HASTALIĞA UYUM
Anlayabilme, yönetebilme ve anlam verebilme “uyum duyusu”nu oluşturur. Yani, kişinin uyum duyusu oluşturabilmesi ve durumuna uyum sağlayabilmesi için durumunun ne olduğunu anlaması, bu durumla nasıl baş edebileceğini kararlaştırması ve içinde bulunduğu duruma bir anlam verebilmesi önemlidir. Öyle olduğunda kişi kendi gücünü, iç ve dış ortamda olup bitenlerin ne olduğunu, ne olabileceklerini kestirerek, duygu ve davranışlarını ona göre hazırlayarak güven içinde yaşayabilir. Başka bir deyişle, bilinmeyene karşı insan savunmasızdır, bilinmeyenle karşı karşıya kalmadığında, yaşamında olup bitenlere onun için anlaşılabilir, anlamlı ve dolayısıyla kendi tarafından etkilenebilir olacaktır ki, bu da kişiye hem güven, hem de özgüçlerini harekete geçirip kullanma olanağı verir.
Korku bilinmeyenle eşdeğerdir ve bilinmeyenden doğar. Ne olduğunu bilmediğimiz, tanımadığımız yabancısı olduğumuz şey karşısında doğan korku kafamızda çeşitli çağrışımlarla daha büyür, daha korkutucu olur. Asıl karşılaştığımız, bizi rahatsız eden şey veya durumla başetme yolunda kullandığımız gücü veya enerjiyi, kendi içimizde oluşan korkuyu bastırmada, denetim altında tutmada kullandığımızda, gerçek olayla başetme olanağımız da kısıtlanır ve organik, ruhsal, sosyal alanlarda ya da hepsinde birden yenik düşme olasılığımız yükselir. Bizi rahatsız eden, korkutan şeyin ne olduğunu bildiğimiz, onu tanıyıp anladığımız zaman, o artık bizim için bir anlam kazanır ve anlam verebildiğimiz bir şeyle başetmede çıkış yollarını arayıp bulmamız da kolaylaşır. İşte burada uyum duyusunun tanıma, anlam verme ve edimleme yolundaki gerçekliği değer kazanır. Bu durumda organizmanın gücünü daha ekonomik ve yaratıcı yolda kullanabilme şansı arttığından herhangi bir stres ya da hastalık halinde direncinin de daha güçlenmesi söz konusu olabilecektir.
Çıkış yolunun bulunabildiği, stres yaratıcı faktörlerle başedebilme olanaklarına sahip olunduğu zaman stresin organizma üzerinde pozitif ve direnci arttırıcı, kamçılayıcı etkisi olmaktadır. Bedeni yıpratıcı etkisi ortadan kalkmaktadır. Öyleyse hastaların bilinmez içinde tutulmayıp, onların kendi durumlarını doğru algılayıp, bu durumun ne olursa olsun kendi içinde varoluşlarını değerlendirecek yolda bir anlam vermelerine yardımcı olunduğunda, durumlarıyla başetmede ve dirençlerinin artmasında yarar sağlanmaktadır.
Hasta insanın gerek hastalığı, gerekse kendisi ve yaşamı konusunda bir bilinmezin içinde, edilgin konumda kalmasının uyum sağlayıcı yönde olduğunu söyleyebilmek pek olanaklı değildir.
Bir duruma verilen duygusal tepkiyi belirleyen, o olay ile ilgili kişinin yaptığı yorumlardır. Kişi yaşamsal olarak tehlikede olduğuna inandığında ya da kronik hastalıkta olduğu gibi uzun süreli stresörlerle karşılaştığında birincil düşünce süreci daha baskındır. Böyle bir durumda kişi, tek yönlü, kutuplaşmış bir biçimde (ya hep ya hiç) düşünür ve genel yargıda bulunur, durumunu felaket olarak algılar. Bu tür düşünce hataları kaygı düzeyini arttırır, öfke, kızgınlık ve depresyona yol açabilir. Hastanın hastalık ile ilgili yorumlarını belirlemek tedaviye uyumda çok önemlidir. Örneğin; kişi hastalık tanısı almadan önceki yaşantısında birkaç kişiyi bu hastalıktan kaybetmiş olabilir ya da medyadan ve çevreden gördüklerinin etkisiyle hiç istemediği ve korktuğu bir hastalığa yakalanmış olabilir. Kişilik yapısına bağlı olarak hastalıkla ilgili olumsuz yorumlar yapıyor olabilir. Bunların saptanıp gerçekçi bilgilerle değiştirilmesi tedaviye uyumu ve hastalığı kabulü kolaylaştırır.
Fiziksel hastalık genellikle kişilerin kendilerini negatif, olumsuz olarak değerlendirme eğilimini arttırabilir. Hastanın, fiziksel hastalığın oluşumu, tedavisine ve seyrine ilişkin ne tür atıfları olduğunun belirlenmesi önemlidir. Ayrıca hastanın öncelikle tıbbi uygulamalarla ilgili düşünce ve inançları da belirlenmelidir. Hastanın daha önceki rahatsızlıklarında başından geçenler, hekimlerle ve diğer tıp mensuplarıyla yaşadığı olaylar, tanı ve tedavilerin düzenlenişi gibi etkenler, hastanın bakış açısını olumlu yada olumsuz yönde etkilemiş olabilir.
Tedavi için kapsamlı bir bilişsel- biyolojik model geliştirmek fiziksel hastalığı olan hastaların tedaviye katılımını sağlamakta çok yararlı olur. Umutsuzluk ise, genelde geleceğe özelde hastalığa ilişkin belirsizlik, denetimi ve otonomiyi kaybetme korkusu ya da kaygısı, yakın çevreyle olan ilişkilerinin bozulacağı endişesi, ekonomik ya da sosyal kaynaklı endişeler fiziksel hastalığı olan kişilerdeki ortak temaları oluşturur.
Hastalığa 3 tür uyum mücadelesi vardır:
1.Fizyolojik uyum,
2.Psikolojik uyum,
3.Sosyal uyum.
1. Fizyolojik uyum;
Kronik(süregen) durumlar fizyolojik yapı ve fonksiyonlarda bazı değişikliklere neden olmaktadır. Bu değişikliklerin bir kısmı geçici bir kısmı kalıcı olabilmektedir. Bazı fizyolojik değişikliklerin hızını yaşam tarzında yapılabilecek bazı değişiklikler ve tedavi yavaşlatabilir.
Hastalığın ilk döneminde uyum mücadelesi şunları içerir:
- Hastalığı ve tedavisini öğrenme,
- Kaybedilen fonksiyonu karşılayacak yöntem ve araçları öğrenme,
- Bu araç ve yöntemleri kullanmada beceri kazanma,
- Önerilen tedavi programını başarma,
- Belirtileri kontrol altına alma,
- Fiziksel ve psikolojik dayanma gücünden(dayanıklılığından) yararlanma,
- Enerji düzeyini sürdürme ya da artırma,
- Aşırı hareketsizliğe ikincil olarak gelişebilecek uyum değişikliklerini önleme,
- Akut sağlık krizlerini önleme ve idare etme.
2.Psikolojik uyum;
Kronik bir duruma sahip olma ve onunla yaşamanın getirdiği bir çok genel psikolojik uyum mücadeleleri vardır. Bunlar şunlardır:
- Kendinin ve yakınlarının hastalık deneyimine duygusal tepkileri ile başa çıkma,
- Tanı ve tedavi belirsizliği ile baş çıkma,
- Kronik bir duruma sahip olmayı kabullenme,
- Geleceğe ilişkin plan, program ve öncelikleri yeniden yapılandırma,
- Kendi, ailesi, arkadaşlar ve sağlıklı bakım sistemi ile yeni ve farklı ilişkiler kurmak,
- Kronik durumun yönetimine aktif olarak katılmasını sağlayacak tutum, bilgi ve beceriler geliştirmek,
- Yeni kararlarda genetik kaygı ve konularla ilgilenmek,
- Fiziksel yeti ve görünümündeki değişikliklere uyum sağlamak.
Bireyin bu uyum görevlerini başarılı bir şekilde yerine getirebilmesinde yararlanabileceği bireysel kaynaklar şunlardır: Yaşam deneyimleri, anıları, bilgileri öğrenme ve davranış değiştirme, diğer kişilerle ilişki kurma, problem çözme ve duygularını ifade edebilme, değiştirebilme kapasitesidir.
Uyumun önemli bir kısmını, bireyin hastalık sürecinde fiziksel, sosyal ve psikolojik değişiklikleri yorumlama şekli ve bunlara uyumda etkili olarak buldukları yöntemler oluşturur. Aynı hastalığın benzer devresinde olan hastalar tarafından farklı tipte ve sayıda psikolojik, fizyolojik ve sosyal olaylar sıkıntı verici olarak belirtilmiştir.
Başlangıç ya da tanı aşamasında yaygın olan psikolojik uyum mücadeleleri şunlardır:
- Bilinmeyen anksiyetesi(sıkıntı duygusu) ile başa çıkma,
- Yanlış olanın ne olduğu hakkındaki fantezi ve korkularla başa çıkmak,
- Hastalığa kendisinin neden olduğu yönündeki suçluluk duygusu ile başa çıkmak,
- Ağrı veren işlem ve testlerin neden olduğu duygusal ve fiziksel gerginliğe katlanmak,
- Korku duyulan tanı olasılığını ve umudu dengelemek,
- Sağlık bakım sistemine ve farklı sağlık bakımı verenlere uyum sağlamak.
3.Sosyal uyum;
Sosyal uyum mücadeleleri:
- Sosyal açıdan içe çekilmeyi önlemek veya düzeltmek,
- Doğal olmak,
- Sosyal çevrede klinik belirtileri ve tedavileri yönetme,
- Yaşadığı ev içinde gerekli düzenlemeleri yapmak ya da yeni yerleşim,
- Ayrımcılık ve reddetme ile uğraşmak,
- Yeni sosyal beceriler ve sosyal ağ geliştirmek,
- Diğer kişilere kronik durumu ve yetenekleri nasıl etkilediğini yada etkilemediğini öğretmek,
- Aynı koşullarda yaşayanlar hakkında bilgi edinmek.
Özellikle ilk bir yıl içinde bu kadar çok farklı yönde uyum yapmaya çalışmada kişiler ve aileleri zorlanabilmektedir. Kişinin kendisi kadar ailesinin de yardıma ihtiyacı vardır.