• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

DEDEMİN İNSANLARI

DEDEMİN İNSANLARI

Aminuddin Omar ATUMANE, Abdurrahim BULUT 

Giriş

Dedemin İnsanları adlı filmi, ana karakterlerden biri olan Ozan'ın çocukluğunun bir parçasını anlatıyor. Birçok konuya değinmekte olan bu film, göçe ve bunun etkileri üzerinde daha çok yoğunlaşıyor. Filmde iki ana karakter vardır: Ozan ve dedesi, yani Mehmet Bey. Film onların ilişkileri ve etkileşimlerinde dolaşmaktadır.

Ozan milliyetine, devletine, ülkesindeki askerlere karşı büyük bir saygı ve sevgi besliyor. Ayrıca Türk olmaktan büyük bir gurur duyuyor. Ancak biraz şımarık ve agresif bir çocuğa benzemektedir. Yer yer yabancı gördüğü insanlara karşı hırçın davranışlar gösteriyor. Ozan'ın dedesi Mehmet Bey Ozan'ın davranışlarını düzeltmek için zaman zaman öğüt verip kendi hikayelerini anlatır.

Mehmet Bey erken çocukluk döneminde Yunanistan’ın Girit adasından İzmir’e ailesi ve Girit’teki diğer Türklerle beraber 1923’teki nüfus mübadelesi kapsamında göç ettirilmiştir. Göç yolundayken bebek kardeşini ölümünü tanıklık eder. İzmir’e yerleştikten sonra bütün ailesini kaybeder, geç yaşta evlenir ve bir sahil kasabasına yerleşir. Burada karısı, kızı, damadı ve torunlarıyla düzenli bir hayatının olduğunu görmekteyiz. Ancak geride bıraktığı evini ve çocukluğunu büyük bir üzüntü ve özlem ile yad eder. Eski evine ulaşması ümidi ile içine mektup koyduğu şişeleri denize bırakır.

Göç

Göç ile ilgili hemen hemen herkesin bir fikri vardır. Göçün paylaşılan genel tanımı bir yerden başka bir yere taşınmaktır. Bu süreç ülkeler arası olabilirken ülke içinde de olabilir. Göç için çeşitli sebepler vardır. Tehlikeden, fakirlikten, baskıcı rejimlerden ve benzeri durumlardan kaçmak gibi ya da yeni fırsatlar peşine koşmak gibi sebepler. Yeni fırsatlar peşine koşanlar, özellikle Türkiye'nin dışından Türkiye'ye gelmeyi düşünen Türkler bir hayal kırıklığına uğrayabilmektedir. Hayatımız çok güzel olacak diye kendi ülkelerinden çıkıyorlar ve burada karşılaştıkları gerçek bambaşka olabiliyor. Yani, hayal ettikleri hayatı her zaman bulamayabiliyor.

Filmde, konumuzla ilgili sahneleri hemen filmin başında görebiliyoruz. Çocuklar arası bir çatışma olsa da, ve her iki grup aynı dili konuşsa da, bir grup diğeri yabancı olarak görüyor ve ona karşı çok agresif bir yaklaşım gösteriyor. Yabancı olarak görülen bu grubun mensupları muhtemelen göçmenlerin çocuklarıdır. Diğer çocuklarla aynı okula gidiyorlar fakat oralı olmadıkları her zaman hatırlatılıyordu.

Salman Akhtar (2018)’a göre bir ülkeden başka bir ülkeye göç, bireyin kimliğinde önemli ve uzun süren etkileri olan karmaşık bir psikososyal süreçtir. Kişinin ülkesini bırakması derin kayıpları da beraberinde getirir. Alıştığı yiyeceklerden, yerel müziklerden, sorgulanmadığı sosyal geleneklerden, hatta dilinden çoğu kez vazgeçilmesi gerekir. Yeni ülkedeki tuhaf yiyecekler, yeni şarkılar, farklı siyasi meseleler, yabancı bir dil, renksiz bayramlar, tanınmayan kahramanlar, ruhsal olarak sindirilmemiş bir tarih ve görsel olarak yabancı bir manzara sunar. Bununla beraber, bu kayıplar ruhsal gelişim ve değişim fırsatlarını de yeniler. Birey kendini ifade etmenin yeni yollarını bulur. Yeni özdeşim modelleri, farklı üst benlik dayatmaları ve taze idealler bulunur. Açık olan tek şey vardır: göç öngörülebilir ortalama çevreden tuhaf ve kestirilemez olana doğru ani bir değişiklik ile sonuçlanır.

Kişinin uzun süredir yaşamakta olduğu yerden yeni bir yere yerleşmek üzere taşınmasının zihin üzerinde sürekliliği bozucu bir etkisi olabilir. Durumun ne kadar travmatize edici olduğu taşınmanın olduğu yaşa, kökensel yere bağlanmanın derinliğine, oradan ayrılma kararının ne olduğuna, böyle bir değişim için beklenen planlara, ayrılıklara katlanmakla ilgili ruhsallık içi yetilere ve yerleşilen iki yer arasındaki farkın büyüklüğüne bağlıdır (Akhtar, 2018).

Göç (Coğrafi yer değişikliği) ile ilgili pek çok unsur söz konusudur. İlk olarak, göçün geçici mi yoksa kalıcı mı olacak büyük bir fark yaratacaktır. Yabancı bir ülkeye belirli bir süre için atanan bir diplomatın durumu, yeni topraklara yerleşme umuduyla memleketinden ayrılan bir göçmenin durumundan farklıdır (Akhtar, 2018). Filmimizde Mehmet Bey ve ailesi için bu taşınma kalıcıdır. Devletler arasında bir karar olduğu için Girit artık onların evi değildi.

İkincisi, kişinin ülkesinden ne düzeyde kendi seçimi ile ayrıldığı sonraki uyumunu etkileyecektir. Kişinin ayrılığa kendini hazırlamak için ne kadar zamanı olduğu da bu bağlamda büyük önem taşır. Ülkeden aniden gitmek, öngörülen yası engeller ve sonraki uyum sürecini karmaşıklaştırır (Akhtar, 2018). Daha önce Mehmet Bey ve ailesinin göç etmelerinin sebebi 1923’teki nüfus mübadelesinin olduğunu söylemiştik. Bu karar devletlerden gelen bir karar olduğundan dolayı onlar buna uymak zorunda kalmışlar, aniden göçe zorlanmışlar.

Üçüncüsü kişinin memleketini yeniden ziyaret edip edemeyeceği göç sürecinin sonuçları üzerinde etkilidir. Ayrıldıkları ülkelerini kolaylıkla ve sık sık ziyaret edebilen kişiler, duygusal ikmalden alıkonmuş olanlara göre daha az acı çekerler (Akhtar, 2018). Filmde görülüyor ki, çok denemesine rağmen farklı sebeplerden dolayı, Mehmet Bey Girit’i tekrar ziyaret edememektedir.

Dördüncüsü kişinin ülkesinden ayrılma nedenleri yeni çevreye uyumunun başarısını ya da başarısızlığını belirlemede rol oynayacaktır (Akhtar, 2018). Dışsal gerçeklik açısından bakıldığında, mali zorluklardan, siyasi zulümden ya da etnik çatışmadan mı kaçılmıştır veya yeni fırsatlara ve yepyeni ufuklara mı yelken açılmıştır?

Peki, ruhsallık açısından göç, birincil nesnelerin endişeli ya da öfkeli bir reddi midir yoksa benliğin dışarıyı sağlıklı biçimde şekillendirme yetisinin bir göstergesi midir? Ebeveynden içruhsal ayrılık zor ise çoğu zaman başka bir ülkeye gitmek için onları geride bırakmak yanılsatıcı bir ayrılık ve bağımsızlık hissi geliştirebilir. Göç, ebeveynden birini ya da her ikisini hatta bir kardeşi terk etmenin yolu olabilir, baskıcı bir ilişkiden kendini kurtarma arzusunun ifadesi olabileceği gibi talepkar ya da kontrolcü bir anne ya da babadan intikam almaya da hizmet edebilir (Akhtar, 2018).

Tüm bunlar bizi göç ile sürgün arasındaki ayrıma götürür. Bu iki kavram temelde beş önemli noktada farklılaşmaktadır. İlk olarak göçte, göçmen ülkesinden gönüllü olarak ayrılmışken, sürgünde vatanından uzaklaşmaya zorlanmıştır.

İkincisi, göçte göçmenin genellikle ayrılmaya hazırlanmak için daha fazla vakti olurken, sürgünde ayrılacağından ya çok az haberdar edilmiştir ya da hiç haberi olmamıştır.

Üçüncüsü, göçte göçmenin evinden ayrılışı genellikle daha az travmatik olaylarla bağlantılı iken sürgünde çoğu kez ülkesindeki yıkıcı bir sosyo-politik durumdan kaçmaktadır.

Dördüncüsü, göçte göçmen memleketini yeniden ziyaret etme olasılığını elinde tutarken, aidiyet bağını koparan sürgünde bu önemli duygusal ikmal kaynağından yoksundur.

Son olarak, iki grubun yeni ülkedeki nüfus tarafından karşılanma şekli de çeşitlilik gösterir. Göçmenin sosyo-politik yükü daha azdır ve ev sahibi nüfus tarafından şüphe ile yaklaşılan ve gönülsüzce kabul edilen sürgüne kıyasla daha büyük bir konukseverlikle karşılanır. Bu dışsal ayrımlar sürgünlerin ve göçmenlerin içruhsal yas ve uyum süreçlerindeki farklılaşmalara etki etmektedir (Akhtar, 2018).

Filmimizde Mehmet Bey ve ailesinin “sürgün” edildiğini görüyoruz. Aniden evini geride bırakmak zorunda kalmaları, kimi çok önemli eşyalarını alamamaları ve ayrılırken Türk olmayan insanlardan hakaret ediliyor olmaları, sürgünden sadece birkaç örnektir. Ayrıca Mehmet Bey memleketine çok istemesi ve denemesine rağmen dönemiyor.

Duygusal İkmal

Duygusal ikmal kavramı yürümeye yeni başlayan çocuğun, giderek genişleyen dış dünyadaki adımlarından sonra sık sık annesine dönmesini ifade eder. Duygusal ikmal 6 ay civarında çocuk emeklemeye başladığında ortaya çıkar. Çocuk bu dönemde annesinin tasarımını oluşturmaya başlamıştır ama kalıcı olmadığı için bu tasarımı zihninde tutamaz. Annenin tavrı çok belirleyicidir. Anne çocuğun özgürleşmesine, bireyselleşmesine izin veriyorsa çocuğun daha özgür bir birey olma ihtimali daha yüksek. Anne tam tersi olursa çocuk daha çok annesine bağlı kalır. Gelişim sürecinde yaşam boyu farklı biçimlerde tekrarlanır. Çocuk okula gitmeye başladığında, arkadaşlarıyla yeni yerleri keşfetmeye başladığında dış dünyaya adım atar ama hemen hemen her zaman döner. Annenin daha sağlam ve tutarlı olarak içselleştirilmesiyle bu ve benzeri temas gereksinimleri azalmaktadır. Ayrıca gelişmekte olan benlik yetileriyle yaşın ilerlemesi sonucunda bu ikmalin yöntemleri çeşitlenir ve anneden, sağlam içruhsallığın farklı kaynaklarına yönelir (Akhtar, 2018).

Bu durum erken çocukluk döneminin bir niteliği olmakla beraber, göçmenin yaşamında da derin anlamlar taşır. Anavatanından ayrılan göçmen, onunla arasındaki içruhsal bağlantısında dışsal takviye ihtiyacı duyar. İdeal durumda göçmenin böyle bir destek için iki kaynağa erişimi vardır.

  1. Geride kalanlarla iletişim ve memleketi ziyaret etmektir. Buna güncel ya da harici ikmal denir.
  2. Diğeri ise dahili ikmaldir. Yani onunla birlikte göç etmiş aile bireyleri ve aynı etnik toplulukta oluşan bir çevredir.

Bu kaynaklara sahip olanlar, özellikle anavatanını ziyaret edebilenler yeni koşullara uyum sağlamada daha başarılı olurlar. Göçmen ile sürgün arasındaki büyük bir fark da budur. Ait olduğu yeri ziyaret edememek göçmeni duygusal ikmalden yoksun kılar ayrıca erken dönem çevresinin içsel tasvirlerini gözden geçirmesine ve güncellemesine de engel olur. Böylelikle bütün olası yas aşamaları sekteye uğrar ve donuk bir kederin baş gösterme olasılığı yükselir (Akhtar, 2018).

Dolaysıyla, Mehmet Bey’in duygusal ikmal durumundan mahrum kaldığını söyleyebiliriz ama, mektup yazıp göndermeye çalışması ve kendisi gibi sürgün ve göç edenlerden oluşan bir arkadaş çevresi olması ve yine toplum tarafından dışlanan bireylere yardım etmeye çalışması dahili ikmal kapsamında çabalarının olduğunu söyleyebiliriz.

Göç etkileyen faktörler

Göç Etme Yaşı

Göç sürecini etkileyen faktörlerden birisi göç etme yaşıdır. Farklı yaş grubundaki göçmenler farklı sorunlarla karşılaşır. Çocukların durumu daha zordur çünkü kendi istekleriyle göç etmezler. Çocuklar her zaman sürgündürler çünkü ayrılmaya ve dönmeye karar veremezler (Akhtar, 2018). Mehmet bey de çocuk yaşta göç etmiştir, yani sürgündür.

Çocuklar, özellikle küçük ve henüz konuşmayan çocuklar ebeveynlerinin ruh hallerinden çok etkilenirler. Ebeveynlerin ruh halleri olumsuz ise çocuklarda anksiyete yaratma ihtimali daha muhtemeldir ve çocuğun ihtiyaç duyduğu benlik desteği kaybedilebilir. Mehmet Bey göç ettiğinde biraz daha büyük bir çocuktu ve yaşının gizil döneme denk geldiğini söyleyebiliriz. Biraz ileri bir yaşta olmasına rağmen ebeveynlerinin ruh hallerinden epeyce etkilendiğini düşünüyoruz.

Ayrıca göçün çocuğun nesne sürekliliğini bozucu bir etkisi olabilir. Çocuğun çevresindeki alışagelmiş ve sürekliliği olan şeylerin kolayca algılanan ve öznel duygulanımsal bir değeri vardır. Bu şeyler onun için bildik, tanıdık ve aşina olduğu şeylerdir. Bildik olanın sürekliliği çocuğun güvende hissetmeyi sürdürebilmesini kolaylaştırır. Göç ile beraber bildik çevreden ayrılması bu güven hissinin sürdürülmesini zorlaştırır. Değişen çevreye ve topografyaya uyum göstermeye çalışmak benliğe darbe vurur. Benlik sürekliliğinde açılan yaraların verdiği ruhsal acı göçmeni meşgul eder. Bununla baş etmek için karşıt fobik bir tutumla yeniliği libidolaştırır. Ancak ait hissedememe duygusu ortaya çıkar, kişi kendisini evinde hissedememektedir. Bu yabancılaşma durumu kişi ona şekil veren çevrenin topografisi, iklimi ile karşılaşınca bozulur (Bilen, 2018).

Mehmet bey çocukluğunun bir parçasını bir adada geçiriyor. Göçten belli bir süre sonra sahil kasabasına yerleşmiş olması ona çocukluğunun geçtiği Girit adasını hatırlatıyor olabilir ya da Girit 'i hatırlattığı için sahil kasabasına yerleşmiş olabilir.

Göçün çocuklar için zorlu olduğunu yukarıda belirtik. Buna karşın çocuklukta kimliğin henüz tam olarak yerleşmediği ya da gelişim aşamasında olduğu için yetişkinlere göre göçün içsel süreçler üzerindeki etkileri daha kolay atlatılabileceğini düşünen araştırmacılar da vardır.

Kültürel Farkların Büyüklüğü

Göçün psikolojik sonuçları terk edilen ile yeni yerleşilen ülke arasındaki kültürel farkların ne kadar büyük olduğuna da bağlıdır. Bu farklar giyim kuşam, yemek, dil, müzik, mizah, siyasi ideolojiler, kabul gören cinsellik dereceleri ve çeşitleri, özerkliğe karşı aile ağının boyutları, kendini ortaya koyma ile kendine geri çekmenin getirileri, öznel zaman deneyimi, cinsiyetler ve nesiller arasındaki iletişimin boyutları ve doğasını da içeren çok geniş bir yelpazeye yayılır. Bir kültürün göçmenin müzikal ya da şiirsel eğilimlerine az çok açık olup olmaması bile büyük bir fark yaratır. Kişinin kamusal alanda kendi kendine mırıldanması hatta şarkı söylemesi bazı kültürlerde normal karşılanırken kimilerinde karşılanmaz. Bu da göçmenin duygusal sesini bastırabilir (Akhtar, 2018).

Mehmet beyin göçten önce ve göçten sonra yaşadığı yerler farklı kültürlerin hâkim olduğu yerlerdir. Yunanistan tarafında Yunan kültürü ile Hıristiyanlık dini hâkim ve Türk kültürü ile İslamiyet dini azınlık durumdadır, Türkiye tarafında ise Türk kültürü ile İslamiyet dini hâkim ve Yunan kültürü ile Hıristiyanlık dini azınlık durumundadır. Bununla beraber, azınlık grupları dışlama ve küçük görme iki yer arasında ortak bir özelliktir.

Mehmet beyin “orda Türk tohumu burada Yunan gavuru” sözü bu gerçeğe işaret etmektedir. Buna rağmen, özellikle bu iki yer birbirinden uzak olmadığı için, kültürler arası ilişki bakımından bir fark göremiyoruz. Yani hâkim kültür azınlık kültürü dışlamaktadır. Bu yüzden Mehmet Bey aslında her iki tarafta da azınlık ve göçmen durumdadır. Bu durum Mehmet beyin Türkiye’ye göç ettikten sonra kendini onarmasını ve benliğini güçlendirmesini kolaylaştırıcı bir faktör olabilir. Ancak hiçbir yere ait olamamak Mehmet Bey için zorlayıcı bir durumdur.

Ev sahibi nüfus tarafından karşılanma

Yeni bir grubun içine girmek bireyde paranoid kaygıdan idealleştirmeye kadar değişen karışık duyguları tetikler. Yeni gelenler ekonomik fırsatlardan ve yaşam kaynaklarından faydalanacak bir mütecaviz olarak ya da bilinçdışında toplumun mevcut sorunlarını çözebilecek saygıdeğer bir Mesih gibi görülebilir. Sonuç ya önyargı ve yabancı düşmanlığı yani zenofobi ya da şirin nezaketi takiben hayal kırıklığı veya reddedilmedir.

Ev sahibi nüfusun yeni gelene tepkilerinde üç alt değişken etkilidir:

  1. – Mevcut topluluğun doğası
  2. – Göçün nasıl bir dönemde gerçekleştiği
  3. – Yerleşilen ülke ile menşe ülke arasındaki tarihi bağlar (Akhtar, 2018).

Mehmet Bey'in göçü tarihsel açıdan zor bir dönemde Kurtuluş Savaşı sonrası bir dönemde olmuştur, göçten önceki dönemlerde 100 yıllık bir karşılıklı göç durumu var.  Ayrıca Yunan-Osmanlı arasındaki savaş ve anlaşmazlıklarda tarihsel olarak zorlu bir süreç tir. Kısaca yerleşilen ülke ile menşe ülke arasındaki tarihi bağlar benzeşmeyi ve göç süreci zorlaştırmıştır diyebiliriz.

Daha önce göçmen grubunun yerleştiği ülkede azınlık durumunda olduğu ve zaman zaman ev sahibi nüfus tarafından dışlandığını söylemiştik. Mehmet bey de Türk olduğu halde İzmir’e yerleştiğinde kendisini yabancı olarak hissetmiştir. Yerliler onu gavur olarak görüyorlardı. Ayrıca, ilk geldiğinde karantinada uzun bir süre tutulması ve yıkatılması kötü ve unutulmaz bir deneyim olmuştur.

Bizim üniversitemizde gerçekleşen kimi etkileşimlerle örnek vermeye çalışalım. Uludağ üniversitesinde pek çok yabancı öğrenci var. Kimi öğrenciler bursludur, Afrika ülkelerinden, doğu ve uzak doğu ülkelerinden, vs. Bu öğrencilerin çoğu büyük bir heyecan, nezaket ve sıcak kanlılık ile karşılanırken, pek çok Suriyeli göçmene karşı negatif bir yaklaşım görülür. Bunun yanında mülteci olmayan Suriyeli öğrencilere karşı nasıl davranıldığı incelenmesi bizi ilginç sonuçlara götürebilir.

Yeni ülkede yetkin olma deneyimi

Göçten sonra kişinin önceki psiko-sosyal rolünü ne ölçüde koruyabildiği de benzeşim sürecini etkiler. Kişinin her açıdan zorluk ile karşı karşıya kaldığı bir durumda mesleki kimliğini koruyabilmesi "değişiklik sırasında içsel devamlılığı" güvenceye alır. Mesleği koruyamamak çok sık düşük özsaygı ve kinizm ile sonuçlanır.  Akhtar (2018)'a göre kendini yetkin hissetmek yaşamak demektir; mesleki olarak yetersiz hissetmek ise ruhsal olarak yitip gitmektir.

Mehmet bey çocuk olarak göç ettiği için henüz bir mesleği yoktu ve göçten sonra babasının mesleki durumunu bilmiyoruz. Sahil kasabasına yerleşmeden önce büyükşehirde zorlandığını ifade ediyor.

Fakat sahil kasabasında yetkin olduğu bir işi ve saygı gördüğü bir sosyoekonomik düzeyinin olması Mehmet Bey’in iç ruhsal süreçlerinin sağlıklı sürmesine katkı sağladığını düşünüyoruz. Ayrıca yerli toplum tarafından kabulünü kolaylaştırmış olabilir. Kendi sosya-ekonomik gücü ile diğer göçmenlere sahip çıktığı için dedenin bir saygınlığı var diyebiliriz.

Evlilik ve Göç

İyi bir evliliğin göçün acılarını telafi ettiği, kötü bir evliliğin ise acıları arttırdığı söylenebilir. Akhtar (2018), evlilik ve göç arasındaki ilişkiyi iki etkene dayandırır.

1- Evlilik ile göç arasındaki zamansal ilişki

2- Eşlerin etnik ve ulusal kökenleri.

Zamansal değişken ile ilgili dört değişken sayar

- Göçten uzun zaman önce evlilik

- Göçten hemen önce evlilik

- Göçten hemen sonra evlilik

- Göç sonrası yas süreci sonlandıktan ve göçmen kayda değer bir kimlik dönüşümü geçirdikten sonra evlenmeye karar verdiğinde libidonun saldırganlığa galip gelmesi durumunda netice daha olumlu olabilir. Bu gibi evlilikler bireylerin kendilerine ve birbirlerine dair derin bilgi ve kabullerinden doğacaktır.

Mehmet Bey'in evliliği de bu son kısma giriyor. Evlendiği eşi de kendisi gibi göçmen bir aileden gelmektedir.

Çocukların doğumu

Yeni ülkede doğan çocuklar göçmen ebeveynleri bu yeni toprağa bağlar. Bu çocuklar doğdukları andan itibaren, okul öncesi, okul yılları ve ergenlik dönemi boyunca yeni kültürü evlerine taşırlar. Özellikle göçmen anneler bölgedeki annelerden bilgi ve yardım alırlar. Ebeveynlik genel olarak yerel kültürle daha büyük bir yakınlık gerektirir. Çocuklarla ailenin yiyecekleri de değişmeye ve yeni kültüre ait olanların tüketimi artmaya başlar. Çocuklara okunan hikâye kitapları kaçınılmaz olarak çoğunlukla yerel kaynaklardan gelir. Televizyon programları ve yerel müzik aile tarafından daha fazla izlenmeye ve dinlenilmeye başlanır. Bu göçmenler çocukları soyadlarını yanlış telaffuz ettiğinde irkilme yerine, artık bir gülümseme ile durumu toparlamaya çalışırlar (Akhtar, 2018). Göçmenlerin çocukları üzerinde göç ile ilgili kimi şeyler empoze edilir. Bu çocuklar zaman zaman ebeveynleri dedeleri, ataları, doğdukları yeri merak ederler. Bu da yasın başka bir boyutu oluyor. Göçmenlerin çocukları ebeveynleriyle doğdukları yere gitmeleri yasa çok şey katıyor. Yastaki boşlukları dolmasını sağlıyor ve “orası nasıl bir yer, orada ne var, dedem orayı niye bu kadar anlatıyor” gibi sorulara cevap verilmesini sağlıyor.

Pek çok ülkede vatandaşlık haklarını doğum ile kazanıldığı için göçmen aile için rahatlatıcı bir durumdur. Çocuklarla umut daha çok olur ve yasla baş etmek daha kolaydır. Öte yandan çocukların yerel kökleri ve davranış biçimleri tehdit olarak algılanırsa evde kültürel bir çekişme başlar. Aile üyeleri arasında empati zarar görür, ebeveyn ve çocuklar arasındaki diyalog kötüye gider ve kültürel farklar ilişkiyi zenginleştirmek yerine nesiller arasında uçurum oluşturur (Akhtar, 2018).

Mehmet beyin kızının doğması bu topraklarda daha az yabancı hissetmesine katkıda bulunmuş olabilir.  Sonrasında torununa yaptığı duygusal yatırımlar bu ait olma duygusunun torununun doğumundan sonra daha güçlenmiş olabileceğini düşünüyoruz. Kızı ile kültürel çatışmalara girip girmediğini bilmiyoruz fakat torunuyla yaşadığı kültürel çatışmaları görebiliyoruz. Torunu ile girdiği kültürel çatışmalar Mehmet beyin göçmen olduğu hissini yeniden daha güçlü bir biçimde canlandırmış olabilir. Bunun yanında dedenin ve babanın Ozan'a sert çıkışlarını görüyoruz, kendi çatışmalı alanlarına girilince çatışma artıyor. Dede sert bir süperego gibidir. Fakat çocuğa konuşma fırsatı verildiğinde ortak bir nokta bulabiliyorlar, çocukların kahvaltıya getirilmesi örneğinde olduğu gibi.

Dedeler ve torunlar arasında özel bir ilişki vardır. Torunlar narsistik bir nesne olabiliyorlar. Geleceği simgeleyen, soyun devamını simgeleyen ve belki gerçekleştirilememiş idealleri gerçekleştirecek kişiler olarak görülüyorlar. Dolayısıyla aileler göçmen olmasa da yaşanabilecek çatışmalar vardır. Fakat filmdeki ailede göçmenlik ile ilgili sorunlar dede ile torun arasındaki çatışmaları karmaşıklaştırabiliyor. Bu çatışmaları aile içinde çalışmak önemlidir. Çocukların ve ebeveynlerin idealleri çelişebiliyor, toparlamak zor olabilir ama filmde dede ve torun arasında çatışmaların yanı sıra bir özdeşim ve uyum görebiliyoruz.

Göç sonrası kimlik dönüşümü

Salman Akhtar (2018) göçün her zaman "kültür şoku"ne neden olduğunu söyler ve şöyle devam eder; bu şokun sonucunda ortaya çıkan kaygı göçmenin ruhsal düzeni bozar. Göçün doğasında var olan kayıpların yası ikinci bir tehdit oluşturur. Kültür şoku ve yasın birlikteliği kişinin kimliğinde ciddi bir sarsıntıya sebebi olur. Göçmenin yeni bir kültür ile karşılaşması doğum gibidir, eski kültürünü kaybetmesi ise ölüm gibidir. Göçmen aynı anda hem doğar hem de ölür, bu durum göçmende ciddi bir sarsıntıya neden olur.

Çok büyük bir değişim yoksa ve her şey olduğu gibi gidiyorsa kaybedilen nesnelerin yasını tutmak, büyük değişimler ile eş zamanlı olan kayıpların yasını tutmaktan daha kolay olabilir. Göçmenin hem adapte olması lazım, hem yaşama tutunması lazım, hem de yasını tutması lazım. Sıklıkla yası tutmaz, göçmende adaptasyon süreci daha ön planda oluyor.

Göçmende ruhsal bir çalkantı ve kimlikte süreksizlik hissi giderek artar.  Olağan ortamının dışında kalan birey artık benlik kimliği için gerekli onaylayıcı çevresel geri bildirimlere sahip değildir. Onaylanmadan çok göçmen dışlanma ile karşılaşır, onaylayıcı bir çevre yerine agresif bir çevre ile karşılaşır. Yeni gelenin kimlik sürekliliğindeki kopuş ne kadar ciddi ise, geçmişte rahatlatıcı bir süreklilik hissi sağlayan ve artık kaybettiği sevgi nesnelerine o kadar özlem duyar.  Özlemin boyutu da kimliğe yönelik tehditleri aynı ölçüde acı verici kılar.

Göç etme deneyimi ayrılma-bireyleşme ekseninde görünür.  Göç üçüncü bireyleşme süreci olarak da adlandırılır. Bu açıdan üniversiteye gitmek, askere gitmek bireyleşme için önemli bir faktördür.

Birinci süreç çocuklukta, ikinci süreç ergenlikte olur. Mehmet Bey'in göçünün birinci ayrılma-bireyleşme döneminde olması bazı avantaj ve dezavantajları barındırdığını daha önce tartıştık.

Göçmenlerin kullandığı savunma mekanizmaları ise Akthar (2018)'a göre bölme ve yansıtmadır. Ayrıca geçmişin kaybını inkâr etmek de ilk başvurulan mekanizma olabilir.  Ayrıca gerileme daha uyumsal savunma mekanizmaları devreye girmeden önce sıklıkla başvurulan bir mekanizmadır.

Mehmet Bey filmin sonlarına doğru inkârı ile çok yüzleşti. Toplumun kendi arzu ettiği kadar iyi olmadığını; askerin kendisini itmesi, damadının kovulması ile görmeye başladı. Mehmet Bey agresyonu da inkâr ediyor. Örneğin asker sokağa çıkma yasağı var dediğinde umursamıyor agresyonu ile karşılaşacağını inkâr ediyor.  Göçmenlerde agresyonu göstermek ciddi bir meseledir. Evlat edinmiş çocuklarda da bu böyledir, anne babaları evlat edinmiş çocuklara agresyonu göstermekte zorlanırlar. İnsan kendi çocuğuna agresyonu daha doğal gösterebilir. Eğer çocuk evlat edindiğini biliyorsa o da agresyonu rahatça gösteremez. Bu durum ilişkiyi bozan bir şeydir. Göçmenlerde de bu böyledir, göçmen agresyonu kolayca gösteremez çünkü azınlıktır. Agresyon göstermek sahiplenmek ile ilgili bir şeydir, bu olmayınca doğallık ve sahiplenme bozuluyor. Göçmen agresyonu kendine yöneltiyorsa depresif bir dinamiği tetikleyebilir. Ozanın agresyonlarını göstermesi doğallık katan bir şey. Bu agresyon aileye bir dinamizm veriyor. Çocuk agresyonu gösterebilmeli ve anne baba buna katlanabilmeli ki sağlıklı bir gelişim olsun. Aile bireyleri Ozan'ının agresyonlarını toparlayabiliyor ama dede bunu yapamıyor ve agresyonu kendine yöneltiyor olabilir.

İnsanlar genelde travma yaşadıkları dönemi, çocukları o yaşa geldiğinde tekrar edebiliyorlar. Travma olmasa bile obsesif bir anne çocuğu anal döneme geldiğinde takılır. Ödipal bir döneme takılmış bir baba çocuğu o döneme gelince sorunlar yaşar. Mehmet Bey de torununun yaşında iken sürgün edilmişti, torunun o döneme gelmesi onun için sorunların canlanmasına neden olmuş olabilir. 

Göç sonrası kimlik değişiminin dört rotasını Akhtar (2018) kitabında ayrıntılı olarak ele almıştır. Özetle şöyledir:

Bu dört rota dürtü ve duygulanımın, kişilerarası ve ruhsal alanın, zamansallığın ve sosyal birliktelik ile karşılıklılığın çeşitli boyutlarını içerir.

Kimlik Dönüşümünün Dört Rotası

1- Sevgi ya da nefretten çiftedeğerliliğe (Dürtü ve Duygulanım)

 Bu evrede önce gerileme ve daha sonra bölme savunmaları aktif durumdadır.

Bölünmede iki yurda ve iki yerde farklı olan kendilik temsillerine yönelik yüceltici ve değersizleştirici hisler değişken biçimde ortaya çıkabilir. Zamanla iki kendilik temsilinin (göçten önceki kendilik ve göçten sonraki kendilik) birleşimi oturmaya başlar. Bu ise ancak büyüme ihtiyaçları için bol miktarda besinin, yeterli verimlilik deneyiminin ve saldırganlığı olumlu şekilde dengeleyecek libidonun varlığı ile mümkündür (Akhtar, 2018). Mehmet Beyde bunların varlığı, hem geldiği ülkeye hem de yerleştiği ülkeye olumlu bir çiftdeğerlilik yetisinin gelişmesine olanak sağlamıştır.

2- Yakınlık ya da Uzaklıktan İdeal Mesafeye (Kişilerarası ve ruhsal alan)

 Salman Akhtar (2018)'ın aktardığına göre Mahler ideal mesafeyi şöyle tanımlamıştır:

İdeal mesafe; anne ile çocuk arasında, çocuğun büyüme yani bireyleşme sürecinde ihtiyaç duyduğu becerileri geliştirmesine imkân tanıyan bir pozisyon olmak ile beraber ayrıca sonraki evrelerde benliğin içsel anne temsiline ideal mesafede durabilme yetisidir.

Bu kavram, göçmenin kişilerarası ve içruhsal yaşamında görülür. Dışsal düzeyde, kişiler arası alanın kabul edilebilir sınırlarını yeniden keşfetmek durumundadır. Bunun yanında ortak yaşamsal yörüngenin aşılması, yani kendi ülkesi ile ortak bir yaşamının kalmayışı göçmene kaygı verir.  Göçmenin benliği, bilinçdışında annenin uzantıları olarak algılanan bilindik çevre, ortam ve coğrafyadan aldığı desteği kaybeder. Böyle bir benlik desteğini yeniden kurma girişimleri göçmeni kendi kökenine çok benzeyen bir ortam ile etnik çevre arayışına götürebilir ve göçmen ömrü boyunca anavatanını simgesel olarak onarma girişiminde bulunabilir. Mehmet Bey'in kendisi gibi göçmen bir çevre edinmesi ve yazı bağda çoğunlukla onlar ile geçirmesini böyle bir onarma girişimi olarak değerlendirebiliriz. Göçmenlerin aralarında bir grup oluşturmaları uyumu kolaylaştırabilir fakat birkaç kuşak sonra bu grup kapalı bir grup olarak kalabilir. Bu durum onları grubun dışına çıkmamaları ve sadece kendi grubuna bağlı kalmalarına itebilir. Göçmenlerin aralarında kapalı bir grup oluşturmaları bir yok olmak kaygısından kaynaklanmaktadır. Ya asimile olursak, oradaki dili öğrenirsek ve kendi dilimizi unutursak gibi kaygılar. Bu kaygılar o kadar aşırı olabiliyorlar ki kimi göçmenler yeni ülkedeki bayramları bile kutlamazlar, kendi kültürlerinin dışından gelen insanlarla evlenmezler, çocuklarına sadece kendi isimlerini koyar. Zorlayıcı asimilasyon politikaları varsa belki bir süre sonra göçmenler yeni ülkeye asimile olabiliyorlar. Bu politikaların başka bir sonucu da direnç olabilir.

Tüm bunların yanında Akhtar (2018), göçmenlerde memlekete dönme düşlemi de göründüğünü ifade eder ve bu arzu için harekete geçmenin çeşitli ussallaştırmalar ile ertelendiğine değinir. Mehmet Bey de memleketine dönmek istemiştir ancak bunun için ilk girişimi sürgünden yaklaşık 50 yıl sonradır. Bunun yasal sebepleri olabildiği gibi Akhtar 'ın ifade ettiği ertelemeler ile de ilgili olabilir. Nitekim ilk başarısız girişiminden sonra gitme tarihini torununun büyüyeceği belirsiz zamana ertelemiştir. Torunu ile ilgili problemler yaşadığı ve göç anılarının yeniden canlandığı bir dönemde tekrar memlekete gitme girişiminde bulunmuştur fakat bu seferde önceki girişim gibi başarısız olmuştur. İlk girişimi Kıbrıs Adasına yapılacak askerî harekât nedeniyle gerçekleşmezken, ikinci girişim askeri darbe nedeniyle gerçekleşmez.

Göçmenler ayrıca iki ülke arasındaki mesafeyi azaltmak için ya da arada köprü kurmak için yeni ülkedeki aynı etnik bağlara, uluslararası telefon görüşmelerine (Mehmet Bey için denize bıraktığı şişeler) ve kişinin kendi yerel müziklerine ve benzeri araç ve yöntemlere baş vurur.

Mehmet Bey'in Girit'teki evine yazdığı mektupları koyduğu şişeleri evine ulaşması ümidi ile denize bırakmasını harici duygusal ikmale erişim çabası olarak görebileceğimize daha önce değinmiştik. Bu mektup ve şişeleri "bağlantı nesnesi" olarak değerlendirebiliriz ve bu denize şişe bırakarak iletişim kurmaya çalışmayı iki ülke arasındaki içsel mesafeyi azaltma çabası olarak görebiliriz. Ancak yerleşik kültürün sakinlerinden bu durumu garip karşılayıp yadırgayanlar vardır. Bu garip karşılanma ve yer yer alay konusu olması Ozan'ı üzmektedir ve dedesi ile bu şişeler yüzünden çatışma içine girmektedir. İki kültür arasındaki mesafeyi azaltma girişiminin sağlıklı olarak sürmesi ve tamamlanması için hem ailenin hem genel olarak yakın çevresinin yeterli libidinal besini sağlaması ve saldırganlığı kısıtlaması gerekir. Fakat bu şişeler ile yapılan onarım girişiminin çatışmaya neden olması Mehmet Bey için ruhsal gelgitlere neden olmuş olabilir. Bu davranışın Mehmet Bey için özel bir anlam vardır.

3- Dünden ya da Yarından Bugüne (Zamansallık)

Yas tutulamadığında, idealleştirilmiş kayıp nesne arayışı sürer, yeni nesneler sevilemez, kişinin güncel yaşamındaki nesneler değersizleşir ve varoluşsal pek çok alanda ketlenme pahasına nostaljinin peşine düşülür. Ayrılma-bireyleşme evresi yas unsurları içerir. Özerkliğe ve kimliğin sağlamlaşmasına yönelik her adımla birlikte çocuksu tüm güçlülükte, ortak yaşamsal mutlulukta ve bölme ile yansıtma sonucu benliğin basitleştirilmesinde azalma görülür. Bu kayıp, filizlenen benlik yetilerinin ikincil narsizminde, özerk işleyişte, gerçekçi kendilik mefhumunda ve daha derin nesne ilişkilerinde telafi edilir.

Göçmen ayrılığın ruhsal acısı ile karşılaşınca çoğunlukla kaybettiği nesnelere aşırı yatırım yapar.  Böylelikle göçmen geçmişini idealleştirir ve bu idealleştirme genellikle mekân anılarına yoğunlaşmak ile yapılır. Çocukluk ve ergenlik döneminde insan-olmayan çevre; her türlü insan etkileşiminin ruhsal bir mahremiyet içinde ifade edilebildiği tarafsız bir alternatif alan sunar. Nostaljiye aşırı yatırım yapan göçmen artık geçmişte yaşar. Akhtar böyle bir göçmen için zamansal bağın bozulduğunu ve geçmişin zamansal başatlığını sürdürdüğünü ifade eder ve devamında göçmenler sıklıkla ilk memleketlerinde sorun yaşamadıklarına inandıklarını söyler. Bu durum sürgün edilenler için geçerli olmayabilir.  Mehmet Bey’in kendi hatıralarını anlattığı akşam yemeğinde iyi ve kötü anılarından bahsettiğini görüyoruz. Dolayısıyla geçmişi bütünüyle iyi ya da kötü olarak görmüyor bu ise olumlu bir ruhsal sürece benziyor. Öte yandan ev sahibi ülkede kuşku ile karşılanması benzeşimi güçleştirmiş olabilir ve memleketine dönememesi de duygusal ikmale erişimini engellemiştir (Akhtar, 2018).

Mehmet Bey bu güçlüklerden dolayı kaybettiği ruhsal alanı geri kazanmak için nostaljiye başvurmuştur. Bunu Ozan’ın dedesini, sürekli geçmişi yad etmesi ile suçlamasından anlayabiliyoruz. Mehmet Bey'in nostaljik ruminasyonlara başvurması ise bugünü unutacak düzeyde değildir. Öte yandan küçük yaşta kaybettiği kardeşi için bahçede bir mezar yapmış olması hem kardeşinin yasını tutmak ile ilgili bir süreç olabilirken hem de kardeşinin mezarı göçün yası için bir bağlantı nesnesi olabilir. Bu bağlantı nesnesi hem kardeşinin yasının hem göçün yasının süreklilik kazanmasına etki etmiş olabilir.

4- Benimki ya da Seninkinden Bizimkine (sosyal birliktelik ile karşılıklılık)

Göçmen yeni ülkeye varışından sonra uzunca bir süre benimki ve seninki bölünmesine başvurur. Ancak bu bölünmeyi çözümledikten sonra bizimkini deneyimleyebilir (Akhtar, 2018). Mehmet Bey’in "bizim insanlarımız " vurgusunu yapması bölmeyi çözümleyip bizimkini deneyimlediğini gösteriyor.

Daha önce dilin önemli bir unsur olduğunu söylemiştik. Göçmen yeni yerleştiği ülkede yeni bir dil ile karşılaşınca kendiliği ile ilgili bazı sorunları oluşabilir, bu sorunların iyileşme derecesi de değişiklik gösterebilir. Sonradan edinilen dilin rüyalarda şakalarda ve kimi konuşmalarda görülmesi bu iyileşmenin bir kanıtıdır. Ancak göçmen gerçekten küfür etmek istediğinde sadece kendi dilini kullanır bu durumu birçok sahnede Mehmet Bey’de görebiliyoruz. Örneğin ilk sahnelerde torununa karşı kullandığı küfürler ya da belediye binasından çıkarken öfkesini ifade ederken anadilini kullanıyor.

Fakat Türkçe’de de benzeri ifadeleri kullandığını görüyoruz bu ise iki dilin çağrışımsal bağlarının birbirine geçtiğini gösteriyor olabilir.

Mehmet Bey’in intiharı

İntihar geride kalanlarda “neden?” sorusunu bırakacak bir şeydir. Mehmet Bey’in mektup bırakması ve geride kalanları suçlamaması ailesinin yasını kolaylaştırmış olabilir. İntihardaki sebep, arzu ettiği ideal toplumu göremeyişi olabilir. Belki de belediye binasındaki tartışma ona intihara sürüklemiştir. Belki de yaşadığı bütün olayların toplam baskısına dayanamamıştır. Ayrıca, Mehmet Bey de üzüntü halini göremiyoruz, daha çok bir donukluk hali görülüyor. Kardeş kaybı çok kötü bir olaydır, üzülememesi de tutulamayan yasla ilgili olabilir. Filmin sonlarına doğru, Mehmet Bey narsistik kırılmalar yaşıyor. Göçe narsistik bir savunma ile tutunmuş olabilir. Bu savunmanın kırılması intihara sürüklemiş olabilir.

Ozan

Daha önce Ozan'ın Şımarık, agresif ve zaman zaman kurnaz bir çocuk olduğunu söyledik. İlk sahnelerdeki çocuklar arası çatışmanın merkezindeydi. Sonra dedesi tarafından yakalandığın-da “ben yapmadım” diyerek rolünü hafife almaya çalıştı. Ozan aynı zamanda kendi Devleti’ne büyük bir saygı göstermektedir. Sen kimsin diye sorsaydık isminle beraber muhtemelen “ben Türküm” derdi. “Türkler dünyada en korkusuzlukla birinci gelir bir kere” demesi de buna örnektir. Ancak ülkesine karşı beslediği bu büyük sevgi, onu yabancılardan uzak tutuyordu. İlk sahil sahnesinde yabancılara dilini göstererek onlardan ne kadar hoşlanmadığını göstermeye çalıştı.

Ozan gizil dönemindedir. Kendi cinsiyetinden çocuklarla takılır ve ilgisini daha çok entelektüel meselelere yöneltir. Örneğin yabancılara karşı davranışları biraz değişince farklı kelimeleri öğrenmeye çalışır ve sanata karşı ilgisi artar.

Ozan, ailesinde en çok dedesine yakın görünmektedir. Dedesine babasından daha yakın olması muhtemelen babasının işiyle alakalı ve evinin otoritesi dedesinin olmasıdır. Ozan göç etmemiş olmasına rağmen bölme yapıyor, yani kendi kültürünü idealleştirirken diğer kültürleri değersizleştirir. Kendi kültürünü en üst seviyede tutmaktadır. Ozan için Türk olmak bir gurur meselesidir. Kendisini ve ailesini gavur dendiğinde çok kırılır. Gerçek bir Türk olduğunu kanıtlamak için arkadaşlarına penisini bile gösterir. Türk olduğunu daha fazla kanıtlamak adına da bütün yabancılara karşı kötü bir yaklaşım gösterir ve kimi zamanlarda saldırıda da bulunur. Bu muhtemelen benliğinin kimliğini savunmak için yaptığı bir şeydir. Aynı zamanda çevresindeki çocuklara benzeme ve yalnız kalmama çabası olabilir. Bu davranışlarıyla üst benliğinin çok güçlü olmadığını görüyoruz. Tam tersi alt benliğinin ön planda olduğunu ve benliğinin zaman zaman onu desteklediğini görebiliyoruz. Kasabadaki kimi insanların göçmenlerin mahallesindeki saldırıları desteklemeleri de Ozan’ın bu davranışlarını daha çok pekiştirmiş gibi görünmektedir. Üst benliği dedesi yardımıyla gelişmeye başlar. Dedesinin diğer insanlara nasıl davrandığını gördükçe yabancılara karşı yaklaşımı değişmeye başlar.

Yas

Göçün sonuçlarından biri yastır ve filmde iki tane yas kesişmektedir. Göçten kaynaklanan kayıplar ve ölümden kaynaklan kayıplar. Yas ömür boyu devam eden bir süreçtir. Mehmet Bey için bu yaz iki şekilde gerçekleşti hem kendi memleketini geride bıraktığı için hem de bebek kardeşini yolda kaybettiği için. Beş ile dokuz yaş arasındaki çocuklar ölümü bilir ancak, kendisinin de öleceğini düşünmez. Ölümü geri döndürülebilir, geçici bir durum olarak algılar. Bu algı çocukta, istek/gerçeklik durumuna yol açar ve çocuk o bireyin ölmediğine inanır. Mehmet Bey’in kardeşi için boş bir mezar yapması ve onunla konuşması ölümünü kabullenmediğini gösteriyor olabilir. Anıtlaştırması güzel bir durum ama bahçede mezar yapması travmatik görünüyor.

Ozan'ın dedesinin ölümünden hemen sonra ölümü ile nasıl başa ettiğini tam göremeyiz ancak yetişkin olduğunda dedesinin işinde usta olması ve dedesini köyüne gitmesi yasın normal bir süreçte gittiğini görmekteyiz. Hatta yönetmen olduğunda dedesi ile anılarını filme dökmesi yüceltme savunma mekanizmasını kullandığını gösteriyor (Volkan ve Zintl, 2010).

 

Kaynaklar

Volkan, V. D. ve Zintl, E. (2010). Gidenin ardından (1.Baskı). İstanbul: Yayınları.

Akhtar, S. (2018). Göç ve kimlik (1. Baskı). İstanbul: Sfenks kitap.

Bilen, N. K. (2018). Psikanaliz ve göç (1. Baskı). İstanbul: İthaki.