• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

YANSITMALI ÖZDEŞİM

YANSITMALI ÖZDEŞİM

Klein, yansıtmalı özdeşimi paranoid-şizoid konumla birlikte tanımlamıştır. Bu konumun ana savunma mekanizmasıdır ve diğer ilkel savunmalar gibi hem intrapsişik hem de kişilerarası ögeler içerir. Bastırmanın, gerçeği değerlendirme yetisinin ve dolayısıyla benliğin zayıf olduğu durumlarda belirginleşir. Benliğin gerçeği değerlendirilebilmesi için: iç ve dış uyaranları ayırt edebilmesi, kendiliğe (self) ait olan ve olmayanlar arasındaki farkı algılayabilmesi ve benlik sınırlarının gelişmeye başlaması gerekir. Ruhsal sistemde içerden dışarıya ve dışarıdan içeriye (projektif-introjektif) akış, benliğin oluşturduğu kendilik sınırlarının yapısıyla yakından ilişkilidir. Benlik zayıfsa, sınırlarını algılayamıyorsa ve yapılandıramıyorsa içten dışa ve dıştan içe akışı kontrol edemez. Paranoid şizoid dönem benliğin kendiliği koruyamadığı ve bir bütün olarak bir arada tutamadığı bir durumdur. Kendilik zulüm görme ve dağılma endişeleri içindeyken yansıtmalı özdeşleşme bu endişelere karşı bir savunma olarak kullanılır. Yukarıdaki ögelerdeki zayıflık halinin karşıtı olarak yansıtmalı özdeşimi kullanan kişi tümgüçlülük hali yaşar.

Yansıtmalı özdeşim, bunlar tam gelişmediğinde, bu düzeye bir gerileme olduğunda ya da bu düzeye saplanıldığında gözlemlenir. Nesnenin durumu daha gerçekçi biçimde algılandığında ve nesneye yönelik bir umursama ve acıma geliştiğinde YÖ azalır[1]. Yansıtmalı özdeşim ikili ilişkiler düzeyinde gelişir ve birincil süreç düşüncenin somutluğuna yakındır.

Genel Özellikleri

Yansıtmalı özdeşim sürecinde: bir kendilik parçasını taşıyamama, duygusal olarak bu parçayı taşıyabilecek başka bir bireye yansıtıp bu parçayı ona atfetme, bu birey fark etmeden onu bir şekilde manipüle ederek yansıtılan yönü yaşama geçirme[2] ve bu yaşantıyı yeniden içselleştirme görülür. Böylelikle içsel bir süreç dışsallaştırılmış ve yeniden sahnelenmiş olur. Bu biçimdeki bir yaşama geçiriş kişinin düşleminin gerçek olduğuna inanmasına, paranoid bir dünyada daha çok korkmasına ya da bir cennette olduğuna inanmasına neden olur.

  • Pisliği boşaltma düşlemi

Yansıtmalı özdeşleşmede yansıtılan parçaların dışarı atılması yüzünden hem kendilik hem benlik zayıflar. Kişi, zihninin bazı parçalarının eksik olduğunu, bazı duyguları yaşayamadığını hissedebilir. Olumsuz kendilik parçasının dışarıdaki nesneye “boşaltılması” anal ve oral düşlemlerdir ve annenin (tuvalet/çöp anne) içine boklar ve kusmuklar atılıyor gibidir. Mide bulandıran ve karın ağrıtan kötülerden temizleyerek veya kurtararak kendiliğin saf, temiz ve iyi tutulması arzulanır. Sindirim gerçekleşemez ya da eksik kalır. Oral boşaltımda sindirim hiç yoktur, anal boşaltımda pisletme ve zehirleme arzusu vardır.

Yansıtılan saldırgan parça dışarıdan geri saldırıyor gibi geldiğinden Klein, yansıtılanın ölüm dürtüsü olduğunu belirtmiştir.[3]

  • Somutta kalma

Ruhsal tasarımlar beden parçalarıyla somut olarak tanımlanır. Öfke yüklü ögeler, atılmak istenen kirli, acı ve zehirli ögeler çiş ve kaka ile simgelenir. Sevgi yüklü, içe alınmak istenen temiz, besleyici, lezzetli ögeler ise süt ve meme ile simgelenir. Yansıtmalı özdeşleşmede simge ile simgelenen karışmakta, eş tutulmaktadır. Örneğin psikotik bir kemancı kemana penis parçasını yansıtır ve kemanını penisi gibi gördüğü için insanların arasında keman çalamaz (Segal'in[4] simgesel denklik için verdiği olgu örneği).

  • Narsisistik birlik yanılsaması

Kendilik ve nesne/annenin arasındaki bağ ve iç içelik sürer, kendilik ve nesne ayrımı tam yoktur. Bu birliğin doğası narsisistiktir. Bu haliyle kişinin hayranlık ve tapma halinde olmasını inkar etmesine de neden olur. Narsisistik birlik yanılsaması; hasetten, kaygıdan, öfkeden ve hüsrandan koruyabilir ve idealize edilebilir.[5] Yansıtmalı özdeşim ayrışıklığın hissettireceği narsistik yaralanmaya, yaralanmanın yaratacağı acılara, ayrışmaya ve yas tutmaya karşı bir savunma işlevi görebilir. Ciddi bir tümgüçlülük hissi verirken önemli bir dirence dönüşür.

  • İç içe geçmişlik hali

Yansıtmalı özdeşimin ana özelliklerinden biri iç içe geçmişlik yanılsamasıdır. Yansıtılan ögeler saldırganlık yüklü içeri girme ve işgal etme arzuları taşıdığından yansıtmalı özdeşimde yansıtma nesnenin içine yapılır.[6] Yakınlık aranmaktadır ama bu girici bir yakınlıktır. Bastırmanın eşlik ettiği yansıtmada yansıtma nesnenin üzerine yapılmaktadır. Bu fark, ayrışıklığın sürmesine ve ilişkinin geçici olmasına olanak tanır. Nesne önemseniyor olmuştur.

YÖ’deki iç içe geçmişlik hali iç ve dış dünyanın kaynaşmasında da görülür.

İşlevleri

Yansıtmalı özdeşleşme; (1) çok kullanıldığında, (2) benliği egemenliği altına aldığında, (3) yoğun öfke ve şiddet olduğunda, (4) amaç yalnızca boşaltım olduğunda, (5) tümgüçlülük hissi varsa ve (6) gerçekliğe yönelik farkındalık bozulmuşsa patolojiyi ağırlaştırır. Yansıtmalı özdeşleşmenin işlevleri arasında;

  • Ayrılmayı önlemek için dışarıdaki nesneyle kaynaşma girişimi:

Yansıtmalı özdeşleşmenin egemenliği kişinin dünyayı algılamasını çarpıtır. Yansıtmanın yapıldığı nesneye karşı bir bağımlılık gelişir (anne aktarımı) ya da bağımlılık zaten vardır (anne). Yansıtmalı özdeşleşme bağımlılık konularının çalışılmasını sağlar. Yoğun kullanıldığında bağımlılığın inkar edilmesine neden olur.

  • Zulüm kaygılarına ve acıya neden olan içerideki kötü nesnelerin dışarı atılarak kontrol edilmesi:

Nesneye saldırganlık yansıtılmışsa nesne; kendilik parçalarını kontrol ediyor, kendiliği sömürüyor, boşaltıyor, kendiliğe zulmediyor, korkutuyor, tüm iyilikleri kendine saklıyor gibi algılanır. Nesneye sevgi yansıtılmışsa nesne; kendiliği besleyen, seven, tüm iyiliklerin kaynağı olan ülküleştirilmiş bir nesneye dönüşür. Saldırganlık yansıtıldığında korkudan, sevgi yansıtıldığında ülküleştirmeden kaynaklanan bir boyun eğme ve bağımlılık oluşur. Saldırganlık yansıtıldığında zulüm kaynağına, sevgi yansıtıldığında besin kaynağına dikkat etmek adına nesne sürekli takip edilir. Nesne kontrol edilirken dürtü de kontrol ediliyormuş yanılsaması oluşur.

  • Zulüm görme tehlikesi altındaki iyinin korunması:

Kişi, saldırganlık ve olumsuzluk yüklü parçalar ile sevgi ve iyilik yüklü parçaların içinde yan yana duramayacağından ve kötülüğün iyiliği yok edeceğinden korkar. Çifte değerliliğe katlanamıyordur.

  • Nesneyi ele geçirmek ya da yok etmek için nesnenin içine girme ve işgal etme:[7]

Saldırganlık yüklü kötü kendilik parçaları iyi nesneye zarar vermek, yok etmek ve acı çektirmek için de yansıtılabilir.[8] Paranoid şizoid konumda memeye yapılan saldırılar depresif konumda acıma ve suçluluk ile onarıma dönüşürken meme artık bir simge haline gelir.

  • Pisliği boşaltma, narsisistik birlik ve iç içe geçmişlik düşlemlerinin sürmesini sağlama:

Bu ögeler değersizleştirici ve ülküleştirici ögelerin karışık ya da hızlı döngülü bir biçimde yinelenebilir kalmasını sağlar. Çifte değerlilikten uzak durulmuş olur.

  • İç dünyanın inkarı:

Düşlemin dış dünyada yinelemesi her şeyin dış dünyada olup bittiği ve iç dünyanın var olmadığı inanışını destekler. İç dünyada kabul edilemez ve katlanılamaz korkular, acılar ve içerikler vardır.

Çeşitleri

Rosenfeld, kötü ögelerin nesneye yansıtılarak kendiliğin saf ve temiz halde tutulduğu yansıtmalı özdeşleşmeye “boşaltıcı (evacuative) yansıtmalı özdeşleşme” demiştir. Bir de “iletişimsel yansıtmalı özdeşleşme” tanımlamıştır. YÖ dayatmacı ve sözel olmayan bir iletişim biçimidir. “Sen kötüsün, ben değil. Ben saldırmıyorum, sen bana saldırıyorsun. Seni kontrol ederim. Beni kontrol edemezsin. Bana uymak zorundasın. Gözümün önünden ayrılamazsın.” gibi mesajlar ima, mimik ve eylem ile iletilir. Yansıtmalı özdeşimin amacı iletişim değildir. Ancak nesnedeki bir ruhsal işlemeden sonra iletişime dönüşme olasılığı vardır. Nesne, yansıtmalı özdeşim yapan kişiyi düşlemden gerçekliğe, somuttan simgeye ve eylemden söze taşıyan bir şifre çözücü işlevi taşır. Nesne bunu yapabilirse ilerletici, yapamaz eyleme dökerse geriletici bir rol oynar.

Rosenfeld, kendilik nesneden ayrıştığını hissetmeye başladığında hasedinin ortaya çıktığını ve nesnenin içindeki iyiyi almak istediğini belirtmiştir. Bağımlılık ve iç içe geçme çözümlendiğinde, "kendilik ve diğer kişi" ayrıştığında yansıtmalı özdeşleşme ortadan kalkar ve karşılıklı bir iletişime geçilir. Rosenfeld, yansıtmalı özdeşleşme türleri arasında “parazitsel yansıtmalı özdeşleşme”yi de tanımlar. Yine hastanın, nesnesinin bedenine ve zihnine tamamen müdahale etme ve onu kontrol etme girişimi vardır ama bu sefer süreç sessiz, asalakça, pasif bir şekilde işler. Kişi, her türlü bağımlılık, haset, ayrılık kaygısı, vb. olumsuz duyguları inkar etmiş olur. Hastanın parazitliğinin farkına varmasını sağlamak çok zordur.

“Simbiyotik yansıtmalı özdeşleşme”de (Rosenfeld, 1983) kendiliğin bütünü nesneye yansıtılır. Nesne bundan hoşnut olur ve ilişkiyi kabul ederse kendiliğin nesnenin içinde yaşama düşlemi sahnelenmiş olur. Bu düşlemde libido ile yıkıcılık kaynaşmış haldedir ve yıkıcılık inkar ediliyordur. Rosenfeld, nesne ile tam bir kaynaşma ile sınırların ve farklılıkların tamamen kaybolmadığı bir kaynaşma durumu arasındaki farklara dikkat çeker. Boşaltıcı, parazitsel ve simbiyotik yansıtmalı özdeşleşmelerde nesneyi kontrol altına alma arzusuyla bir güç uygulama ve sahiplenme sahnelenir.

Rosenfeld yansıtmalı özdeşleşmenin narsisistik nesne ilişkilerindeki yerini tanımlamıştır. Kernberg, sınırda ve narsisistik kişilik bozukluğunda yansıtmalı özdeşleşmeyi açıklamıştır.

Bunlara bir de travmatik durumlarda ve mazoşistik kişilerde görülebilen “içe yansıtmalı özdeşim”i ekleyebilirim. Taciz ve saldırı gibi durumlarda kişi karşı tarafın içine attıkları ile özdeşleşir. Bu saldırganla özdeşimden farklıdır çünkü özdeşleşme değil bir kaynaşma vardır. Örneğin yeni ehliyetini almış genç bir şoför olan Serdar bir kaza yapar. Serdar, yeşil ışıkta kurallara uygun bir şekilde kavşaktan geçerken sağda duran arabaların arkasından hızla gelen bir motosiklet çıkmış, arabasına çarpmış ve sürücüsü takla atarak yere düşmüştür. Seans sırasında Serdar kazadan çok etkilendiğini ve korktuğunu anlatır. Motosiklet sürücüsü ona çarptığı halde sanki o motosiklete çarpmış gibi hisseder. Karşı tarafı öldürdüğünü düşünür halbuki motosiklet sürücüsü resmen intihar etmiştir. Çok hızlı gitmiş olmaktan suçluluk duyar halbuki hızlı gelen motosiklet sürücüsüdür. Kurallara uymasına rağmen kazadan korktuğu için bir daha araba kullanmamayı düşünür ama aslında motosiklet sürücüsünün trafiğe çıkması engellenmelidir. Serdar, aslında ona çarpan kişinin yaşaması gereken durumları içselleştirmiş ve bu ögelerden kendini ayıramamıştır. Bu dinamik tacizlerde de görülür. Tacize uğrayan kişi, tacizi yapanın duyması gereken suçluluğu, utancı ve karmaşayı yaşar, tacizcinin içine attığı tasarımlarla kaynaşır.

Aktarım

Yansıtmalı özdeşleşme hızlı gelişir ve kendini doğrulayan bir kısır döngü yaratır. Bunlar, bilinçdışından bilinçdışına yoğun iletişim ve eylemsellik, nesnenin başına gelenleri algılayıp yorumlamasını engeller. Süreci bir terapist bile anlayamayabilir ve seans sonrasında “Ne oldu bana? Neden böyle hissediyorum? Niçin bu hareketi yaptım?” gibi sorularla baş başa kalabilir. Genellikle terapist kendisini birdenbire çaresizlik ve kontrol edilme duyguları içinde bulur, bunların nedenlerini daha sonra anlayabilir. Terapist, terapide daha önceki tutum ve davranışlarından farklı bir durum geliştirirse yansıtmalı özdeşimden şüphelenmelidir.

Joseph (1985) Aktarım: Bütün Durum yazısında aktarımı, “daima hareket ve etkinlik halinde ilerleyen bir çalışma çerçevesi” olarak görmüştür. Aktarım sadece geçmişin yinelenmesi değil tam aksine analiz içinde oluşanların tümüdür. Buna örnek olarak Joseph, son derece güç bir hasta ile çalışan bir meslektaşının yaşadığı kafa karışıklığını gösterir. Analist yürüttüğü analizin gidişinden memnun değilmiş ve sorunu tartışmak amacı ile konuyu bir seminere taşımış. Seminerdekiler analizde neyin olup bittiğini anlamakta güçlük çekince sorunun, analistin aktarım konusunda karşılaştığı karmaşadan doğduğu fark edilmiş. Toplantıda, analistin anlamaktaki zorluğunun, hastanın karışık iç dünyasını analistine yansıtmasından, analistin de hastanın savunma sistemini gösteren çağrışımlarının anlamını yorumlamakta başarısız kalan çabalarından doğduğu kararına varılmış. "Kavranılamayanı ve anlaşılamayanı yalancıktan anlamış gibi yapmak" bu hastanın savunması olarak yorumlanmıştır. Joseph, "sadece dile getirilenlerle çalışırsak aktarım içinde eyleme dökülen nesne ilişkilerini tam anlamıyla görememiş oluruz" uyarısını yapmıştır. Böyle bir çalışma içsel nesne ilişkilerinin "yansıtmalı özdeşim" ile dışsallaştırılmasını anlayarak yapılabilir. Hastanın yansıtmalarının farkına varıp kapsayabilmek, bu yansıtmaları karşı aktarımında yaşayabilmek ve sonra hastaya uygun yorumlamalar şeklinde geri vermek için yansıtmalı özdeşim kavramının tanınması gerekir. Çocuğunun dışsallaştırdıklarını almaya gönüllü anne gibi terapist de “içe atarak özdeşim” ile yansıtılanları içine almaya gönüllüdür. Terapistin anneden farkı içine atılanları sürekli olarak yorumlamasıdır.

Karşı Aktarım

Racker, (1953, 1957, 1968) terapistin karşı aktarımını hastanın yansıtmalı özdeşimlerine bir yanıt olarak görmüştür. Racker'e göre “uyumlu özdeşim” temelinden doğan karşı aktarım, hastasının o andaki fantezisindeki kendilik tasarımı ile analistin özdeşim yapması sonucu oluşur. “Tamamlayıcı özdeşim”den temel alan karşı aktarım ise, hastanın aktarım fantezisindeki nesne tasarımı ile analistin özdeşim kurması ile ortaya çıkar.

Kernberg (1975), hastanın ilkel içe alınmış nesne ilişkilerinin yansıtmalı özdeşim yolu ile analistte de paralel giden ilkel nesne ilişkilerini harekete geçirdiğini bildirmiştir. Analist, yansıtılan kendilik ögelerini öznel olarak deneyimlerken hasta yansıtmalı özdeşimle analisti kontrol ederek yansıtılan parçaları yönetmeye çalışır. Böylelikle analist hasta tarafından, hastanın bölünerek ayrılmış ve yansıtılmış kendilik parçalarına sahipmiş gibi algılanır. Analistin, hastaya olan eşduyumu, hastanın yansıtmaları ile harekete geçebilen ilkel nesne ilişkilerine analistin de sahip olmasıyla ilişkilidir.

Grinberg (1962), analistin kendi bilinçdışı karşı aktarım yanıtlarına yönelik gelişen tepkilerine “yansıtmalı karşı özdeşim” adını vermiştir. Grinberg, böylece karşı aktarımı, hastanın analistte uyandırdığı duygulara karşı duran savunma tepkilerini de içe alacak şekilde, en genel hali ile ele almanın önemine dikkat çekmiştir. O zaman, örneğin hastanın analistte uyandırdığı erotik duygulara yönelik bir savunma olarak, hastaya karşı düşmanlık ve hoşlanmama şeklinde duygular gelişebilir.

Kleinyen analistler, karşı aktarımın analist tarafından yapıcı şekilde kullanılmasına da önem vermişlerdir. Joseph, aktarımın anlaşılmasının ve yorumlanmasının temelinde analistin karşı aktarımını kullanmasını önerir.

Bion (1959, 1962), analitik durum içindeki yansıtmalı özdeşimin işlevini ağlayan çocukla annesinin arasındaki ilişki ile açıklamıştır. Çocuk sıkıntısını anneye yansıtır ve anne ancak bu sıkıntıyı kapsadıktan sonra uygun bir yanıt verebilir. Anneye yansıtılan sıkıntı, Bion'un “reverie” adını verdiği işlevden geçer, yani anne sorunu değerlendirir ve uygun bir biçimde ele alır. Analistin görevi de aynıdır. Hastanın yansıtmalarını “düşlemleyici" bir halle “kapsayarak” buna uygun yorumlamalarla yanıt verir.

Karşı aktarımın yapıcı şekilde kullanılmasında, eşduyum yeteneğinin bir önkoşul olarak kabul edilmesinin yanında (Rosenfeld, 1952) karşı aktarım tepkileri analizde eşduyumun aksamasına yol açabilir (Wolf, 1979). Görülmektedir ki eşduyum ile karşı aktarım arasında iki yönlü bir ilişki bulunmaktadır.

Yansıtma

Hastaların, bastırdıkları dürtüleri başkalarına mal etmeleriyle kendini gösteren, bastırmanın eşlik ettiği yansıtma ile bölmenin eşlik ettiği yansıtma çok farklı dinamikler yaratır. Nevrotiklerde bastırmaya eşlik eden yansıtmada; (1) yansıtılan ögeler dürtüsel açıdan yoğun değildir, (2) yansıtma bir kaynaşma arzusu ya da özelliği taşımaz, benlik sınırlarının bulanıklaşmaz (3) benlik yansıtma sonrası yansıtılan öge ile kendiliğin bağlantısını kesilebilir, nesneyi manipüle etmeye ihtiyaç duymaz, (4) yansıtma gerçekliğin değerlendirilmesini bozmaz, (5) yansıtma nesnenin üzerine yapılır.

Sınırda yapılanmalarda yansıtmaya bölme eşlik edince yansıtmalı özdeşleşme gelişir ve yansıtılan ögeler (1) yoğun dürtü yüklüdür (sevgi ön plandaysa kaynaşma arzusu, saldırganlık ön plandaysa öfke yüklü parçadan kurtulma arzusu vardır), (2) benlik kendilik ve nesne ilişkisini ayrıştıramaz, (3) benlik içsel nesne ile dışsal nesneyi de ayrıştıramaz, (4) gerçekliği değerlendirme yetisi zayıftır, (5) yansıtma nesnenin içine yapılır.

Yansıtmaya inkâr eşlik edince psikotik bir durum ortaya çıkar. Gerçekliği değerlendirme yetisi iyice kaybolur. Psikotik yansıtmada dışarıda bir nesne olmasına gerek yoktur, varsanı oluşur. Yansıtmanın tek amacı iç dünyayı dışarı boşaltmaktır.

Bastırma güçlenip yansıtma ortaya çıktığında yansıtmalı özdeşleşme iç dünyada, düşlerde devam eder. Kişilik parçaları düşlerde canlı ve cansız nesnelere yansıtılır. Düş, sanki bu parçalar o kişinin değilmiş gibi anlatılır.

Özdeşleşme

Freud'a göre normal gelişimde 'nesne gibi olmak' ve 'nesneye benzemek' istekleriyle başlar. Freud, benimsenen ve ülküleştirilen kişiler gibi olma, onlara benzeme isteklerini dürtüsel eğilimler olarak görür. Bu dürtüsel eğilimler aynı zamanda beğenilen kişinin ya da onun ülküleştirilen niteliklerinin içe atılmasına (introjection) neden olur. İçe atımı, benimsenen ve içselleştirilen değişik öğelerin benliğin özümsemesi (assimilation) ve bireşimi (synthesis) izler. Özümseme ve bireşim benliğin özellikleridir. Bunları yapabilen benlik; ruhsal gelişimi, değişimi, özgül ruhsal birimlerin oluşmasını ve kendilik sınırlarının genişlemesini sağlar.[9]

Özdeşleşmeye inkâr eşlik edince inkorporason-exkorporasyon (yeme ve kusma), bölme eşlik edince yansıtmalı özdeşim (inrojeksiyon-projeksiyon, atma ve tutma), bastırma eşlik edince içselleştirme (özümseme) gelişir.

Klinik Örnek

Sınırda yapılanması olanlar ve paranoid kişiler bu savunmayı sık kullanırlar. Paranoid hasta terapiste saldırgan ve tehditkar bir biçimde davranırken, terapistin ona yardım ve tedavi isteklerini sadistçe ve saldırganca bularak onu suçlar. Terapist konuşamaz hale gelir, kontrol edildiğini hisseder.

Yansıtmalı özdeşimi kullanan depresif bir hasta yaşadığı ve taşıyamadığı kararsızlığı terapiste yansıtıp mutlu mu mutsuz mu olduğuna, tedaviyi isteyip istemediğine terapistin karar vermesini ister. Yargılanmaktan ve suçlanmaktan korkan hasta karar verme işlevini terapistine atar. Yoğun bir biçimde ağlayarak terapisti harekete geçirir. Hastanın yoğun mutsuzluğundan etkilenen ve eyleme geçerek terapi öneren terapist bir sonraki seansta mutlu ve kararlı bir hasta ile karşılaşınca şaşırır. Bu şaşırma ve kafa karışıklığı hastanın yansıttığı bir diğer ögedir.

Ruhsal Gelişimde Yansıtmalı Özdeşleşme

Ruhsal gelişim açısından yansıtmalı özdeşim anne-bebek ilişkisinde bir temel oluşturur. Anne, gebelikte yaşadığı ruhsal gerileme ile bebeğini sezgisel olarak algılamaya başlar. Winnicott[10] bu sürece birincil annelik tasası demiştir. Bebeğinin ağlamasının ne anlama geldiğini hisseder, buna göre bebek bakımını düzenler. Bebek, annesinin içine attıklarını annesinin ruhsal işlemlemeden geçirmesinin ardından geri alır. Böylelikle yansıtmalı özdeşim ile bebeğin anneye yansıttığı kötü, korkutucu, kirli ögeler annenin benliği tarafından işlemden geçirilerek bebeğe geri verilir. Bebeğin iç dünyası sezgisel bir ilişki içinde gelişirken annenin benliği bu gelişimi ilerletecek biçimde çalışır. Genellikle belirtilmeyen bir nokta annenin bebeğinden gelenleri almaya gönüllü ve istekli olmasıdır. Anne de bebeğinin içine; var olma, gerçek ve canlı olma altyapısını oluşturan sevgi dolu ve besleyici parçalar atar. Bu sırada bebek annenin narsisistik bir uzantısıdır ve aralarındaki sınır geçirgendir. Bebek, duygusal ifadeleri ile çevresini kontrol eder. Ağlaması ve gülmesi ile tüm dikkatleri üstüne toplar.

Bu süreci kapsayan-kapsanan ilişkisi ile Bion kavramsallaştırmıştır. Nesne (analist/anne) kendiliğin (hasta/bebek) yansıttığı parçaları alır, kapsar, alfa işlevi ve düşlemleme (reverie) ile işler. İşlemlemeden sonra kendiliğe (hasta/bebek) geri yollar. Başlangıçta kendiliğin taşıyamadığı ilkel kendilik parçası (beta elemanlar) nesnenin alfa işleviyle işlemesinin ardından kendiliğin taşıyabileceği ve bütünleştirebileceği bir aşamaya gelir. Kendilik; beslenir, bütünleşir, benlik güçlenir.


Yansıtmalı Özdeşimde ile ilgili bilgileri tekrar edersek:

Şiddetli kaygı ve korkular, tehlikeli tasarımlar preödipal dönemden kaynaklanırlar.

Paranoid şizoid savunmaların merkezinde yer alır.

Yansıtmalı özdeşleşme bir düşlem, bir savunma, gelişimsel bir evre ve bir nesne ilişkisidir. Kişiler arası ilişkileri kapsar.

Yansıtmalı özdeşleşme aşamalı olarak ve bir dizi işlemle gerçekleşir.

  1. Önce kaygı ve korkular şiddetlidir ve katlanılamaz düzeye gelir. Bu yüzden benlikte bir taşma olur ve yansıtma ile benlik duyguyu kendisi için katlanabilir hale getirmeye çalıştırır.
  2. Kaygı uyandıran kendilik parçaları (duygu, dürtüler, kötü kendilik ve nesne tasarımları) dış nesneye (yansıtılan kişi) yansıtılır. Amaç iç dünyadaki iyi kendilik parçasının korunmasıdır.
  3. Bu işlem sonucunda dışarıdaki nesne yansıtılan tehlikeli ruhsal öğelerin niteliklerini kazanır. İç dünyasında yıkıcı, bozucu, sevmeyen ve değersizleştiren nesne tasarımlarını taşıyamayan hasta bunları başka birine yansıtarak onu yıkıcı, bozucu, sevmeyen ve değersizleştiren biri olarak algılamaya başlar. Artık korkutucu ruhsal öğeler kendilikte (içeride) değil dışarıdaki nesnede, başkasındadır.
  4. Nesneyi kontrol etme çabası ile kişi nesneyi tahrik eder, sürekli bağlantıda kalmaya çalışır, kendi üzerine çeker ve manipüle eder. Nesne ya yansıtılan ögelere göre hareket eder ya da bunları kontrol etme mücadelesine girer. Bu süreç çok hızlı ve bilinçdışı bir biçimde işler.
  5. Yansıtmaya maruz kalan kişi yansıtılan parçayla özdeşleşip buna göre hareket edince yansıtma kendiliğe geri döner ve yeniden içselleştirilir. Öfkenin yansıtıldığı kişi öfkelenince yansıtılan korkutucu parça yine korkutur, tehdit edici ve zalim olur. Bu bir kısır döngü yaratır.

 

Kaynaklar:

Auchincloss, EL, Eslee S. (2012). Psychoanalytic Terms & Concepts, American Psychoanalytic Association, Yale University Press, New York.

Rosenfeld, 1983, Primitive Object Relations, İJP.

S. Joseph, C. Dare, A. U. Dreher, H. Alex [1992] Hasta ve Analist, Çev: A. Köşkdere, T. Özek, S. Yücel, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2015.

Spillius E. B., Milton J., Garvey P., Couve C., Steiner D., (2011) The New Dictionary of Kleinian Thought Routledge, London, New York.


[1] Joseph B, “Yansıtmalı Özdeşimin Bazı Klinik Yönleri” Yansıtmalı Özdeşim: Bir Kavramın Kaderi, s. 119.

[2] S. Akhtar, Comprehensive Dictionary of Psychoanalysis, Routledge, 2018.

[3] Hinshelwood R. D. (2005) International Dictionary Of Psychoanalysis, Ed. Alain de Mijolla, Thomson Gale, USA.

[4] Segal, H. (1957). Notes on Symbol Formation1. Int. J. Psycho-Anal., 38:391-397.

[5] Steiner J. [] Ruhsal İnzivalar Psikotik, Nevrotik ve Sınır Hastalarda Patolojik Örgütlenmeler, Çev. E. Trak, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay, 2023, s. 51.

[6] Sandler J. Projection, Identification and Projective Identification, Karnac Books, Londra, 1989, s. 20.

[7] Joseph B, “Yansıtmalı Özdeşimin Bazı Klinik Yönleri”, Yansıtmalı Özdeşim: Bir Kavramın Kaderi, s. 118.

[8] Segal, H. [1973], Melanie Klein’ın Çalışmasına Giriş, Çev. M. T. Sivri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay, 2023.

[9] Odağ, C. (1999) “Savunma Düzenekleri”, Nevrozlar I, 64, Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Eğitim Hizmetleri Org. Lti. Şti. Yayınları, İzmir.

[10] Winnicott, D. W. [1956] “birincil annelik tasası”, Çev. Salgın, A., Psikanaliz Yazıları, 2002, 4: s. 101-107.