KAYGI
Çatışma ve uyumun bozulması kaygı ve belirti oluşumu ile fark edilebilir. Benlik gücü yerinde olan kişilerde kaygı genellikle kapsanabilir, tanımlanabilir ve “uyaran kaygı” olarak işlev görebilir düzeydedir. Benlik, uyaran kaygı ile savunmaları harekete geçirdiği için “kaygı”nın hangi süreçlerle evrildiği önemlidir. Benlik, kaygı yaratacak durumları uyaran kaygıya dönüştüremezse kaygıyla baş edememeye başlar.
Freud, travma, çatışma ve kaygı kavramları üzerindeki çalışmasını ömrü boyunca sürdürmüştür. Freud’un kaygı üzerine görüşlerinin gelişimi üç aşamaya[1] ayrılabilir:
- Boşaltılmamış libidonun kaygıya dönüştüğünü varsaymıştır. Bu açıklama; "Proje", "Düşlerin Yorumu"[2] ve "Bilinçdışı"[3] başlıklı makalelerinde etkindir.
- Daha sonra "daha fazla hoşnutsuzluğu önlemek için bir sinyal olarak hafif bir hoşnutsuzluk (kaygı) ortaya çıkması" düşüncesini ortaya atmıştır.
- Uyaran kaygı kavramını tamamıyla benimsemiştir. Önce kaygının olduğu, savunmaların kaygı ile harekete geçtiğini öne sürmüştür.
“Bastırma”[4] makalesinde dürtüsel tasarımın niceliksel ögesinin izleyeceği yolları tanımlarken kaygıya dönüşebileceğini belirterek dürtü ve kaygı arasındaki bağı vurgulamıştır. Zaman içinde Freud’un düşünceleri değişse de libidonun boşaltılamamasının kaygı yaratması ile ilgili açıklamaları tamamen bırakılamaz. Çünkü libidinal yatırım yapılamaması ve bir isteğin doyurulamaması bazı durumlarda kaygı yaratabilir. Bunu “Kaygı ve Dürtüsel Yaşam”[5] konferansında açıklarken bir bebeğin annesinin yüzünü görememesi üzerinden anlatmıştır. Nesne tasarımlarının tam oluşmamış olduğu ve nesne sürekliliğinin sağlanamadığı, nesneye bağımlılık içeren durumlarda libidinal yatırım yapılamaması kaygı yaratabilir. Erişkinlikte benlik güçsüzlüğü, libidinal yatırımın düzenlenememesine neden olabilir ve kaygı ortaya çıkabilir. İsteğine nasıl ulaşacağını, ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağını, yatırımını nereye yapacağını iç ve dış dünyasında tasarımlayamayan kişi kaygı yaşayabilir.
Kaygının bir nesneye ya da tasarıma bağlanamadığı durumlarda “yüzer gezer bir kaygı” oluşabilir. Kaygı, bağlanamayınca ve tasarımlanamayınca anlaşılamaz, anlaşılamayınca benliğin egemenliğine girmez. Böyle bir kaygı; benliği zayıflatıcı, kısıtlayıcı ve tüketici bir hal alır. Anneler, kaygı ile deneyim arasındaki bağlantıyı çocukları için kurarlar. Çocuğun ağlamasına verdikleri anlam ile harekete geçer ve bakım vermeyi sürdürürler. Anne, çocuğunun kaygısının kaynağını bulamazsa kaygılanmaya başlar.
“Yeterince iyi anne”, bakımı verirken çocuğun hem istek ve ihtiyaçlarıyla hem de annesiyle bütünleşik ve bağlantılı hissetmesini, özdeşleşmesini sağlar. Hoşnutsuzluğu önlemesi ve hoşnutluk halinin sürdürülmesi için ortaya çıkan kaygı (uyaran kaygı) haz ilkesinin hizmetinde çalışır. Bu yolla düşük düzeyde tutulan kaygı, benliğin ve kendiliğin güçlenmesinde, tutarlılığının, dengesinin ve uyumunun sürmesinde kullanılabilir. Bu süreç, bebeğin “ayrılık” gerçeği ile gelişmişlik açısından hazır olmadığı bir zamanda yüzleşmesini engeller, ayrılma kapasitesinin gelişmesi için ona zaman tanır.
Psikoseksüel Gelişim Döneme Özgü Kaygılar ve Betimledikleri Kendilik ve Nesne İlişkisi: - Doğum travması: zorla ya da yeni başlatan nesne - doğan kendilik - Anneyi yutma ya da anne tarafından yutulma kaygısı: yutan nesne - yutulan kendilik - Nesneyi kaybetme (ayrılma) kaygısı: zihinde durmayan/güvenilemeyen nesne - nesneye bağımlı kendilik (benlik somut düşüncede) - Yabancı kaygısı: yeni/tekinsiz nesne - tanıyamayan kendilik (benlik nesnelerin ayrımına başlıyor) - Nesnenin sevgisini ve onayını kaybetme kaygısı: sevilen nesne - seven kendilik (benlik soyut düşünmeye başlıyor) - Kastrasyon kaygısı: saldırgan nesne - zedelenebilir kendilik (benlik saldırganlığı yansıtabiliyor ve kendiliğin zedelenebilirliğini kabul etmeye başlıyor) - Kadınsı genital kaygılar: vajinaya ulaşmaya hazır olmamayla ilgili kaygılar, cinsel hislerin bedenin içinde yayınmasının yarattığı kaygılar, içine girilme kaygıları (bekareti kaybetme kaygıları olarak görülebilir) ve genital açıklığın kontrolünü kaybetme kaygıları: içine alan kendilik - içeri giren nesne |
Bakım aldığı süreçte bebek böylelikle kendi varlığının gerçek ve canlı olduğunu hisseder ve “gerçek kendilik”i gelişir. Winnicott[6], kaygının kendilikle ve “çevre/anne”yle ilgili yönlerini tanımlamıştır. Bebeğin annesine bağımlılığı doyurulursa ve bağımlılık bebeğin gelişimine göre azaltılırsa bebek hem bağımlılığı hem de nesne kullanımını kendi yararına geliştirir. Bu açılardan yeterince iyi anne; bağımlılık halinde çaresizlik ve yetersizlikle ilgili şiddetli ve küçük düşürücü olabilecek kaygıları azaltır. Yeterince iyi anne, bebeği annesini kullanma aşamasına getirdiğinde onu dış gerçeklikle tanıştırmış olur[7]. Dış gerçekliğin kendi yararına kullanabilen bebeğin benlik işlevlerini kullanma gücü gelişmeye başlar.
Benlik açısından dürtü-çatışma-kaygı-savunma düzenekleri klasik bir dörtlü haline gelmiştir[8]. Kendilik açısındansa ruhsal sürecin temelinde “var olma ve tanınma” vardır. Kendilik bir var oluş ve tanınma mücadelesi[9] içindedir. Bu mücadeledeki sorunlar varoluşsal kaygılar yaratır ve yaşam biçimine dönüşerek çözümlenirler. Eğer benlik ile kendilik ve nesne ilişkileri ortalama bir düzeyde gelişmiş ise buradaki kaygılarla benliğin savunma düzenekleri ile baş edilir. Daha ağır durumlarda kendilik, var oluşunu bir savunma olarak kullanır. Böyle olunca tüm yaşamsal etkinlikler, davranışlar ve işlemler birer savunma haline gelebilir. Savunma işlemleri, savunma mekanizmalarını da içinde kapsayan çok daha geniş davranış örüntüleridir. Örneğin kişi mesleğini bir savunma işlemi olarak kullanırken kendi var oluşsal kaygılarından uzaklaşır ama bu sırada var oluşu sekteye uğrar. Çok iyi bir öğretmen olmaya çalışırken kendi yaşamını yaşayamaz.
Benlik Açısından Kaygının Seyri Dürtü - Çatışma - Kaygı - Savunma Mekanizmaları Kendilik Açısından Kaygının Seyri Oluş ve tanınma - Var oluş mücadelesi - Kaygı – Yaşam ve davranış biçimleri |
Bağımlılık
Winnicott[10] ruhsal gelişimi, mutlak bağımlılıktan bağımsızlığa (mutlak bağımsızlık yoktur) giden bir süreç olarak görür. Yeterince iyi bir anne, mutlak bağımlılık aşamasında çocuğuna bir tümgüçlülük yanılsaması yaşatır. Çocuğun benlik işlevleri geliştikçe ve annesi ile kurduğu özdeşim sayesinde önce görece bağımlı hale gelir sonra gittikçe bağımsızlaşır. Sağlıklı bir ailede çocuk kendi başına yaşayabilir hale gelirken kaygılarıyla baş etmeyi de öğrenir.
Çocuğun, çatıştığı ve uyum sağlamaya çalıştığı anne/çevresine yönelik bağımlılığı geliştirici olursa, psikolojik açıdan gerileme-ilerleme ve özdeşleşme kapasiteleri doğal seyrinde ilerler. Eğer bağımlılık çocuk için örseleyici bir hal alırsa çevresi ile bağlantısını kopartarak geri çekilebilir ve içinde kapanabilir.
Bağımlılık, çocuğu saldırganlığını kontrol etme yönünde zorlar. Anne sütüne bağımlı olan ve onu seven bebek, nesneyi kaybetme kaygısı ile annesinin memesini ısırmaktan vazgeçer.
Winnicott’a Göre İlkel korkular: Bu korkular temelde kendiliğin oluşunu ve ilişkiselliğini sürdürememesiyle ilgilidir.
Winnicott, D. W. (1974) “Fear of Breakdown”. International Review of Psychoanalysis 1:103-107. |
Tümgüçlülük Yanılsaması
Bağımlılık halindeki bebeğin ihtiyaçlarını gideren annenin tümgüçlülük yanılsamasını[11] yaşatması temel güven ve iyimserlik duygularına dönüşecektir. Tümgüçlülüğün yanında kucaklama ve düzenli bakım bebeğin kendiliğini sarmalayan bir kılıfa ve bir arada tutan bir güce dönüşür. Tüm bunlar, bebeğin bağımsızlığa giden yolunda, bağımlılık içinde oluşması gereken bütünleştirici ögelerdir. Aynı zamanda bütünleştiren ve sentezleyen bir benlik ve bütün hisseden bir kendilik gelişimi için gereklidirler. Bu süreçte çıkan sorunlar; dağılma[12] kaygısı, çevreye[13] ya da kendine[14] yabancılaşma, çevreden ya da kendinden kopma, gerçek ya da canlı hissedememe ile ilgili kaygılar, sürekli düşme ve çöküş korkusudur. Bu kaygılar zayıf bir benliğin ve özellikle bütünleşememiş bir kendiliğin belirtileridir. Bu kaygıların “düşünülememek” gibi bir özellikleri de vardır.
Geliştirici ve Eşduyumlu Çevre ile Kaygının İşlenmesi
Benlik ve kendilik açısından, çatışmadan önce annenin sevgisi ve eşduyum ile kendini adaması ile ortaya çıkacak bir gelişime ihtiyaç vardır. Çatışma, karşı koyma, inatlaşma ve didişme; benlik, kendilik ve nesnenin bir miktar gelişmesinden sonra ortaya çıkar. Yani benliğin çatışabilecek bir gücü olmalı ve kendilik bütünleşmiş olmalıdır. Bu güç bir yanda yukarıdaki gelişimler ile ortaya çıkar. Diğer yanda ise Klein’ın kavramsallaştırdığı paranoid, şizoid ve depresif konumların çalışılması ile oluşur. Winnicott’a göre benlik ve kendiliğin gelişimi sırasında çıkan olumsuz durumlar yani annenin bebeğine “geliştirici bir çevre” sunmasını engelleyen her türlü durum (annenin ruhsallığının çökmesi, annenin bebeği sürekli didikleyerek doğal gelişimini bozması, travmalar, annenin kaybı…) bebeğin benlik ve kendiliğinin sakatlanmasına yol açar. Ruhsal sakatlanma, kaygıyla baş etme işlevlerinin gelişmesini engelleyebilir.
Oyunu destekleyen bir çevre çocuğun kaygılarını işlemesine olanak verir. Winnicott, çocuğun oyununda kaygının önemli etken olduğunu vurgulamıştır. Aşırı kaygı, zorlantılı ve tekrarlayıcı bir biçimde oynamaya ya da oyun sırasında aşırı haz ve heyecan aramaya yönlendirebilir. Eğer kaygı çok şiddetliyse oyun oynamak mümkün olmayabilir.
Kaygı Kaynağı Olarak Saldırganlık
Freud kuramını libidinal yatırım ve cinsellik ile ilgili çatışma üzerinden kurarken Klein kuramını saldırganlık üzerine kurmuştur. Klein yok olma kaygısını birincil kaygı olarak görmüştür. Çocuğun, annenin bedenine saldırma düşlemleri vardır ve bunlara karşı bir misilleme gelmesinden korkar. Mesele yalnızca misilleme değildir. Kendilik ve benlik henüz tam gelişmediği için kendiliği bir arada tutma yetisi ve benliğin savunma işlevleri çok zayıftır. Bu zayıflık kaygıyı artırır ve paranoid bir kaygı oluşur. Benlik zayıftır, kendiliğin zulüm görmesinden, saldırıya uğramasından, parçalanmasından ve yok olmasından korkar.
Depresif kaygı, sevilen nesnenin ve iç dünyadaki iyi nesnenin kaybedilmesinden duyulan kaygıdır. Çocuk saldırıları ile iyi anne tasarımını yıkmaktan korkar. Bu kaygıya karşı; anneyi kaybedebileceğini inkâr etme, sürekli aktivite ile anneyi canlandırmaya çalışma, sürekli yeterlilik gösterme ve özverili olma çabasına girme gibi savunmalar geliştirebilir. Depresif kaygı işlendiğinde çocuk saldırganlığı için suçluluk duymaya başlar. İyi anne, gerçek yaşamda kaybedilir ve içsel bir tasarıma dönüşür.
Anne tasarımını canlı tutmaya çalışan çocuklar büyüdüklerinde; yetersizlik, çaresizlik, değersizlik ve açlık hissetmek yoğun kaygı yarattığından bu duygularla karşılaşmamak adına çevrelerini buna göre düzenlerler. Sürekli yeterli, değerli ve doymuş hissetmeyi zorunluluk olarak yaşarlar. Bazen yoğun kaygı yaratan bu durumları hissetmemek için yetersizliği, değersizliği ve açlığı yansıtarak depolayabilecekleri bir sevgili bulurlar.
Çatışma, Üstbenlik ve Kaygı
Anne-baba ile oral, anal ve ödipal dönemde yaşanan çatışmalar içselleştirilince anne-baba tasarımı iç dünyada üstbenliği yapılandırır. Üstbenliğin öfke, kızma, yasaklama ve suçlama ile ilgili oral dönemden itibaren çekirdekleri vardır. Üstbenlik çekirdekleri preödipalde ilkel ve serttirler. Kabaca, oral dönemde yarattıkları yetersizlik, anal dönemdeki utanç, ödipal dönemdeki suçluluk şiddetli kaygılar yaratır. Suçluluğun, geçmişteki olaylarla ve anne-baba tasarımlarıyla kurulan ilişki açısından anlaşılması yarattığı kaygıyı ve baskıyı azaltır. Üstbenlik yalnızca suçluluk ve kaygı yaratmaz, benliğe bir düzen, tutarlılık ve ahlak verir. Sağlıklı bir üstbenlik, yaşanabilecek yetersizlik, utanç ve suçluluğu öngörerek duygulanımları dengeler. İdealleri, aşırı yetersizlik, utanç ve suçluluk yaşatmayacak biçimde düzenler.
Bazı Patolojilere Özgü Kaygılar
Histerik nevrozu olan bir hasta kaygıya karşı birkaç savunma kullanır. Bir araya geldiğinde kaygı yaratan parçaları disosiye eder. Örneğin ensestiyöz kaygılar yüzünden karşı cinsle ilgili tasarımı; eş, ebeveyn, cinsel partner gibi parçalara böler. Kaygısına karşı çıkarak, fobik karşıtı bir tutumla üstüne gidebilir. Konversiyon ile kaygısını bedensel bir belirti ile simgeleştirebilir.
Fobik nevrozu olan bir hasta için kaygı, korktuğu nesneye doğru yer değiştirmiştir. Dışa yansıtma ile kaygı yaratan nesneyi dışarıda tutar ve kontrol etmeye çalışır.
Obsesif nevrozu olan bir hastada, nesne ve gerçeklik ile uyumlu boşalımı sağlayamamak kaygı yaratır. Ayrışma bu boşalımın bir ögesidir. Saldırganlık yüklü sadistik hazzın varlığı, nesnenin kirletilmesi ve dağıtılması kaygı yaratabilir.
Depresif nevrozu olan bir hastada nesneyi kaybetme kaygısı ön plandadır. Nesneye olacaklar, nesnenin yok olması, nesnenin yıkılması gibi saldırganlık yüklü düşlemler kaygı yaratır. Nesnenin onarılamama olasılığı endişelendirir.
Paranoid kaygı kendiliğin zarar görmesi ile ilgilidir. Saldırgan ve zarar verici nesne tasarımlanabilmiş olsa da olmasa da zulmetme gücü hissedilir.
Şizoid kaygı sevgi nesnesinden ümidin kesilmesi ile ilgilidir. Kişi kendi düşlem dünyasına kapanır ve dış dünya ile ilişkisini keser.
Sınırda yapılanmalarda bölme ana savunma mekanizması olduğundan kaygı, korku, saldırganlık yatıştırılamaz. Kötü nesnelerden korkulur çünkü kötü nesneler güçlüdür ve zapt edilemezler.
[1] H. Nagera [1970] Basic Psychoanalytic Concepts on Metapsychology, Conflicts, Anxiety and Other Subjects (Volume 4). Routledge, 2014.
[2] S. Freud [1900] Düşlerin Yorumu I-II, Çev. E. Kapkın, Payel Yayınları, İstanbul, 1996.
[3] S. Freud [1915] Bilinçaltı, Çev. T. Çetin, Cem Yayınevi, İstanbul, 2022.
[4] S. Freud, “Repression”, SE, 1915, 14: s. 141-158.
[5] S. Freud [1933] "Kaygı ve Dürtüsel Yaşam", Ruhçözümlemesine Yeni Giriş Konferansları, Çev. E. Kapkın, A. Kapkın, Payel Yayınları, İstanbul, 1988.
[6] D. W. Winnicott, [1963] “From Dependence towards Independence in the Development of the Individual”, The Maturational Processes and the Facilitating Environment: Studies in the Theory of Emotional Development, 1965, 64: s. 83-92.
[7] D. W. Winnicott, [1971] “Nesne Kullanımı ve Özdeşleşmeler Yoluyla İlişki Kurma”, Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları, Ötekini Dinlemek 2, İstanbul, 1993. s. 111-121.
[8] C. Odağ, Nevrozlar 1, Odağ Yayınları, İzmir, 1999.
[9] İng. struggle
[10] D. W. Winnicott [1963] “From Dependence towards Independence in the Development of the Individual”, The Maturational Processes and the Facilitating Environment: Studies in the Theory of Emotional Development 1965, 64: s. 83-92.
[11] D. W. Winnicott [1945] “ilkel duygusal gelişim”, Çev. Özer, D., Akgün, P. & Mizrahi, S., Psikanaliz Yazıları, İstanbul, 2011, 23: s. 109-123.
[12] İng. disintegration
[13] İng. derealization
[14] İng. depersonalization