürültü patırtıyla ortaya çıkan nefrettir. Depresif hastanın çoğu kez aslında çok gururlu bir biçimde davrandığını ve nesnesi aracılığıyla kendisini cezalandırdığını yalnız analiz ortaya çıkarır.
Früste edici nesnelere karşı düşmanlık, kişinin kendi benliğine düşmanlık biçimine dönüşmüştür. Bu kendinden nefret etme, bir suçluluk duygusu, yani benlikle üstbenlik arasında bir uyuşmazlık biçiminde görünür. Üstbenlik olarak bilinen psişik ajanın varlığı, ilk kez depresyonun incelenmesiyle tanınmıştır. Üstbenliğin etkinliği, yalnız üstbenlikle benliğin arası açık olduğunda kesinlikle belirgin hale gelir; bu, kuşkusuz bütün kötü bilinç hallerinde böyledir, fakat depresyonlarda en aşırı derecededir.
Depresif hasta, nesnenin içe atılmasından sonra “Onu (kendimi) öldürmek istiyorum” türünden bir öfke değil, daha çok “öldürülmeye layığım” duygusu yaşar. Kural olarak, üstbenlik benliğin daha önce nesneyle çatışmasında gösterdiği öfkenin aynısıyla, şiddetli bir suçlamayla benliğin karşısına çıkar. Benlik de bu üstbenliğin karşısında, vaktiyle nesneye karşı davrandığı gibi davranır. Sonunda, içe atılan nesneye karşı kişinin çatışması iki yoldan komplike olur : benlik + içe atılan nesneye karşı üstbenlik çatışması ön plandadır; fakat benlik, üstbenlik karşısındaki çifte-değerlikli tutumuyla bunu üstbenlik + içe atılmış nesneye karşı benliğin çatışmasına dönüştürür.
Narsisistik gereksinmeleri olan herkeste, üstbenlikle benlik arasındaki çatışmalar rol oynamaktadır. Narsisistik bir destek olarak sevgisine gereksinme duyulan nesnenin oral-sadistik içe atılımı, bastırılmış narsisistik gereksinme barutunu patlatan bir kibrittir.
Depresif hasta değersizliğinden yakınır ve benliğini yitirmiş gibi davranır. Gerçekte ise bir nesne yitirmiştir. Böylece benlik ve nesne şu ya da bu şekilde eşitlenmiştir. Önceleri nesneye dönük olan sadizm şimdi benliğe yöneltilmiştir.
Sadizmin benliğe bu dönüşü, Freud tarafından depresif hastaların kendilerini suçlamalarının analiz edilmesiyle bulunmuştur. Anlamsız gibi görünen kendini suçlamalar, “ben” yerine nefret edilen nesnenin ismi konduğunda anlam kazanır.
Bibring ise Freud’un ve Abraham’ın yazdıklarına karşı çıkmaz ama depresyondaki oralite ve agresyon yüklü uğraşların düşünüldüğü kadar yaygın olmadığını ileri sürer. Bakış açısını temelden değiştirerek, özgüvendeki çöküşü, “benliğin arzularını gerçekleştirmede hissettiği çaresizliğin ve yetersizliğinin oluşturduğu şoka” bağlar. Bebeğin gereksinimlerinin uzun süre karşılanmayışı yüzünden, başta yaşadığı kaygı depresyona dönüşmüştür. Bu durum onda bir şok etkisi yaratmış ve çaresizlik duygusuna saplanmıştır. Depresyonda da özgüveni sağlayan mekanizmalar çökmüş ve benlik çökkünlük yaşanan bir benlik durumuna gerilemiştir. Bu gerileyiş illaki oral dönem olmak zorunda değildir. Ona göre depresyon, kişi kendisini hem narsisistik açıdan önemli bir amacı gerçekleştiremediğinde hem de böyle bir amacı bırakamadığında ortaya çıkar.
Bu kişilerdeki değişmez arzular üç gruba ayrılabilir;
- değerli, saygı duyulan, sevilen, takdir edilen birisi olma, diğerlerinden daha aşağıda ve değersiz biri olmak istememe arzusu,
- güçlü, diğerlerinden daha üst düzeyde, büyük, sağlam ve güvende birisi olma, zayıf ve güvenilmez birisi olmak istememe arzusu,
- iyi ve sevgi veren birisi olmayı, agresif, nefret dolu ve yıkıcı birisi olmayı istemem arzusu.
Bir yanda bu çok yüklü narsisistik istekler, diğer yanda benliğin bunları karşılamadaki çaresizliğinin ve yetersizliğinin farkındalığı arasında oluşan gerginlik depresyona neden olur.
Bibring’e göre, depresyona girilmesi için, belli bazı engellenmelere karşı hassasiyet yaratacak, çocuklukta oluşan ve bir çaresizlik durumuna saplanmaya neden olan bir travma gereklidir. Yani depresyonu, oral dönemin agresyon ve bağımlılık yüklü mücadelelerine bağlamaz, bu mücadelelerin kişinin çaresizliğinin farkına varmasından kaynaklandığını ve depresyona neden olduğunu düşünür.
Altbenlikten farklı olarak benlik, kökenlerini sosyal gerçeklikten alır ve benlik ideali sosyal alanda öğrenilmiş sembollerden ve güdülerden kaynak almaktadır. Bu yüzden özgüvendeki azalma, nesne kaybının yanında, güç, mevki, sosyal rol, kimlik, değer, varolma amacı gibi sembolik varlıklarla da bağlantılı olabilir. Bibring, depresyonun benlik içindeki bir çatışmadan oluştuğunu, isteklere ulaşılamayacağının hissedildiğini ve bu çatışma nedeniyle özgüvenin zayıfladığını düşünür.
Bibring narsisistik amaçların ve isteklerin gelişimini şöyle formule etmiştir;
- Oral dönemdeki narsisistik istekler; bebekle şefkatle ilgilenilmesi, sevgi alma, bakılma, beslenmedir. Bunlara karşılık gelen savunma gereksinimleri de; bağımsız olmak ve kendini destekleyebilmektir. Depresyonda kişinin sevilmediği ve bağımsız olmadığı fark edildiğinde oluşur.
- Anal dönemde beden, dürtüler ve nesneler üzerindeki denetim önem kazanır. Bu yüzden bu dönemin narsisistik istekleri; iyi olmak, sevilen olmak, temiz olmaktır. Bunlara karşılık gelen savunmacı gereksinimlerde; düşmanlık duymama, intikam alıcı olmama, kirli olmamadır. Kişi libidinal ve agresif itkilerini kontrol edemediğini, nesneleri kontrol edemediğini, zayıf olduğunu, suçlu olduğunu fark ettiğinde depresyona girer.
- Fallik dönemin narsisistik istekleri göstermeci ve sadistçe yarışıcı ödipal gereksinimlerden doğar. Bunlar; beğenilmek, ilginin merkezinde olmak, güçlü olmak ve zafer kazanmaktır. Bunlara karşılık gelen savunmacı gereksinimler; mütevazi olmak, göze batmamak, boyun eğici olmaktır. Kişi, yenilgi korkusunu, eksiklikleri ve yenilgileri yüzünden dalga geçildiğini, öç almak istediğini fark ettiğinde depresyona girer.
Freud depresyonda benlik işlevlerinin sınırlanmasını, bir önlem olarak kullanılmasına (kaygının ya da suçluluğun gelişmemesi için) veya yoğun savunmalarla boğuşan benliğin enerjisinin kalmamasına bağlarken Bibring depresyondaki inhibisyonu, isteklerinin gerçekleşemeyeceğini algılayan benliğin mücadeleyi anlamsız bulmasına bağlar. Rapaport, uyarı kaygısı ile panik kaygısı arasındaki bağlantı nasılsa, Bibring için özsaygıdaki azalma ile çaresizlik arasında da böyle bir ilişki olduğunu düşünür.
Cohen ve ark’na göre, depresyona giren kişilerin ebeveynlerinde, uyum sağlamak, “komşular ne düşünür?”e uymak, sosyoekonomik alanda hep daha iyiye gitmek ile ilgili yoğun kaygılar vardır. Çocuk; ailesinin, insanların ne düşündüğüne ve geleneksel ahlaka kendilerini yoğun bir biçimde adamalarını ve değerliliğe inanmadaki eksikliklerini özümsemiştir. Aile ilişkilerini benzer biçimlerde sürdüren erişkin depresifler, yoğun duygulanımsal sorunlar yaşamadıklarında bile, çok az ilişkiye girerler ve çok bağımlıdırlar. Aynı zamanda kabullenilmemeye ve reddedilmeye karşı çok hassastırlar. Bakım, destek ve kabullenilme elde edebilmek için kendilerini değersiz gösterebilirler ve böylelikle etraflarındakileri kendilerinin değersiz olduğuna inandırabilirler.
Odağ’a göre bebeklik çağında engellenmelere maruz kalmamış kişilerde aşırı bir iyimserlik hali, herkesin emirlerinde olduğu inancı ve “nasılsa her şey bana akacak” düşüncesi gelişebilir. Şiddetli engellenmelere maruz kalmış kişilerde olduğu gibi bu kişilerde de engellenmelere katlanamama ve yoğun çaresizlik duyguları ortaya çıkabilir. Bu bir şımartılma biçiminde ortaya çıkar ve zayıf bir benlik gelişimine neden olur.
Nesne ilişkileri kuramcıları da doğumun anneyi tehdit ettiği, zarara uğrattığı, bebek bakımının anneye zor geldiği, bebeğin varlığının anneyi hasta ettiği, annenin böylelikle çaresizlik duyguları yaşadığı, bebeğin istenmediği ve sömürüldüğü durumlarda bebeğin olumlu bir kendilik duygusu geliştirmesinin olanaksızlaştığını öne sürer. Burada bebek çaresiz, yetersiz anneyle özdeşleşmektedir. Bu yoğun çaresizlik de devamlı alma ile yatıştırılmaya çalışılmakta ama isteneni verememektedir. Oral dönem alma verme işlevleriyle sınırlı değildir, aslında bebeğin aldığı sevgi, şefkat, güven, bakım, neşe, korunma ve verdiği mutluluk, doyum hissi gibi soyut öğeler de vardır ve tüm bunlar bir karşılıklılık içerir. Yani depresif kişinin dinamikleri düşünüldüğün de anne-bebek ilişkisindeki bu soyut öğelerde de bir sorun olduğu bilinmelidir. Anne-bebek ilişkisindeki süreklilik, tutarlılık ve aynılık çocuktaki temel güven duygusunun temelini oluşturur. Bu duygu bir yandan çevrenin güvenirliliğini yansıttığı gibi bir yandan da kendi benliğinin süreklilik ve aynılık taşıyan, bakılmaya ve sevilmeye değer bir varlık olduğunu gösterir. Yani kişinin kendisine ve çevresine güveni ve başkalarının gözlerinde güvenilir bir kişi olduğu inancı temel güven duygusunun üç ana öğesidir. Bunlardaki sorunlar oral dönemde yaşanan sıkıntıları yansıtabilir ama güven duygusunun gelişiminde sonraki dönemlerinde katkılarının olduğu unutulmamalıdır.
Bu hastaların bazıları devamlı alırken, bazıları da almadan vererek almayı garanti altına almaya çalışırlar. Devamlı alanlar çevrelerinde yetersizlik hislerini güçlendirirken, sonradan almak üzere verenler de karşılarında “borçlu kalma” duygusunu pekiştirirler. Diğer yandan, bolca verirken altta yatan saldırganlıklarını gizlemeye çalışırlar ama bunu uzun süre sürdüremezler. Görünüşte son derece boyun eğmiş gibi duran depresif hastalar gerçekte çoğu kez çevresini tamamen egemenliğine almakta başarılıdır. Analiz, bunun şiddetli bir oral sadizmin bir belirtisi olduğunu gösterir.
Oral dönemde şımartılmış, daha acıkmadan beslenmeye çalışılmış kişilerde ve aşırı engellenmiş kişilerde bir acelecilik de gözlenir. Bu acelecilik altta yatan, doyurulmazlarsa karşılaşabilecekleri yoğun çaresizliğe karşı bir savunma gibidir.
Kaynaklar:
Abraham, K. Notes on the Psychoanalytical Investigation and Treatment of Manic-Depressive Insanity and Allied Conditions. Selected Papers of PSychoanalysis, The Hogarth Press.
Bibring, E. (1953) The Mechanisms of Depression. In Affective Disorders., International University Pres, 13-48.
Freud, S. Mourning and Melancholia, The Hogarth Press, Volume 17.
Odağ, C. Nevrozlar 2, Halime Odağ Vakfı Yayınları
Rapaport, D. Edward Bibring’s Theory of Depression. The Collected Papers of David Rapaport, Basic Books.
[1] Self-regard
[2] inkorporasyon
[3] Narsisistik nesne seçimi kişinin libidinal yatırım için kendisini seçmesidir. Freud bunun şu yollarla olduğunu belirtmiştir: 1. Kişi kendisini 2. geçmişteki halinin sever 3. olmak istediği halini 4. Bir zamanlar bir parçası olan kişiyi sever
[4] I cannot love people, I have to hate them.