• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

NESNE (OBJECT) İLİŞKİLERİ KURAMI

NESNE (OBJECT) İLİŞKİLERİ KURAMI

Nesne, psikanalizde ilk tanımlandığından beri hem dış dünyadaki hem de iç dünyadaki bir tasarımı anlatır. Psikolojik gerileme anlarında, psikanaliz seansında, çocuklukta ve düşlemde içsel nesne tasarımı daha ön plana çıkar. Kişi; iç ve dış gerçekliğini ayırt edebiliyorsa, bilinci yerindeyse ve bir gerileme halinde değilse iç ve dış nesne tasarımını ayrıştırabilir. Nesne tasarımı yaşamın başlangıcında nesne parçaları halindedir. Nesne sürekliliği aşamasına gelindiğinde nesne tasarımı tutarlı ve bütünleşmiş bir hal alsa da değişkenliğini korur. Nesne tasarımı, benliğin durumuna göre çarpıtılabilir, ilişkilerden etkilenir.

Nesne ilişkileri kuramı; yaşamın erken dönemindeki ikili ilişkilerin oluşmasına, içselleştirilmesine, yapılanmasına ve klinikte yeniden etkinleşmesine odaklanır. Anne-baba ve bebek arasındaki ilişki içselleştirildikten ve bastırıldıktan sonra ileriki yaşamda diğer gerçek ya da fantezideki ilişkilerde bu kalıp yinelenir. Nesne ilişkilerinin içselleştirilmesi, yalnızca nesnenin imgesinin değil, kişinin kendilik tasarımı ile nesnenin tasarımının ilişkisinin, bu ilişkinin duygusunun ve bu ilişkideki dürtüsel yatırımın da içselleştirilmesidir. Bu yüzden nesne ilişkileri kuramı içinde; dürtüyü, duygulanımı, kendilik ve nesne tasarımlarını ve bu ilişkileri içeren bilinçdışı düşlemi barındırır. Yaşamın başlangıcındaki kendilik ve nesne tasarımları ve aralarındaki ilişkiler ödipal dönemle birlikte benlik, altbenlik ve üstbenlik olarak yapılanacaktır.

Freud, “Narsisizm Üzerine: Bir Başlangıç”[1] (1914) makalesinde bazı kişilerin kendi kendiliklerini[2] sevgi nesnesi haline getirdiklerini, böylelikle benliğin hem bir aracı hem de nesne olarak işlev gördüğünü belirtmiştir. “Yas ve Melankoli”[3] (1917) makalesinde ise melankolide kaybedilmiş nesnenin gölgesinin benlik üzerine düştüğünü ifade etmiştir. Bu saptamalar, özdeşim ve ilişki kurma sürecinde nesneyi dürtünün önüne geçirmiştir. Bu makalelerde nesne (object) ve kendilik (self) araştırıldığında kendilik ve nesne ilişkilerine dair önemli tespitler bulunmaktadır.

Daha sonra Abraham, libidinal gelişimde ve bilinçdışı fantezi dünyasında nesnenin önemini vurgulamıştır. Klein, Mahler ve Jacobson; Freud’un ikili (saldırganlık/agresyon ve cinsellik/libido) dürtü kuramını nesne ilişkileri kuramı ile bütünleştirmiştir. Klein, başlangıçtan beri dürtülerin nesneler ile bağlantılı olduğunu söylemiş, parça nesne ilişkileri ile dürtülerin ilişkilerini açıklamıştır. Fairbairn ve Sullivan ise Freud’un kuramındaki dürtü yerine nesne ilişkisini koymuşlardır. Fairbairn libidinal yatırım yapma ile nesne ilişkisi aramayı eş tutmuştur. Saldırganlığın, libidinal gereksinimlerin karşılanmamasına ikincil olarak geliştiğini düşünmüştür. Freud’un ikili dürtü kuramında saldırganlık doğuştan gelir ve ilişkileri biçimlendirir. Klein, Winnicott ve Kernberg bu görüşü kabul ederler.[4]

Nesne ilişkileri kuramı ile nevrotik ve sınırda hastaların aktarım görüngüleri açıklığa kavuşmuştur. Nevrotik hastalar belirli bir nesne ilişkisini canlandırarak yorumlanabilir ve tasarımlanabilir bir kendilik ya da nesne tasarımını analiste yansıtırlar. Sınırda hastalar ise tam bütünleşmemiş kendilik ya da nesne tasarımlarını ardı sıra yansıttıklarından kaotik ve hızlı değişen bir tablo ortaya çıkar. İçselleştirilmiş nesne ilişkisinin sistematik biçimde yorumlanması ile bilinçdışı kendilik ve nesne ilişkisi anlaşılmaya başlar. Bununla beraber kendilik ve nesne tasarımlarının bölünmesi ile zulmeden ve ülküleştirimiş olarak bölünmüş nesne tasarımları açıklığa kavuşturulur. Kendilik ve nesne ilişkilerinin anlaşılması ve ilkel savunma mekanizmalarının yorumlanması benliği güçlendirir, daha gerçekçi ve sağlıklı bir konuma getirir.

Melanie Klein

Nesne ilişkileri kuramı, özdeşim kurmanın içe alma (inkorporasyon), içe atma (inrojeksiyon) ve içselleştirme (internalizasyon) olarak kimlik oluşumuna giden tüm aşamalarını kendilik ve nesne ilişkisi bağlamında açıklar. Klein[5]; çocuğun nesneye yönelen sevgi ve nefretinin yarattığı çatışmanın, çocuğun zihinsel yaşamını oluşturduğunu belirtir. Bilinçdışı fantezi, tümgüçlü ve somuttur, içsel nesnelerin doğasını etkiler. Klein ilk döneminde, Freud gibi, çocukların oyunlarındaki her ögeyi cinsellikle bağlantılandırarak yorumlamıştır. İkinci döneminde saldırganlığı, saldırganlıkla ilgili güç, yıkıcılık ve misilleme korkusu ile ilgili yorumlarını merkeze oturtmuştur.

Tanımladığı “paranoid-şizoid konum”daki çocuğun iç dünyasında nesnelerin içsel yönleri ön plandadır, iyi-kötü olarak bölünmüşlerdir, çocuk iç ve dış ayrımını tam yapamaz. Nesneleri bölerek ve dışa yansıtarak zulmedici psikotik kaygılardan korunmaya çalışır. Klein’ın yansıtmalı özdeşleşmeyi[6] kavramsallaştırması daha sonra birçok ilkel durumun anlaşılmasını sağlamıştır. Klein, çocuğun düşleminde annesinin içinde olan zenginliklere (süt, rahim, bebekler, penis, kaka, vb.), annesi ve babası arasındaki sevgi dolu ilişkiye saldırmak istediğini göstermiştir.

6. Aydan itibaren annesiyle özdeşleşen bebek iyi ve kötü parçalarını bütünleştirmeye başlar, nesneler ve kendilik daha bütün hale gelir. Klein’ın depresif konum olarak tanımladığı bu aşamada annenin sevgisinin ve bakımının sürekliliği sayesinde bebek saldırganlığı için suçluluk duyar ve şükran duygusu gelişir. Segal’e göre oğlunun ölümünün ardından Klein üçüncü döneminde sevgi, suçluluk ve onarım konularına odaklanır. “Haset ve Şükran”da[7] hasedi yapısal saldırganlığa bağlamış, kötü huylu ve yıkıcı olarak tanımlamıştır. Çocuğun annesinin zenginliklerine yönelen saldırganlığı hasedinden kaynaklanır.

William Ronald Dodds Fairbairn

Freud, bebeğin gereksinimlerini doyurmak için haz peşinde olduğunu ve dürtülerin egemenliğini göstermiştir. Libido akışkan ve yapışkandır. İskoç psikanalist Fairbairn[8], libidonun yapışkanlığının bağlanma ve nesne ilişkisi kurmaya yaradığını belirtmiştir. Dürtünün yapıdan ayrılamayacağını vurgulamıştır. Oral, anal ve ödipal erotojenik bölgeler nesne ilişkisi kurmanın yollarıdır ve ilişkinin kalitesini belirler. Fairbairn psikolojik gelişimi üç aşamaya ayırmıştır: (1) çocuksu bağımlılık, (2) geçiş dönemi, (3) olgun bağımlılık.

Birincil özdeşleşmeyi, yatırım yapan öznenin yatırım yaptığı nesneden henüz ayrışmadan yaptığı yatırım olarak tanımlar. Onun için benlik birincil psişik yapıdır ve doğumdan itibaren vardır. Benlik, kurduğu nesne ilişkilerinin etkisi ile farklılaşır. Fairbairn benlik kavramını kendilik kavramına yakın bir anlamda kullanmıştır.

Fairbairn, parçalara ayrılmış benlikten ve içsel nesnelerden söz eder. İçsel nesneleri kendine özgü bir biçimde tanımlar. Merkezi benlik ile ideal/doyuran nesne, libidinal benlik ile heyecanlandırıcı/doyum vadeden nesne, anti libidinal benlik [içsel sabotajcı] ile reddedici/hayal kırıklığı yaratan nesne ilişki içindedir. Çatışma, bu üç benlik ve nesne parçası arasında gelişir.

Fairbairn’a göre iyileşme ile hastanın ilişki kurma kapasitesi ve ilişki kurma çeşitleri artar. İçselleştirilmiş nesne ilişkileri dürtülerin duygulanımsal ögelerini içerirler. Örneğin cinsel heyecan libidonun, ilkel öfke ölüm dürtüsünün ana duygulanımıdır.

Fairbairn, istismara uğramış çocuklarla çalıştığında, bu çocukların anne-babaları ile ilişkilerindeki haz ve doyum eksikliğinin bağlarını zayıflatmadığını görmüştür. Aksine bu çocuklar için ilişkilerde acı çekme bir bağ kurma biçimine dönüşmüş ve sonrasında böyle ilişkiler arar olmuşlardır. Anne-babalar, hiçbir zaman ideal anne-baba olamazlar ve çökkün, yalıtılmış, mazoşistik, zorba vb. yönlerini bölerek bastırırlar. Çocuk, anne-babasının bu yönlerini özümsemeden onlarla ilişki kuramayacağını anlar, benliğini böler.

Harry Guntrip

Guntrip[9], şizoid görüngü üzerine çalışmıştır. Şizoid görüngüdeki içe çekilmenin ve kopmanın psikopatolojinin temelinde yer aldığını kuramsallaştırmıştır. Şizoidlerin gerçek kişilerden yatırımlarını geri çekerek içsel nesnelere yatırım yaptığını göstermiştir. Libidinal benlik bölünmüştür. Benliğin bir parçası ise nesne aramaktan vazgeçmiş ve derinlere saklanarak kendini yalıtmıştır. Ana rahmine ve sevecen bir annesel çevreye dönme arzusu güçlüdür. Benliğin bu parçası güçsüzdür, çaresizlik hisseder. Fairbairn psikopatolojiyi açıklarken benliğin nesneyle ve eski bağlarla bağlantıyı sürdürme çabasını vurgularken takipçisi Guntrip ise onun aksine, benliğin nesnelerden geri çekilmesine değinmiştir.

İlkel Savunmalar

Nesne ilişkileri kuramcıları, kendilik ve nesnenin ayrışma süreçlerini çalışmışlardır. Bu sırada ilkel nesne ilişkileri ve ilkel savunma mekanizmaları devrededir. Bölme, ana ilkel savunma mekanizmasıdır. Buna yansıtmalı özdeşleşme, içe ve dışa yansıtma, inkorporasyon, eyleme dökme, ilkel inkâr, ilkel ülküleştirme, ilkel değersizleştirme, tümgüçlü kontrol ve içe çekilme eşlik eder.

Yansıtmalı Özdeşleşme

Yansıtmalı özdeşleşme bir düşlem, bir savunma ve bir nesne ilişkisidir. Paranoid şizoid savunmaların merkezinde yer alır. Korku ve kaygıların şiddetli olduğu ve kendilik ile nesne sınırlarının belirsizleştiği zamanlarda etkinleşir. Kendilik tasarımının korku yüklü parçalarını taşıyamayan benlik bunları karşısındaki kişiye yansıtır. Bu yansıtma, korkuyu gidermeyince kişi karşısındaki kişiyi kontrol etmeye ve manipüle etmeye çalışır. Yansıtmalı özdeşleşme kendiliği böldüğü için benliği zayıflatır. Ruhsal tasarımların beden parçaları ile tanımlandığı bir düzeydir.

Yansıtmalı özdeşleşme; annenin bebeğini anlamasında, bebeğin anneyle kurduğu sözsüz iletişimde, duyguyu karşı tarafa aktarmada ve eşduyum gibi normal iletişim süreçlerinde rol alır. Rosenfeld patolojik olanı “boşaltıcı (evacuative)”, sağlıklı olanı iletişimsel yansıtmalı özdeşleşme olarak tanımlamıştır.

Donald Woods Winnicott

Winnicott, bir çocuk doktoru olduğu için anne-çocuk ilişkisini yakından gözlemlemiş ve özgün katkılarda bulunmuştur.

Gerçek ve sahte kendilik kavramları bunlardandır.[10] Çocuğun annesi ile ilişkisinde, -uzun bir süre boyunca- içinden geldiği gibi doğal davranamamasının bir bütünleşememe yarattığını ve gerçek kendiliğin geride kalarak sahte bir kendiliğin öne çıktığını ortaya koymuştur. Bebeğin gelişiminde annenin sevgisinin ve kendini bebeğe adamasının önemine değinmiş, buna “birincil annelik tasası”[11] adını vermiştir. Anne, bu hali yaşarsa (anneliğin yapılamayacağını ancak olunacağını özellikle vurgular) bebeğin önce kendini gerçek, sonra canlı hissedeceğini ve bir kendilik hissinin gelişeceğini öne sürmüştür.

Bu süreç aynı zamanda bir “kişi”leşmedir[12]. Kendilik başta “bütünleşmemiş” haldedir. Annenin sevgiyle kendini adaması, kucaklaması ve bakımı ile bebeğin kendiliği bütünleşmeye ve bir “kişi” olmaya başlar.

Anneliğin mükemmellikle ilgili olmadığını, annenin başarısızlıklarının da değerli olduğunu “yeterince iyi anne”[13] kavramıyla vurgulamıştır. Yeterince iyi anne, bebeğine öznel bir tümgüçlülük deneyimi yaşatır. Daha sonra yavaş yavaş bu “tümgüçlülük yanılsamasını” bozarak bebeğini nesnel gerçeklikle tanıştırır. Bebek, öznel tümgüçlülüğü ile nesnel gerçeklik arasında oynamaya başlayınca bir “geçiş alanı” oluşur. Bu oyunda kullandığı oyuncağa “geçiş nesnesi” denir[14]. Winnicott “nesne kullanımı”nı[15] tanımlamış, bebeğin “geliştirici bir çevre/aile/anneye”[16] bağımlılığı konusunu vurgulamıştır. Winnicott, ruhsal gerilemede kişinin geliştirici çevre ile yaşadığı hayal kırıklığına gittiğini belirtmiştir.

Geçiş Nesnesi

Çocuklar geçiş nesnelerini 4-12 aylıkken yaratırlar. Sıklıkla; taşınabilir, sevilen, anne ile ilişkilendirilen bir eşya (battaniye, örtü, tülbent gibi) ya da oyuncaktır (oyuncak ayı, bebek, vb). Geçiş nesnesi çocuk için çok önemlidir. Onun üzerinde her türlü hakkı iddia eder ve ona her şeyi yapabilir. Onu sever, kızar, çekiştirir, saklar, atar... Yanından ayırmaz, yıkanmasını istemez.

Geçiş nesnesiyle ilişkisinde bebek, gerçekliği değerlendirmeye ve neyin iç dünyasına neyin dış dünyaya ait olduğunu ayırt etmeye başlar. Nesne parçaları (ağız, meme...) arasındaki ilişkilerden türer. Geçiş nesneleri bebeğin kendisi (me) ile kendisi olmayan (not-me) arasındaki alıştırmalarını yaptığı oyun alanıdır. Bu “geçiş alanı” üçüncü bir deneyimleme alanıdır.

Kendilik ve nesne, gerçek ve gerçek olmayan arasındaki bu üçüncü deneyimleme alanı kültürün, yaratıcılığın ve ilişkilerin geliştiği bir alandır. Sağlıklı ruhsal gelişim için bu ara alanın deneyimlenebilmesi gerekir.

L. Caldwell, A. Joyce, “Transitional Object and Transitional Phenomena”, Reading Winnicott, Routledge, 2011.

D. W. Winnicott, [1971]. “Geçiş Nesneleri ve Geçiş Olguları”, Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları, Ötekini Dinlemek 2, İstanbul, 1993.

 

Wilfred Ruprecht Bion

Hindistan’da büyümüş bir İngiliz olan Bion[17], Klein’ın düşüncelerini birçok farklı açıdan geliştirmiştir. Merak, bilgi arayışı ve bilme arzusuna odaklanmıştır. Grupların, psikotik hastaların ve ilkel zihinsel durumların anlaşılmasına katkılar yapmıştır. Psikotik kişiliklerin psikotik olmayanlardan ayırımını ortaya koymuştur[18]. Bion için temel olan iki bağ; meme-ağız ve vajina-penis bağlarıdır. “Bağlara saldırı”[19] kavramıyla hasta ve analist arasındaki, hastanın kendilikleri arasındaki, iç ve dış gerçeklik arasındaki ve farklı gerçeklikler arasındaki bağlara yapılan saldırıya değinir. Bu saldırılar gerçekliğin algılanışını bozar. Bağlara saldırı, haset ve sadizm kaynaklıdır ve kişiliğin psikotik parçasından gelir.

Bion, bebek ve anne ilişkisini kapsanan (contained) ve kapsayan (container) olarak tanımlamıştır. Eğer anne, bebeğinin ona yansıttıklarını kapsayabilir, bebeğini anlayabilirse bebek kapsanmış ve anlaşılmış olacaktır. Bu anlayış ve kapsanma bilinçdışı olarak gerçekleşir ve Bion buna “düşlemleme (reverie)” adını vermiştir.[20]

Bion, genetik bilgi ile bebeğin zihninin nesneyi tanımasına “önkavrayış (preconception)” demiştir. Bebeğin önkavrayışı dış dünyada karşılığını bulursa bir “kavrayış” gerçekleşir. Bu eşleşme kendiliği nesne ile buluşturur. Eğer bu buluşma gerçekleşemezse “olumsuz bir gerçekleşme (negative realization)” oluşur. Bu durum bebeğin katlanma kapasitesinin gelişmesinden önce ortaya çıkarsa bebek nesneyi “kötü” olarak algılayacaktır. Böyle bir gelişim yansıtmalı özdeşleşme süreçlerini güçlendirir.

Analistin yansız kalma, düşlemleme ve düşünme kapasiteleri; hastanın anlama, öğrenme ve değişme kapasiteleri üzerine yazmıştır. Karmaşık, korku verici ve söz öncesine ait dayanılamaz, düşünülemez ve ifade edilemez ruhsal ögelerin analist tarafından deneyimlenmesine ve bunun hasta için söze dökülmesine ihtiyaç duyulduğunu göstermiştir. Bion, bebeğin anne ile ilişkisini de buna benzetir. Bebeğin ilkel ve çiğ iletilerine “beta eleman” adını verir. Annenin bu iletileri işlemesine “alfa işlevi” der. Anne, alfa işlevi ile bebeğinin beta elemanlarını anlamlandırarak ona geri verir ve iletişimi bebeğini geliştiren bir ilişkiye dönüştürür. Bu süreç, bebeğin ilkel zihnini “proto-mental” düzeyden normal zihin düzeyine çıkartır.

 


[1] S. Freud [1914] Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası, Çev. M. B. Büyükkal, Metis Yayınları, İstanbul, 2017.

[2] Orijinalinde kendilik değil “benlik”tir. Ama bu yazı benlik ve kendiliğin psikanalizde henüz ayrıştırılmadığı bir dönemde yazıldığından bugün buradaki “benlik” yerine “kendilik” kullanmak daha doğru olacaktır. Bu dinamikte benlik, libidinal yatırımı nesne yerine kendiliğe yapan yapıdır.

[3] S. Freud [1917] Yas ve Melankoli, Çev. L. Uslu, Cem Yayınevi, İstanbul, 2019.

[4] De Mijolla-Mellor, S., International Dictionary of Psychoanalysis, Ed. Alain de Mijolla, Thomson Gale, 2005.

[5] G. O. Gabbard, B. E. Litowitz, P. Williams, Textbook of Psychoanalysis, American Psychiatric Publishing, 2011.

[6] E. Spillius, E. O’Shaughnessy [2013] Yansıtmalı Özdeşim: Bir Kavramın Kaderi, Çev. E. Gök, Psikoterapi Enstitüsü Yayınevi, İstanbul, 2017.

Yansıtmalı özdeşleşmenin tarihsel ve coğrafi gelişimini anlatan çok değerli bir yapıttır.

[7] M. Klein [1957] Haset ve Şükran, Metis Yayınları, İstanbul, 2020.

[8] S. A. Mitchell, J. R. Greenberg, Object Relations in Psychoanalytic Theory, Harvard University Press,1983.

[9] S. A. Mitchell, J. R. Greenberg, Object Relations in Psychoanalytic Theory, Harvard University Press,1983.

[10] S. A. Mitchell, J. R. Greenberg, Object Relations in Psychoanalytic Theory, Harvard University Press,1983.

[11] D. W. Winnicott [1956] “birincil annelik tasası”, Çev. A.  Salgın, Psikanaliz Yazıları 4:101-107, İstanbul, 2002.

[12] D. W. Winnicott [1945] “ilkel duygusal gelişim”, Çev. Özer, D., Akgün, P. & Mizrahi, S., Psikanaliz Yazıları 23:109-123, İstanbul, 2011.

[13] J. Abram, Language of Winnicott: A Dictionary of Winnicott's Use of Words, Karnac Books, London, 2007.

[14] D. W. Winnicott [1971] “Geçiş Nesneleri ve Geçiş Olguları”, Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları, Ötekini Dinlemek 2, İstanbul, 1993.

[15] D. W. Winnicott [1971] “Nesne Kullanımı ve özdeşleşmeler Yoluyla İlişki Kurma”, Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları, Ötekini Dinlemek 2, İstanbul, 1993

[16] J. Abram, Language of Winnicott: A Dictionary of Winnicott's Use of Words, Karnac Books, London, 2007.

[17] S. A. Mitchell, J. R. Greenberg, Object Relations in Psychoanalytic Theory, Harvard University Press, 1983.

[18] W. R. Bion [1957] “Psikotik Kişiliklerin Psikotik Olmayanlardan Ayrımı”, Psikanaliz Yazıları, 30, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2015.

[19] W. R. Bion [1959] “bağlara saldırı”, Çev. Sütçü, A. ve Özçürümez, G., Psikanaliz Yazıları 30:55-69, İstanbul, 2015.

[20] E. L. Auchincloss, S. Eslee, Psychoanalytic Terms & Concepts, New York: American Psychoanalytic Association, 2012.