• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

BÜYÜSEL DÜŞÜNCE

BÜYÜSEL DÜŞÜNCE

Büyüsel düşüncede kişi; düşüncelerinin, eylemlerinin, sözlerinin, kullandığı simgelerin, bir canlının ya da cansız bir maddenin güçleri olduğuna inanmaktır.

Düşünce tümgüçlüdür, benlik düşünce ve eşyayı birbirinden ayrıştıramaz. Cansızlar ve hayvanlar yansıtmalı özdeşim ile ruhsal dünyanın ögeleri olurlar. Sophie De Mijolla-Mellor[1] bunu “doğanın olgularını insanın arzularının nesnesi yapmak” biçiminde yorumlar. Büyüyü narsisistik sistemle, animizmi ölümün anlaşılmaya başlanmasıyla ilişkilendirir. Animistik düşüncede büyüsel düşüncenin tümgüçlülüğü azalmıştır. Çocuğun bilme ve anlama dürtüsü kendine özgü bir evren sistemi yaratmasına neden olur. Sophie De Mijolla-Mellor çocuktaki tümgüçlü düşünceyi doyum veren nesnenin eksikliklerini aşma arzusuna bağlar. Buna korku ve küçük düşmüşlüğü ekleyebiliriz ki benlik kendilikteki küçüklüğün korkusunu aşmak için sınırlarını bedenin dışına genişletir. Zaten çocuk henüz benliğini sınırlandıramamaktadır. 

Freud, Tabu ve Büyü

Freud, büyüsellik konusuna Totem ve Tabu’da[2] detaylıca değinir. İlk ele aldığı nokta tabu nesnesinin ya da kişisinin büyüsel güce sahip olmasıdır. Büyüsel gücün ayartma kapasitesinden kaynaklandığını ve bulaşıcı olduğunu belirtir. Dokunma, büyüde önemli bir ögedir. Büyüsel nesnenin etkili olabilmesi için ona benzemeli, dokunulmalı ya da kişinin üzerinde taşınmalıdır. Büyüsel nesneyi taşıyan kişi dokunulmazlık kazanmakta ve tabuya dönüşmektedir. Diğer yandan büyünün telepatik yani uzaktan etki eden bir gücü de vardır. Bulaşma ve telepati, kendilik ve nesne arasındaki bağın gücünü gösterir. Freud burada düşüncenin tümgüçlülüğünü tanımlamış ve bunun obsesif nevrozdaki varlığının altını çizmiştir. Obsesifler şeytani arzuların temsilcisi olan cinsellikten uzak durarak büyüsel bir savunma kullanmaktadırlar. Obsesif nevrozda düşüncenin yapmakla eş tutulacak kadar büyüsel bir gücü vardır. Bununla beraber obsesifler takıntılarını yok etmek için kompulsiyonlarının büyüsel gücüne inanırlar. Freud, sanatın büyüleyiciliğine değinirken başlangıçta sanatın büyücülükle oluşabileceğini söyler. Büyüsel düşünce kendisini animizm ile ifade edebilir. Düşüncelerdeki iyi ve kötü ruhlar nesnelere aktarılır. Burada çok önemli bir tespitte bulunur ve şöyle der:

“Büyüsel düşünme biçimine devam ettiği için ilkel insan, önermelerinin yanlışlığını anlayamaz.”

Büyüsel düşünme biçiminde düşünce, gerçekliği değiştirme gücüne sahiptir. Benlik, birincil çocuksu narsisizm düzeyinde tümgüçlü bir biçimde dış gerçekliği yönettiğine inanırken iç-dış ayrımı ile kendilik ve nesne ayrımı karışır. Bu açıdan büyüsel düşünce birincil sürece yakındır. Freud[3], çocuklarda, ilkel kabilelerde, psikozda, narsisizmde, obsesif nevrozda ve sanatta görüldüğünü belirtir. Bunlara manik savunmaları, kumar ve bağımlılığı, sapkınlığı, histerik nevrozu, rüyayı, masalı, miti, dini, geleneği ve yasayı katabiliriz. Aynı zamanda büyüsel düşünme biçimine ulaşmış birisi yalıtım savunma mekanizmasını kullanabilir. Böylelikle ikincil süreç düşünme biçimiyle beraber büyüsel düşünmeyi yalıtılmış ve birbirinden ayrı bir halde sürdürebilir. Jacobson[4] büyüsel düşünce ile bilinçdışında kişinin kontrol edilemez süreçlerin “birisinin” kontrolünde olduğu yanılsamasını sürdürdüğünü belirtir. Büyüsel düşünce ile tabunun oluşumu topluluk tarafından kabul edilirse yasaya başlangıçtaki olağanüstü gücünü verir.

Büyüsel Özdeşim

Anneyi taklit ettiğinde anne olduğuna inanmayı Jacobson[5] büyüsel bir düşünce olarak yorumlar. Burada çocuğun, anneden bir parçayı saklama ve anneyle kaynaşma arzusunu görür. Çocuğun yatırım yapması ve yatırımını çekmesiyle ilgili süreçler içe ve dışa yansıtma düzenekleri üzerinden ilerler. İçe ve dışa yansıtma süreçlerinin temelinde bedensel olarak içe alma ve dışa atma vardır. Bunlar, anal sadistik dönemin özellikleridir ve tümgüçlülük merkezinde yapılanırlar. Oral dönemin sadizmi büyüsel inkorporasyona olanak tanır. Tümgüçlülüğün baskınlaştığı anal dönemde ve obsesif kompulsif konumda büyüsel düşünce çocuğa kontrol ve etkin olma olanağı yaratır. Henüz bastırma ve yüceltme gelişmemiştir.

Palm[6], büyüsel yolla özdeşim nesnesinin yok edildiğini belirtmiştir. Hastaların, özdeşleşmeyi; nesnelerin “özünü almak”, “değerlerini çalmak” ya da “gücünü içine almak” biçiminde tanımladığını yazar. Özdeşimde tümden içeri almak oral dönemin, ele geçirerek egemenliği altına almak anal dönemin büyüsel özelliğidir. Cinsel açıdan ayartma ve aşk ise ödipalle elde edilen, ilişkilere evrilen büyüsel güçlerdir.

İçsel ve Dışsal Deneyim

Ogden[7] büyüsel düşüncenin işlevini şöyle tanımlar:

“Büyüsel düşünmenin tek bir amacı ve tek bir amacı vardır: içsel ve dışsal deneyiminin gerçekliğiyle yüzleşmekten kaçınmak.”

Bunun yeterince doğru olmadığını düşünüyorum. Belki bu tespit büyüsel düşünce yalnızca gerçekleri saklamak için kullanıldığında geçerli olabilir. Ama büyüsel düşünce yalnızca dayanılmaz gelen gerçekliği saklamak için kullanılmaz. Roheim’a[8] göre büyüsel düşünce libido ile oluşur. Libidonun hem gerçekliğe karşı hem de gerçekliğe uyum için kullanıldığını söyleyebiliriz. Yani büyüsel düşünce içinde dürtüsel yatırım taşır ama libido ve agresyon ayrışmamıştır. Libido yeni bir gerçeklik yaratırken agresyon çaresizlik yaratan gerçekliği kontrol eder. Bu yaratımların içinde bir inanç vardır. Önce inanç Winnicott’ın yanılsama aşamasında oluşur. Bebek, annesinin kendisini ona adaması sayesinde kendine inanmaya başlar. “Ne istersem anında olur.” derken birincil narsisizm bir inanç olarak yerleşir. İkinci aşamada bebek annesine inanır. Annesinin onun için her şeyi yapacağına ve her zaman yanında olacağına inanırken anne-bebek ayrışması başlar. Bu düşünceler büyüseldir. Ne çocuk her istediğinde istediği olabilir ne de anne her istediğini yapabilir ya da her zaman çocuğunun yanında olabilir. Olmayacakları olur kılan bu büyüsel inançlar aynı zamanda nesne sürekliliğine temel oluştururlar. Bu düşüncelerden, “Ne istersem anında olur.” düşüncesi sihirli sözcüklerle ve hareketlerle kendini gösterir. Roheim[9] bunu mitolojiyle ilişkilendirmiştir. Ona göre geçmişte söylendiğinde olmuştur ve şimdi de olacaktır. Bu görüşünü Winnicott’ın yanılsaması ile yorumlarsam aslında oral dönemde sihirli sözcük ağlamadır. Bebek ağladığında meme emer, ağladığında altı temizlenir. Anal dönemde bu sihirler sözcükle ve dokunmayla bağlantılanır. Roheim, büyüsel düşüncenin üçüncü özelliğinin taklit olduğunu öne sürmüştür. Çocuk, sihirli sözcüklerle bir büyü yaptığında annesi gibi tümgüçlü olmaktadır ya da çocuk anne-bebeği dövdüğünde annesi de acı çekecektir. Totem ve Tabu’da Freud’un yaptığı alıntıya göre Frazer[10], taklitsel büyü ile birlikte dokunma ile geçen bulaşıcı büyünün de olduğunu belirtmiştir.

Bu açılardan Ogden’in iddiası eksiktir. Büyüsel düşünce, gerçeklikle yüzleşmekten kaçınmakla birlikte çocuğu gerçekle yüzleşmeye de hazırlar. Eğer bu hazırlık yeterli olmaza işlemsel düşüncede kalınabilir ya da sahte bir kendilik gelişebilir. Büyüsel düşünce çocuğun farklı gerçeklikleri düşünmesine olanak tanır.

Büyüsel düşünce ile çocuk yalnızca kendisine özel bir gerçeklik yaratmaz, gerçekliği narsistik açıdan katlanabileceği biçimde büker. Zor gelen gerçekliği kendine göre kolaylaştırır ve egemenliği altına alır. Büyüsel düşüncede yalnızca düşünce yoktur. Libidodan ve düşlemden kopartılmış olan düşünce işlemsel düşüncedir. Büyüsel düşünce içinde deneyim, duygu, dürtü ve bütünlük içerir. Ama deneyim ve duygular sıklıkla çaresizlik, korku, utanç gibi küçük düşürücü olumsuz ögeler içerirler. Bunlar tersine çevrilerek tümgüçlülük oluşturulur. Bu tümgüçlülük ile benlik bütünlüğünü korur ve nesnelere yatırımını sürdürür.

Büyüsel ve Sanrısal Düşünce

Büyüsel düşünce sanrısal düşünce gibi tümgüçlülük taşısa da birbirlerinden farkları vardır. Sanrısal düşüncede büyüsel düşüncenin zenginliği ve çeşitliliği yoktur. Sanrısal düşünce sığdır ve kısırdır. Büyüsel düşüncede sanrısal düşünce gibi gerçeklik inkar edilse de zengindir, yeni çağrışımlara ve üretimlere açıktır. Büyüsel düşüncede gerçekliğin inkarı onu kontrol etme gücünü sanrısal düşünce kadar kaybettirmez. Büyüsel düşüncede yorumlama yeteneği korunmuştur hatta sınırsızdır. Sanrısal düşünce kişiye özgü iken büyüsel düşünce gruba özgü hale gelebilir. Büyüsel düşüncenin grupla paylaşılabilmesi absürt algılanmasını azaltır ve ikincil süreç düşünme biçimine yakınlaştırır. Büyüsel düşüncenin grupla paylaşılabilmesi ortak simgelerin kullanılabilmesi ile olur. Sanrısal düşüncede simgeler kullanılamaz, birincil sürecin somut düşüncesi baskındır. Sanrısal düşünce ancak paylaşılmış psikozda (Folie à Deux) paylaşılabilir. Sanrısal düşünce kişiyi ve çevresini korkuturken büyüsel düşünce genellikle çevreyi korkutur.

Örneğin karısının onu aldatacağına dair sanrıları olan bir hasta bir türbeye gidip ona dua ederse isteklerinin olacağı biçiminde büyüsel bir düşünceye sahipti. Ama karısının onunla gelmesini istemiyordu çünkü türbede karısının edeceği duaların onu aldatmaya yönelik olacağından korkuyordu. Büyüsel düşünce olan türbeye gidip dua etmenin gerçekliği paylaşılabilmekteydi. Ama karısının onu aldatacağına dair sanrı onu karısından ayrıştırmaktaydı.

Sanrısal düşünce paranoid şizoid konumun özelliklerini taşır, perseküsyon ve grandiyozite vardır. Benlik çaresizdir. Büyüsel düşünce obsesif kompulsif konumun özelliklerini taşır, kendilik tümgüçlülük ile korunur hatta çevresini de koruyabilir. Benlik özel güçlere sahip olduğuna inanır.

Büyüsel düşünce dış dünyayı içeriye almayı sağlar. İçe ve dışa yansıtma ve yansıtmalı özdeşim düzenekleri etkindir.

Birey dağılmaktan korktuğunda büyüsel düşünce ile kendisinin tümgüçlülüğüne olan inancını sürdürür. Büyüsel düşünce tamamen psikotik değildir. Birincil düşünceye yakındır ama psikotik kadar parçalanmış değildir. Büyüsel simgeleri ve nesneleri bir arada tutan büyüsel bir bağlantı vardır.

Büyüsel düşüncenin sosyal yasalara ve ritüellere yaslanması dini ve gelenekleri, fiziksel yasalara yaslanması sanatı ve bilimi ortaya çıkartır.

 


[1] S. De Mijolla-Mellor International dictionary of psychoanalysis, Ed. Alain de Mijolla, Thomson Gale, 2005, s. 1203.

[2] S. Freud, [1913] Totem ve Tabu, Çev. A. Kanat, İlya Yayınları, İzmir, 2003.

[3] A.g.e.

[4] E. Jacobson, [1964] Kendilik ve Nesne Dünyası, Metis Yayınları, İstanbul, 2004.

[5] E. Jacobson, [1964] Kendilik ve Nesne Dünyası, Metis Yayınları, İstanbul, 2004.

[6] R. Palm, Identification and Magical Thinking. Psychoanal, Rev., 1960, 47D(4):32-36.

[7] T. H. Ogden, “On Three Forms of Thinking: Magical Thinking, Dream Thinking, and Transformative Thinking”, Psychoanal. Q., 2010, 79(2):317-347.

[8] G. Róheim, “The Magical Function of the Dream”, Int. J. Psycho-Anal.,1949, 30:172-177.

[9] A.g.e.

[10] S. Freud, [1913] Totem ve Tabu, Çev. A. Kanat, İlya Yayınları, İzmir, 2003.