• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

YANSITMALI ÖZDEŞİM - sunum

Klein, yansıtmalı özdeşimi paranoid-şizoid konumla birlikte tanımlamıştır. Bu konumun ana savunma mekanizmasıdır ve diğer ilkel savunmalar gibi hem intrapsişik hem de kişilerarası ögeler içerir. Bastırmanın, gerçeği değerlendirme yetisinin ve dolayısıyla benliğin zayıf olduğu durumlarda belirginleşir. Benliğin gerçeği değerlendirebilmesi için: iç ve dış uyaranları ayırt edebilmesi, kendiliğe (self) ait olan ve olmayanlar arasındaki farkı algılayabilmesi ve benlik sınırlarının gelişmeye başlaması gerekir. Ruhsal sistemde içerden dışarıya ve dışarıdan içeriye (projektif-introjektif) akış, benliğin oluşturduğu kendilik sınırlarının yapısıyla yakından ilişkilidir. Benlik zayıfsa, sınırlarını algılayamıyorsa ve yapılandıramıyorsa içten dışa ve dıştan içe akışı kontrol edip yönetemez.

Paranoid şizoid konum, benliğin kendiliği koruyamadığı ve bir bütün olarak bir arada tutamadığı bir durumdur. Nesne ile kurulu olan narsisistik ve anaklitik nesne ilişkilerini kaybetme kaygısı vardır. Kendilik, zulüm görme ve dağılma endişeleri içindeyken yansıtmalı özdeşleşme bu endişelere karşı bir savunma olarak kullanılır. Yukarıdaki ögelerdeki zayıflık halinin tersine bir savunma olarak yansıtmalı özdeşimi kullanan kişi tümgüçlülük hali yaşar.

Yansıtmalı özdeşim, ruhsallığın bu ögeleri tam gelişmediğinde, bu düzeye bir gerileme olduğunda ya da bu düzeye saplanıldığında gözlemlenir. Nesnenin durumu daha gerçekçi biçimde algılandığında ve nesneye yönelik bir umursama ve acıma geliştiğinde yansıtmalı özdeşim azalır.[1] Bunun gelişmesi için nesnenin umursayan, acıyan ve şefkatli yönü ile kendiliğin özdeşleşip bütünleşmesi gerekir. Yansıtmalı özdeşim, diğer tüm ilkel savunma mekanizmaları gibi ikili ilişkiler düzeyinde gelişir ve birincil süreç düşüncenin somutluğuna yakındır. Ayrışmanın yarattığı nesneyi kaybetme ve kendilikteki dağılma korkularına karşı gelişir.

Ruhsal Gelişimde Yansıtmalı Özdeşim

Ruhsal gelişim açısından yansıtmalı özdeşim anne-bebek ilişkisinde bir temel oluşturur. Anne, gebelikte yaşadığı ruhsal gerileme ile bebeğini sezgisel olarak algılamaya başlar. Winnicott[2] bu sürece birincil annelik tasası demiştir. Bebeğinin ağlamasının ne anlama geldiğini hisseder, buna göre bebek bakımını düzenler. Bir tümgüçlülük yanılsaması yaratır.

Bebek, annesinin içine attıklarını annesinin ruhsal işlemlemeden geçirmesinin ardından geri alır. Böylelikle yansıtmalı özdeşim ile bebeğin anneye yansıttığı kötü, korkutucu, kirli ögeler annenin benliği tarafından işlemden geçirilerek bebeğe geri verilir. Bebeğin iç dünyası sezgisel bir ilişki içinde gelişirken annenin benliği bu gelişimi ilerletecek biçimde çalışır. Genellikle belirtilmeyen bir nokta annenin bebeğinden gelenleri almaya gönüllü ve istekli olmasıdır. Anne, bebeğinin yansıtmalı özdeşimine açıktır hatta bunu tahrik eder. Yansıtmalı özdeşim kullanan bir yetişkin annesi gibi buna açık kişileri bilinçdışı bir biçimde bulur.

Bu süreci kapsayan-kapsanan ilişkisi ile Bion kavramsallaştırmıştır. Nesne (analist/anne) kendiliğin (hasta/bebek) yansıttığı parçaları alır, kapsar, alfa işlevi ve düşlemleme (reverie) ile işler. İşlemlemeden sonra kendiliğe (hasta/bebek) geri yollar. Başlangıçta kendiliğin taşıyamadığı ilkel kendilik parçası (beta elemanlar) nesnenin alfa işleviyle işlemesinin ardından kendiliğin taşıyabileceği ve bütünleştirebileceği bir aşamaya gelir. Kendilik; beslenir, bütünleşir, benlik güçlenir.[3]

Bebeğin tümgüçlülük yanılsamasının bozulma süreci çok değerlidir ve narsisistik durumların ve kendilik patolojilerin kaynaklarındandır. “Fransızca konuşulan psikanalizde yansıtmalı özdeşim” makalesinde Quinodoz şöyle der:

Annenin düşlemleme-reverie kapasitesi, babayı dışlayan bir ikili ilişkiyi ima ettiği düşünülerek sıklıkla yanlış anlaşılmaktadır. Bu Bion’un düşüncesi değildir. Bion’a göre annesel düşlemlemede, bebek babasıyla birlikte annenin zihninde var olur. Bu açıdan Bion değil Winnicott kapsayıcı annenin bebeği ile ikili kaynaşma ilişkisinde olduğunu açıkça bildirmiştir.

“Sembiyoz Üzerine Yeniden Düşünmek” yazısında Alexandiridis bu süreçlerde babanın saldırganlığının önemini vurgular. Anne, bazı uyaranları metabolize edemez ve babayı çağırırsa kastrasyon ile bebeğini tanıştırmış olur. Alexandiridis şöyle açıklar:

Özne bu kutbu (babayı) annenin arzusunu çeken kutup olarak algılar ve bu nedenle (elbette annenin ruhsal sistemi gibi) bu bir özdeşleşme alanıdır. Eğer anne çocuğu kastrasyonla tanıştırmazsa, o zaman çocuk kendi soyağacı tarihindeki yerini bulamayacaktır. Üçüncü kurulamaz ve psikozun dinamik alanı yaratılır. Kastrasyonun yokluğu, özneyi “benim var” (I have) düzeyinde sabitleyerek[4] yatırımları kendiliğe çeviren “ben varım” süreçlerini engeller, narsisizmi ve kimlik duygusunu güçlendirir.

Şunu da eklersem, özdeşleşme süreçlerini ketler.

Quinodoz ve Alexandiridis’in bu tespitleri Freud’un idealizasyon ve yüceltme arasındaki farka dair tanımlamasıyla uyumludur. Freud, “Yüceltme nesneye yatırılan libidoyu cinsel doyumdan başka amaçlara yönlendirir. Bunun aksine idealizasyon, libido yatırılan nesneyi yükseltir ya da büyütür ve kendiliğin olduğu kadar nesnenin alanıyla ilgili de olabilir.” diyerek yüceltme ve idealizasyon arasındaki farkı açıklığa kavuşturmuştur. Bu tanımla birlikte, yansıtmalı özdeşimde nesnenin/annenin idealize edildiğini düşünürsek -anne tüm pislikleri kaldırabilecek kadar idealdir- idealizasyon nesnenin alanıyla ilgilidir. Eğer anne-nesne kendini ideal görüyorsa çocuk için gerçeklik bozulmuş olacak, tümgüçlülük yanılsamasından ve narsisizmden çıkamayacaktır. Baba, hem çocuk ve anne arasındaki cinselliği anne cephesinden güvence altına alarak hem de çocuğa bunu yasaklayarak libidoyu başka amaçlara, yeni özdeşleşmelere ve aşklara yönlendirendir.

Genel Özellikleri

Yansıtmalı özdeşim sürecinde: bir kendilik parçasını taşıyamama, duygusal olarak bu parçayı taşıyabilecek başka bir bireye yansıtıp bu parçayı ona atfetme, bu birey fark etmeden onu bir şekilde manipüle ederek yansıtılan yansıtmalı özdeşimi yaşama geçirme[5] ve bu yaşantıyı yeniden içselleştirme görülür. Böylelikle içsel bir süreç kısmen dışsallaştırılmış ve yeniden sahnelenmiş olur.

  1. Somutta kalma

Bu biçimdeki bir yaşama geçiriş kişinin düşleminin gerçek olduğuna inanmasına, paranoid bir dünyada daha çok korkmasına ya da bir cennette olduğuna inanmasına neden olur. Ruhsal dünya büyüsel bir biçimde somutlaştırılmış olur.

Ruhsal tasarımlar beden parçaları biçiminde somut olarak tanımlanır. Öfke yüklü ögeler, atılmak istenen kirli, acı ve zehirli ögeler çiş ve kaka ile simgelenir. Sevgi yüklü, içe alınmak istenen temiz, besleyici, lezzetli ögeler ise süt ve meme ile simgelenir. Yansıtmalı özdeşleşmede simge ile simgelenen karışmakta, eş tutulmaktadır. Örneğin psikotik bir kemancı kemana penis parçasını yansıtır ve kemanını penisi gibi gördüğü için insanların arasında keman çalamaz (Segal'in[6] simgesel denklik için verdiği olgu örneği).

  1. Pisliği boşaltma düşlemi

Yansıtmalı özdeşleşmede yansıtılan parçaların dışarı atılması yüzünden hem kendilik hem benlik zayıflar. Kişi, zihninin bazı parçalarının eksik olduğunu, bazı duyguları yaşayamadığını hissedebilir. Olumsuz kendilik parçasının dışarıdaki nesneye “boşaltılması” anal ve oral düşlemlerdir. Annenin (tuvalet/çöp anne) içine boklar ve kusmuklar atılıyor gibidir. Kendilik; mide bulandıran ve karın ağrıtan kötülerden temizleyerek veya kurtararak kendiliğin saf, temiz ve iyi tutulması arzulanır. Sindirim gerçekleşemez ya da eksik kalır. Oral boşaltımda sindirim hiç yoktur, anal boşaltımda pisletme ve zehirleme arzusu vardır.

Yansıtılan saldırgan parça dışarıdan geri saldırıyor gibi geldiğinden Klein, yansıtılanın ölüm dürtüsü olduğunu belirtmiştir.[7]

  1. Narsisistik birlik yanılsaması

Kendilik ve nesne/annenin arasındaki bağ ve iç içelik sürer, kendilik ve nesne ayrımı tam yoktur. Bu birliğin doğası narsisistiktir. Bu haliyle kişinin hayranlık ve tapma halinde olmasını inkar etmesine de neden olur. Narsisistik birlik yanılsaması; hasetten, kaygıdan, öfkeden ve hüsrandan koruyabilir ve idealize edilebilir.[8] Yansıtmalı özdeşim ayrışıklığın hissettireceği narsistik yaralanmaya, yaralanmanın yaratacağı acılara, ayrışmaya ve yas tutmaya karşı bir savunma işlevi görebilir. Ciddi bir tümgüçlülük hissi verirken önemli bir dirence dönüşür.

Rosenfeld, acı ve kaygı yaratan kendilik parçalarının bölünüp ayrılarak tümgüçlü nesneye yansıtıldığı “narsisistik tümgüçlü nesne ilişkisi”ni tanımlamıştır. Bu ilişkide hasta, nesne olduğunu ya da nesnenin kendisi olduğunu hisseder. Kendilik ve nesne sınırları yok olmuştur. Narsisistik tümgüçlü nesne ilişkisi, kendilik ve nesne ayrılığının, saldırganlığın ve hasedin fark edilmesine karşı bir savunma olarak kullanılır. Volkan, ideal kendiliğin oral dönemdeki engellenmiş çocuğun kendi saldırganlığından ve hasedinden korunmak için güç, zenginlik ve güzelliklerle donanması sonucunda oluştuğunu belirtir.

  1. İç içe geçmişlik hali

Yansıtmalı özdeşimin ana özelliklerinden biri iç içe geçmişlik yanılsamasıdır. Yansıtılan ögeler saldırganlık yüklü içeri girme ve işgal etme arzuları taşıdığından yansıtmalı özdeşimde yansıtma nesnenin içine yapılır.[9] Yakınlık aranmaktadır ama bu girici bir yakınlıktır.[10] Bastırmanın eşlik ettiği yansıtmada yansıtma nesnenin üzerine yapılmaktadır. Bu fark, ayrışıklığın sürmesine ve ilişkinin geçici olmasına olanak tanır. Nesnenin hali ve deneyimledikleri önemseniyor olmuş, nesnenin yorumlamasına duyulan ihtiyaç azalmıştır.

Yansıtmalı özdeşimdeki iç içe geçmişlik hali iç ve dış dünyanın kaynaşmasında da görülür. Psikotik hastaları analizden geçiren analistler böyle bir hastanın tüm kendiliğini analistin ya da diğer kişilerin içine yansıtabildiğini gözlemlemişlerdir. Klein’ın “Özdeşleşme Üzerine” adlı makalesinde böyle bir öykü kahramanı vardır. Rosenfeld bu tür bir hastasının kendiliğini Rosenfeld’e yansıttığını yorumladığında hastası Anne kendiliğini Rosenfeld’in içinden çıkartabilmiş, kendi içine yansıtabilmiş ve Rosenfeld bir dış nesne olabilmiştir. Rosenfeld böyle tümden bir yansıtmalı özdeşimin hastanın benlik işlevlerini tamamen ketlediğini belirtir.

İşlevleri

Yansıtmalı özdeşleşmenin işlevleri arasında;

  1. Ayrılmayı önlemek için dışarıdaki nesneyle kaynaşma girişimi:

Yansıtmalı özdeşleşmenin egemenliği kişinin dünyayı algılamasını çarpıtır. Yansıtmanın yapıldığı nesneye karşı bir bağımlılık gelişir (anaklitik anne aktarımı) ya da bağımlılık zaten vardır (anne). Yansıtmalı özdeşleşme bağımlılık konularının çalışılmasını sağlar. Yoğun kullanıldığında bağımlılığın inkâr edilmesine neden olur.

  1. Zulüm ve aç kalma korkularının kontrol edilmesi:

Nesneye saldırganlık yansıtılmışsa nesne; kendilik parçalarını kontrol ediyor, kendiliği sömürüyor, boşaltıyor, kendiliğe zulmediyor, korkutuyor, tüm iyilikleri kendine saklıyor gibi algılanır. Nesneye sevgi yansıtılmışsa nesne; kendiliği besleyen, seven, tüm iyiliklerin kaynağı olan ülküleştirilmiş bir nesneye dönüşür. Saldırganlık yansıtıldığında korkudan, sevgi yansıtıldığında ülküleştirmeden kaynaklanan bir boyun eğme ve bağımlılık oluşur. Saldırganlık yansıtıldığında zulüm kaynağına, sevgi yansıtıldığında besin kaynağına dikkat etmek adına nesne sürekli takip edilir. Nesne kontrol edilirken dürtü de kontrol ediliyormuş yanılsaması oluşur.

  1. Zulüm görme tehlikesi altındaki iyinin korunması:

Kişi, saldırganlık ve olumsuzluk yüklü parçalar ile sevgi ve iyilik yüklü parçaların içinde yan yana duramayacağından ve kötülüğün iyiliği yok edeceğinden korkar. Çifte değerliliğe katlanamıyordur.

  1. Nesneyi ele geçirmek ya da yok etmek için nesnenin içine girme ve işgal etme:[11]

Saldırganlık yüklü kötü kendilik parçaları iyi nesneye zarar vermek, yok etmek ve acı çektirmek için de yansıtılabilir.[12] Paranoid şizoid konumda memeye yapılan saldırılar depresif konumda acıma ve suçluluk ile onarıma dönüşürken meme artık bir simge haline gelir.

  1. Pisliği boşaltma, narsisistik birlik ve iç içe geçmişlik düşlemlerinin sürmesini sağlama:

Bu ögeler değersizleştirici ve ülküleştirici ögelerin karışık ya da hızlı döngülü bir biçimde yinelenebilir kalmasını sağlar. Çifte değerlilikten uzak durulmuş olur.

  1. İç dünyanın inkârı:

Düşlemin dış dünyada yinelemesi her şeyin dış dünyada olup bittiği ve iç dünyanın var olmadığı inanışını destekler. Bu inkâr, iç dünyada kabul edilemez ve katlanılamaz korkular, acılar ve içerikler olduğunu gösterebilir.

  1. Ayrılığın erken farkına varılmasını yarattığı korkuyla başa çıkma çabası
  2. Ruhsal işlemleme yapamamış anne-babanın yerine koyulabilecek nesneler aranması ya da bunların içselleştirilmiş parçalarından kurtulmaya çalışma

Yansıtmalı özdeşleşme; (1) yoğun kullanıldığında, (2) benliği egemenliği altına aldığında, (3) yoğun cinsellik, öfke ve şiddet taşıdığında, (4) amaç yalnızca boşaltım olduğunda, (5) tümgüçlülük hissi varsa, (6) kendiliği dağıtıyorsa, ve (7) gerçekliğe yönelik farkındalık bozulmuşsa patolojiyi ağırlaştırır.

Çeşitleri

Rosenfeld yansıtmalı özdeşleşmenin narsisistik nesne ilişkilerindeki yerini tanımlamıştır. Kernberg, sınırda ve narsisistik kişilik bozukluğunda yansıtmalı özdeşleşmeyi açıklamıştır.

Rosenfeld, kötü ögelerin nesneye yansıtılarak kendiliğin saf ve temiz halde tutulduğu yansıtmalı özdeşleşmeye “boşaltıcı (evacuative) yansıtmalı özdeşleşme” demiştir. Bir de “iletişimsel yansıtmalı özdeşleşme” tanımlamıştır. Yansıtmalı özdeşim, dayatmacı ve sözel olmayan bir iletişim biçimidir. “Sen kötüsün, ben değilim. Ben saldırmıyorum, sen bana saldırıyorsun. Seni kontrol ederim. Beni kontrol edemezsin. Bana uymak zorundasın. Gözümün önünden ayrılamazsın.” gibi mesajlar ima, mimik ve eylem ile iletilir. Yansıtmalı özdeşimin amacı iletişim değildir. Ancak nesnedeki bir ruhsal işlemeden sonra iletişime dönüşme olasılığı vardır. Nesne, yansıtmalı özdeşim yapan kişiyi düşlemden gerçekliğe, somuttan simgeye ve eylemden söze taşıyan bir şifre çözücü işlevi taşır. Nesne bunu yapabilirse ilerletici, yapamaz eyleme dökerse geriletici veya saplanma yaratıcı bir rol oynar. Bir biçimde kişinin anne-babası bu işlevi gerçekleştirememiş ve kişi anne-babasının ruhsal açıdan işlemleyememe özelliği ile özdeşleşmiştir.

Örneğin sadistik baba tasarımı olan ve güncelde de babasının iğneleyici sözleriyle sadizme uğrayan bir kadın, kendisi öyle olmadığı halde kendisini babası gibi iğneleyici, acımasız, rahatsız edici ve ilişki kuramayan birisi gibi görür. Böyle olmayan kendiliğini babasından ayrıştıramaz, ayrıştıramadıkça da babasının bu yönleri ile özdeşleşir. Ben de bu özdeşimini bozarak onun kendi acıma, şefkat, ilişki arayan yönleri ile bağ ve iletişim kurmasını sağlamaya çalışırım. Eğer bu çalışmayı onunla yeterince yineleyebilirsek onun ““Baba sen kötüsün, ben değilim. Baba ben saldırmıyorum, sen bana saldırıyorsun. Baba beni kontrol edemezsin ben seni kontrol ederim. Ben değil sen bana uymak zorundasın.” İfadelerini kendi içindeki babasına söyleyebilir hale gelerek kendi varlığına, iletişim kurma ve sevme gücüne bir alan açılacaktır.

Rosenfeld, kendilik nesneden ayrıştığını hissetmeye başladığında hasedinin ortaya çıktığını ve nesnenin içindeki iyiyi almak istediğini belirtmiştir. Bağımlılık ve iç içe geçme çözümlendiğinde, "kendilik ve diğer kişi" ayrıştığında yansıtmalı özdeşleşme ortadan kalkar ve karşılıklı bir iletişime geçilir. Rosenfeld, yansıtmalı özdeşleşme türleri arasında “parazitsel yansıtmalı özdeşleşme”yi de tanımlar. Yine hastanın, nesnesinin bedenine ve zihnine tamamen müdahale etme ve onu kontrol etme girişimi vardır ama bu sefer süreç sessiz, asalakça, pasif bir şekilde işler. Kişi, her türlü bağımlılık, haset, ayrılık kaygısı, vb. olumsuz duyguları inkâr etmiş olur. Hastanın parazitliğinin farkına varmasını sağlamak çok zordur.

“Simbiyotik yansıtmalı özdeşleşme”de[13] kendiliğin bütünü nesneye yansıtılır. Nesne bundan hoşnut olur ve ilişkiyi kabul ederse kendiliğin nesnenin içinde yaşama düşlemi sahnelenmiş olur. Bu düşlemde libido ile yıkıcılık kaynaşmış haldedir ve yıkıcılık inkâr ediliyordur. Rosenfeld, nesne ile tam bir kaynaşma ile sınırların ve farklılıkların tamamen kaybolmadığı bir kaynaşma durumu arasındaki farklara dikkat çeker. Boşaltıcı, parazitsel ve simbiyotik yansıtmalı özdeşleşmelerde nesneyi kontrol altına alma arzusuyla bir güç uygulama ve sahiplenme sahnelenir.

Rosenfeld psikotik hastalarla çalıştığı için bu durumları açıkça görmüş olmalıdır. Yine de boşaltıcı, parazitsel ve simbiyotik olmayan bir yansıtmalı özdeşleşme olabilir mi bilemiyorum. Bu ögeler farklı dozlarda, yansıtmalı özdeşleşmenin içinde bulunabilir.

Aktarım

Yansıtmalı özdeşleşme hızlı gelişir ve kendini doğrulayan bir kısır döngü yaratır. Bilinçdışından bilinçdışına yoğun iletişim ve eylemsellik, nesnenin başına gelenleri algılayıp yorumlamasını engeller. Süreci bir terapist bile anlayamayabilir ve seans sonrasında “Ne oldu bana? Neden böyle hissediyorum? Niçin bu hareketi yaptım? Neden böyle bir kelime kullandım?” gibi sorularla baş başa kalabilir. Genellikle terapist kendisini birdenbire çaresizlik ve kontrol edilme duyguları içinde bulur, bunların nedenlerini ancak daha sonra, yansıtmalı özdeşimin etkisinden kurtulunca anlayabilir. Terapist, terapide daha önceki tutum ve davranışlarından farklı bir tutum geliştirirse yansıtmalı özdeşimden şüphelenmelidir.

Yansıtmalı özdeşimi kullanan depresif bir hasta yaşadığı ve taşıyamadığı kararsızlığı bana yansıtıp mutlu mu mutsuz mu olduğuna, tedaviyi isteyip istemediğine benim karar vermemi ister. Yargılanmaktan ve suçlanmaktan korkan hasta karar verme işlevini terapistine atar. Yoğun bir biçimde ağlayarak terapisti harekete geçirir. Hastanın yoğun mutsuzluğundan etkilenen ve eyleme geçerek terapi öneren terapist bir sonraki seansta mutlu ve kararlı bir hasta ile karşılaşınca şaşırır. Bu şaşırma ve kafa karışıklığı hastanın yansıttığı bir diğer ögedir.

Sınırda yapılanması olanlar ve paranoid kişiler bu savunmayı sık kullanırlar. Paranoid hasta terapiste saldırgan ve tehditkâr bir biçimde davranırken, terapistin ona yardım ve tedavi isteklerini sadistçe ve saldırganca bularak onu suçlar. Terapist konuşamaz hale gelir, kontrol edildiğini hisseder.

Yansıtmaya inkâr eşlik edince psikotik bir durum ortaya çıkar. Gerçekliği değerlendirme yetisi iyice kaybolur. Psikotik yansıtmada dışarıda bir nesne olmasına gerek yoktur, varsanı oluşur. Yansıtmanın tek amacı iç dünyayı dışarı boşaltmaktır.

Yansıtma

Hastaların, bastırdıkları dürtüleri başkalarına mal etmeleriyle kendini gösteren, bastırmanın eşlik ettiği yansıtma ile bölmenin eşlik ettiği yansıtma çok farklı dinamikler yaratır. Nevrotiklerde bastırmaya eşlik eden yansıtmada; (1) yansıtılan ögeler dürtüsel açıdan yoğun değildir, (2) yansıtma bir kaynaşma arzusu ya da özelliği taşımaz, benlik sınırları bulanıklaşmaz (3) yansıtmada nesnenin ruhsal işlevlerine bağımlılık yoktur, (4) benlik, yansıtma sonrası yansıtılan öge ile kendiliğin bağlantısını kesebilir, nesneyi manipüle etmeye ihtiyaç duymaz, (5) yansıtma gerçekliğin değerlendirilmesini bozmaz, (6) yansıtma nesnenin üzerine yapılır.

Sınırda yapılanmalarda yansıtmaya bölme eşlik edince yansıtmalı özdeşleşme gelişir ve yansıtılan ögeler (1) yoğun dürtü yüklüdür (sevgi ön plandaysa kaynaşma arzusu, saldırganlık ön plandaysa öfke yüklü parçadan kurtulma arzusu vardır), (2) benlik kendilik ve nesne ilişkisini ayrıştıramaz, (3) nesnenin ruhsal işlevlerine bağımlılık vardır (4) benlik içsel nesne ile dışsal nesneyi de ayrıştıramaz, (5) gerçekliği değerlendirme yetisi zayıftır, (6) yansıtma nesnenin içine yapılır.

Bastırma güçlenip yansıtma ortaya çıktığında yansıtmalı özdeşleşme iç dünyada, düşlerde devam eder. Kişilik parçaları düşlerde canlı ve cansız nesnelere yansıtılır. Düş, sanki bu parçalar o kişinin değilmiş ve gerçek dünyada yaşanmış gibi anlatılır. Böylelikle dağılma ve ayrışma kontrol altına alınmış ve düşlerin dünyasıyla sınırlandırılmış olur.

 


[1] Joseph B, “Yansıtmalı Özdeşimin Bazı Klinik Yönleri” Yansıtmalı Özdeşim: Bir Kavramın Kaderi, s. 119.

[2] Winnicott, D. W. [1956] “birincil annelik tasası”, Çev. Salgın, A., Psikanaliz Yazıları, 2002, 4: s. 101-107.

[3] Anne de bebeğinin içine; var olma, gerçek ve canlı olma altyapısını oluşturan sevgi dolu ve besleyici parçalar atar. Bu sırada bebek annenin narsisistik bir uzantısıdır ve aralarındaki sınır geçirgendir. Bebek, duygusal ifadeleri ile çevresini kontrol eder. Ağlaması ve gülmesi ile tüm dikkatleri üstüne toplar.

[4] (otizmde doğrudan, sembiyozda sembiyotik kompleks aracılığıyla)

[5] S. Akhtar, Comprehensive Dictionary of Psychoanalysis, Routledge, 2018.

[6] Segal, H. (1957). Notes on Symbol Formation1. Int. J. Psycho-Anal., 38:391-397.

[7] Hinshelwood R. D. (2005) International Dictionary Of Psychoanalysis, Ed. Alain de Mijolla, Thomson Gale, USA.

[8] Steiner J. [] Ruhsal İnzivalar Psikotik, Nevrotik ve Sınır Hastalarda Patolojik Örgütlenmeler, Çev. E. Trak, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay, 2023, s. 51.

[9] Sandler J. Projection, Identification and Projective Identification, Karnac Books, Londra, 1989, s. 20.

[10] Hinshelwood R., Herbert Rosenfeld: A Contemporary Introduction, Routledge, London, New York, 2023.

[11] Joseph B, “Yansıtmalı Özdeşimin Bazı Klinik Yönleri”, Yansıtmalı Özdeşim: Bir Kavramın Kaderi, s. 118.

[12] Segal, H. [1973], Melanie Klein’ın Çalışmasına Giriş, Çev. M. T. Sivri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay, 2023.

[13] Rosenfeld, H. (1983) Primitive Object Relations and Mechanisms. International Journal of Psychoanalysis 64:261-267.